Sömürgeci Batı’ya göre kendileri dünyanın efendileri, diğer milletler ise onlara hizmet etmekle mükellef uşaklardır. Her şeyi (fikir, bilim, meta, vs.) kendisinin üretebileceği iddiasında olan ve diğer memleketleri en fazla taşeronu görerek gelişmesini engelleyen Batı, 19. Yüzyıl sonrası yükseliş devrinde bu anlayışıyla dünyada ekonomik bir tahakküm kurmuştur. Bir yandan “üçüncü dünya ülkeleri” dedikleri doğrudan yahut dolaylı sömürgelerindeki kaynakların bir kısmını vatandaşlarına aktarıp onları da zenginleştirirken, öte yandan bizim gibi memleketleri hem coğrafî özelliklerinin elverişli olması, hem de zenginleşmiş vatandaşlarının “paralarının” çok daha fazla etmesi dolayısıyla, tatillerini istedikleri gibi geçirebilecekleri, istedikleri her haltı yiyebilecekleri yerler olarak görmüşlerdir. Az gelişmiş ülkelerdeki aklı evveller de kendilerinden çalınanların sadece küçük bir kısmının kendi memleketlerinde harcanmasına “ne güzel gelip para harcıyorlar, ekonomimize katkı sağlıyorlar” diye sevinmişlerdir. Hâlbuki bu sayede hem kendi ahalisini ucuza eğlendirmektedirler hem de bizim gibi ülkelerin ekonomilerini başka bir koldan yine kendilerine bağlamaktadırlar. Bu manzara, senelerdir, yerli yerinde durmaya devam ediyor.

İdarecilerimiz Batı’nın bize biçtiği bu rolü kabullenmiş ve Türk ekonomisinde birçok araz mevcutken turizm sektörünün gelişmesi adına çalışmalar yapmışlardır. İthalata dayalı Türkiye ekonomisinde üretimin artırılması ve sanayileşme adına teşebbüslerde bulunulması gerekirken, “bacasız sanayi” olarak adlandırılan turizmden nasıl daha fazla gelir elde edilebileceği konuşulmuş, turizmden yeteri kadar gelir elde edilememesinden yakınılmıştır. Bir yandan montaj sanayi diğer yandan turizmle senelerce ülke ekonomisi ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Hâlbuki turizm, ekonominin üzerine bina edilebileceği bir saha değildir; sadece ekonomiyi destekleyici sahalardan birisidir. Üretim yaparsın, ihracat rakamların ithalatını karşılar ve kâra geçersin, sonra turizmden kazandığın gelir ile gelişim ivmeni artırırsın. Oysa bizim ithalata dayalı ekonomimizin, temel unsurları montaja dayalı bir sanayi ve bir de elin keyfine bağlı “bacasız sanayi”… Avrupalı turistlerin kendileri için son derece normal, ancak bizim açımızdan gayet edepsiz davranışlarına maruz kalmak da işin cabası…

Anadolu’nun ne kadar ehemmiyetli bir yer olduğunu ve bugüne kadar bu bölgede hâkimiyet sağlayabilmek için kimlerin birbiriyle çatıştığını, dolayısıyla memleketin sürekli diken üstünde olduğunu uzun uzun anlatmaya lüzum olmadığını düşünüyoruz. Bir de bunlara tarihî misyonu haiz necip bir millet olduğumuzu eklersek “turizm”i ekonominin merkezine yerleştirmenin ne kadar basiretsizce bir davranış olduğunu daha net anlarız. Nitekim memleket olarak içinden geçtiğimiz zorlu süreçte, güvensiz bir ülke görünümüne bürünen Türkiye’ye gelen turist sayısındaki azalma ekonomiyi zor durumda bıraktı; “turistik” bölgelerdeki esnafı kepenk kapatmaya mecbur etti ve buna paralel olarak ülke ekonomisindeki sirkülasyon azalmaya başladı, durgunluk had safhaya ulaştı.

Ee, dünya Dördüncü Sanayi Devrimi’nden bahsederken –ki bu Dördüncü Sanayi Devrimi’nin mahiyetini ayrıca önümüzdeki sayılarda ele alacağız-,  sen elverişli zamanlarda daha birinciyi dahî tam mânâsıyla gerçekleştiremezsen, sözde sanayicine üretim yaptırmak için yalvarır, bu da yetmez İsrail’e gider, yalvar-yakar elin Yahudisinin memleketine gelip para harcaması için dil dökmek durumunda kalırsın.
Kapağımızda temel dinamiklerinin ne olduğu daha yönetenlerce bilinmeyen ekonomimizin gelir kaynaklarından birisi olan “turizm” meselesine değindik ve “Türkiye’de Turizm: Batırıcı mı Kurtarıcı mı?” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “İsrail’den Turist İsteyeceğimize Filistin’de Mendil Açsaydık” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Türkiye, İsrail ve El-Bab” başlıklı yazısında Türkiye’nin İsrail ile yeniden yakınlaşmasının ne kadar yanlış bir politika olduğunu vurgularken, Suriye’nin El-Bab kasabasında devam eden çatışmalara da değiniyor.

Osman Temiz’in, hacmine mukabil birçok ehemmiyetli fonksiyonu olan epifiz bezi ile alâkalı yazısı devam ediyor: “Epifiz Bezi veya Beyin Epifizi Çerçevesinde -II-”

Dr. Vehbi Kara, bir ticaret gemisine kaptanlık ederken Aden Körfezi’ndeki seyri esnasında başından geçen hadiseleri anlatıyor.

Bu hafta Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır ile medya, sosyal medya ve cumhurbaşkanlığı referandumu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Baran Demir, “Çağlar Kapanıp Çağlar Açılıyor, Eyyamcılık Değişmiyor” başlıklı yazısıyla dergimizde...

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 352. bölümünün altbaşlığı “Mülkü İmar…”

Abdullah Kiracı, “Sermayeye Dâir Görüşler” mevzuuna bir giriş yapıyor ve Liberalizmin önemli temsilcilerinden Adam Smith’in sermaye hakkındaki görüşlerinden bahsediyor.

Gülçin Şenel, yazarımız Bahaddin Yeşiloğlu’nun “Serenad” isimli kitabını değerlendiriyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…

Allah’a emanet olun...