Selâm ile…

İnsanın tüm faaliyetleri ahlâk ve ona bağlı alt sistemlere nisbetledir. İnsanın sosyal münasebetlerinin en kuşatıcı müessesesi olarak zuhur eden devlet de ahlâkın en müesseseleşmiş, en kemal hâlidir. Toplum ahlâkının devlette tecessüm etmesiyle devlet-millet birlikteliği sağlanarak, sözde değil, özde devlet olabilme vasfı kazanılabilir.

1071’de Sultan Alparslan’ın kapılarını Müslümanlara açtığı Anadolu’da, ara ara yaşanan siyasî parçalanmalara mukabil evvela Selçuklu ardından da Osmanlı siyasî birliği tesis etmeyi başarmıştır. Siyasî birliğin tesisi, Müslüman Anadolu halkının sahip olduğu İslâm ahlâkını parıldatmak suretiyle başarılmıştır. “İnsan kalabalıklarının maddî ve manevî yekûn kıymeti ve toplum iradesi olan” bu iki devlet ile Müslüman Anadolu milletinin bu sağlam birlikteliği, aşk ve vecd ile maddî ve manevî fetihlere zemin hazırladı.

Osmanlı’nın kaba-softa ham-yobaz tahakkümü altında, kenetlenerek Batı’nın hamlelerine karşılık verememesi neticesinde ilk muharebeyi kaybettik: Bunun sembolü Tanzimat’ın ilanıdır. Tanzimat’la birlikte, bağımsızlığımızda ilk ciddi gedik açılmış oldu. Akabinde, fikirde, sanatta, eğitimde, siyasette, ticarette ve iktisadda Batı tesiri arttıkça devlet ile millet arasındaki müşterek zeminde sarsıntılar meydana geldi; fay hatları oluşmaya başladı. Batıcı küçük bir zümre vasıtasıyla yapılan Kemalist işgal ile devlet-millet birlikteliğinin zemini alt üst edildi. Devletin temsil ettiği ahlâkî karakter, milletin ruh köküne taban tabana zıt bir anlayış üzere kuruldu. “Ahlâkî karakteri” toplumun değerlerini yansıtmayan, dolayısıyla devlet olma vasfına da eremeyen Kemalist rejim, toplum tarafından sahiplenilmemiş, rejim ile millet arasında daima bir mücadele olmuştur.

Toplumu kendi ahlâksızlığına nisbetle dönüştürmeye çalışan Kemalist rejim, kof nesiller yetiştirilmesini sağlamış, fikirlerin içini boşaltmış, gençliği idealsizleştirmiş, aile müessesesini kökten çatırdatmıştır. Kendisini kendi milletiyle ve değerleriyle mücadeleye adadığından, dışarıda da hangi devlet güçlüyse ona yamanmakta, uşaklığını etmekte beis görmemiştir. Bu rejimin, tıpkı Kemalistlere benzeyen, aslında düpedüz onun çocuğu olan, milletin imânıyla uğraşmak ve Batılı efendilerine şirin gözükmekten başka derdi olmayan Fetö “versiyonu” ilgili çarpıcı bilgiler her gün insanların ağzını bir karış açık bırakacak şekilde TV ve gazetelerden gösteriliyor. Orijinal versiyon Kemalizm’in 90 yıldır yapıp ettikleri faş edilmeye başlandığında, umarız insanlarımız küçük dilini yutmaz, yaşlılarımız ve hamile kadınlarımıza bir şey olmaz. Tüm bunlara mukabil Müslüman Anadolu insanın imânı elinden alınamamış, İslâm’ı iktidara taşıma kavgası hep devam etmiştir.
28 Şubat’ın ardından 1999 senesi itibariyle rüzgârın yönü terse dönmüş ve hem Türkiye, hem de dünyada içtimaî bir dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. İslâm sancağının düştüğü ve tekrar dalgalanacağı topraklar olan Anadolu’da bu mücadelenin en hararetli dönemi yaşanmaktadır. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen referandum ile Batı ile gerçekleşecek nihai hesaplaşma öncesinde, devletin idare şeklinde bir değişiklik gerçekleştirildi. Fakat bizim esas meselemiz devlet ile milletin birlikteliğini sağlayabilmektir. Bunun için de, Müslüman Anadolu insanının ahlâkının aksülameli bir devletin zuhur ettirilmesi zaruridir. Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “Batı’dan ithal tüm pisliklere paydos! Şimdi Milletle Devleti Kavuşturma Vakti!” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “İdare Ruhu ve Müşterek Payda” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Türkiye’deki Referandum ve Fransa’daki Seçimin Ardından” bir değerlendirmede bulunuyor.

Abdullah Kiracı, “İktisatta Temel Fikir Meselesi”ni işliyor.

Bu hafta Gazeteci-Yazar Adnan Karakaş ile Türk medyasının hâlihazırdaki durumu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Karakaş’ın “Türkiye’de medya yüzünü hiçbir zaman millete dönmemiştir” dediği bu söyleşiyi alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Vehbi Kara’nın Denizcinin Günlüğü yazı dizisi, “Arjantin Parana Nehri, Su Yolları ve Köprüleri” başlıklı bölümü ile devam ediyor.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı “Ölüm Odası B-Yedi”nin 362. bölümünün alt başlığı “Daima ‘O ve Ben’”…

Osman Temiz, “Gudde-i Sanevberî” başlıklı yazısının 12. bölümünde “Kozalaksı Bez ve Her şeyi Gören Göz”ü işlemeye devam ediyor…

Dergimizde ayrıca sizler için derlediğimiz haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…