Selâm ile...

Aslı ta Tanzimat’a kadar dayansa da, Batıcı Türklerin ve tabii Kürtlerin büyük bir heyecanla destekledikleri Avrupalı olma süreci, 31 Temmuz 1959’da o zamanın Menderes hükümetinin AET’ye başvurusuyla resmî mecraya dökülmüş oldu. Bu başvurudan 50 küsur sene sonra bugün, (artık AB ismini alan) Avrupa-Türkiye ilişkilerinin manzarası “karşılıksız bir aşk hikâyesi”ne benziyor. Avrupa maddeten ve manen sürekli alan, Türkiye ise sürekli veren…

Yunanistan’ın Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu yaptığı haberini alan dönemin Demokrat Partili Dışişleri Bakanı Adnan Kahveci’nin hariciye binasının koridorlarını “Yunan başvuruyor da, siz niçin hâlâ bekliyorsunuz?” diye inletmesiyle alelacele gerçekleştirilmişti başvuru. AET’nin isminin, yapısının, mahiyetinin, üyelerinin hasılı topyekun müessesenin dönüşerek Avrupa Birliği hâlini almasına mukabil Türkiye hâlâ kapıda bekletiliyor. Bu arada Yunanistan’ın bugünkü ekonomik vaziyetini ve AB’nin onlara davranış tarzını da hatırlatalım...

Türkiye’nin AET’ye ilk başvuruyu yaptığında birlik, Avrupa’nın çekirdeğini oluşturan Batı Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks ülkelerinden müteşekkildi. Genişleme politikaları çerçevesinde beş kez başvuru yapan ülkeleri birliğe kabul eden, bunu yaparken bir yandan da “bütünleşme”yi derinleştiren birlik, bugün itibariyle 26 üye ve İngiltere’den oluşmaktadır. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmak için referanduma gittiğinin ve neticesinde Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar verdiğinin de altını çizelim.

Avrupa Birliği, 1981’de Yunanistan’ı üyeliğe kabul ettiğinde kapıda bekleyen Türkiye, 2004’te eski doğu bloku ülkeleri Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya ve Estonya’nın yanı sıra Malta ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de bünyesine almıştı. 2007’de ise Kopenhag Kriterlerini karşıladığı son derece şaibeli ama Hristiyan olan Romanya ve Bulgaristan üyeliğe kabul edildi. Buna mukabil Türkiye ise, Kopenhag kriterleri çerçevesinde ele alınan 35 fasıldan ancak 16’sını açabilmiş, birini “geçici” olarak kapatmış, diğerlerini ise daha açamamıştır bile... Yakın veya uzak, herhangi bir tarihte Batıcı Türk ve Kürtlerin “AB üyesi Türkiye” hayali, hayal olmayı sürdürecek gibi… Hiç de üzüntü duymuyoruz!

Davası, ideali, iddiası olmayan bir “kitle” oluşturmaktan başka gaye tanımayan Kemalistlerin “kapağı atalım, bu kara kafalı Müslümanların başını Avrupalılar ezsin” diye atladıkları Avrupa Birliği’nin, “bunları ezmek bizim değil, sizin işiniz; aramızda yeriniz yok” cevabından başka bir şey değildir eşikte bekletmek… Avrupalılar, Kemalistler kadar ahmak olmadıklarından, zaptedemeyecekleri bir gücü aralarında istemezler. İşin doğrusu, zaptedemeyecekleri gücü sınırlarının hemen dışında da istemezler, ama İlahî tecelli, onlar geldi sınırlarımıza dayandı.

Son elli yıldır Türkiye bir manda devletiymişçesine –ki Türkiye’ye her zaman biçtikleri ve biçecekleri statü budur- Avrupa Birliği, Türkiye’nin iç-dış demeden her meselesine karışmış; Batı hayranı bürokrat ve politikacılarımız da Avrupa karşısında el pençe divan durarak direktiflerini yerine getirmek için ellerinden geleni yapmıştır. Bugün ise Avrupa aynı tavrını sürdürür ve Türkiye’yi hizaya çekmeye çalışırken unutulan, ne Avrupa Birliği’nin eski Avrupa Birliği, ne de Türkiye’nin sosyolojisiyle, psikolojisiyle ve siyasetiyle eski Türkiye olmadığıdır.

2000’lerin ortasında önce Fransa ardından Hollanda’da AB Anayasası’nın reddedilmesiyle başlayan krizler silsilesi 2008 ekonomik krizi, mülteci krizi ve son olarak da Brexit ile nihayetine ulaşmış, AB dağılmanın eşiğine gelmiştir. Öyle bir hâldeler ki dağılmaya da dağılamıyorlar... Türkiye ise bir millîleşme sürecine adım atarken 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısız kılınmasıyla iç ve dış politikada psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Batılılara karşı kazanılan bu psikolojik üstünlüğün neticelerini görmekteyiz. Cumhuriyet Gazetesi ve HDP operasyonları sonrasında artık Türkiye muhalifi tutumunu gizleme ihtiyacı duymayan Avrupa Birliği’ne karşı mülteci kartı gibi bir kozu elinde bulunduran Türkiye’nin vermesi gereken cevap nettir... İşte bu cevabı kapağımızda veriyoruz: “Bu tel örgünün ardında Müslümanlara yer yok; Müzakere Değil, Mücadele Zamanı”...

Ömer Emre Akcebe, “AB Üyelik Başvurusu Geri Çekilsin Gümrük Birliği Feshedilsin” başlıklı yazısında kapak mevzumuzu işledi.

Kâzım Albay, “Batı ve ABD ile Hesaplaşmadan Bize Dirlik Yoktur!” başlıklı yazısında düşmanı iyi tanımamız gerektiğini belirtiyor.

Carlos (Salim Muhammed), “Dünyanın Her Yerinde Sürecek Bir Dünya Savaşı” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Yeni Akit Gazetesi Yazarı Vehbi Kara ile 15 Temmuz, Musul, Türkiye ve dünyanın iktisadî-siyasî vaziyeti üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Alakayla okuyacağınızı düşünüyoruz.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir bakış ile ele aldığı “Ölüm Odası B-Yedi”nin 338. bölümünün alt başlığı “Seyyid Abdülhakîm Arvasî (Derviş Muhammed Semerkandî)”...

Ercan Çifci, son günlerde çokça tartışılan Mecid Mecidî’nin Peygamber Efendimiz (SAV)’in çocukluğunu anlattığı iddia edilen filmi vesilesiyle “Kültür Davamız ve Sinema” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Gülçin Şenel’in yazısı ise, 18-20 Kasım arasında yapılacak “Uluslararası Taşköprülüzâde Sempozyumu”na dair… Başlığı, “Taşköprülüzâde Günışığına Çıkıyor”...

Ayrıca dergimizde sizler için de derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun.