Selâm ile…

Suriye üzerinden yeni bir dünya savaşı rüzgârı estirilirken, dünya gücü olma iddiasındaki tüm devletler bu savaştan azami menfaat elde etmek için çabalıyor. Türkiye ise bu savaştan asgarî kayıpla çıkmanın hesaplarını yapıyor. Esasında bugün verilen savaş, ihtirasları adına dünyayı bir asır evvel kan gölüne çeviren, iki büyük dünya savaşı çıkarıp tüm dünyayı sömürmesine rağmen doymak bilmeyen Batı adamının açtığı hesaplaşma çağının devamı niteliğinde. Tarih Müslümanlardan, emperyalizm ve Siyonizm’e karşı topyekûn bir mücadele bekliyor, Müslümanlar öncü gücünü arıyor ve Anadolu insanı tarihî misyonunu üstlenmek için gün sayıyor.

Savaş her geçen gün kızışırken son zamanlarda karşılaştığımız manzara, Soğuk Savaş’ın iki kutuplu dünyasında, silahların ABD ve Sovyetler Birliği tarafından sadece caydırıcılık unsuru olarak teşhir edildiği dönemi andırıyor. ABD, Rusya ve Çin başta olmak üzere birçok devlet askerî harcamalarını artırdığını beyan ederken yeni silahlarını da tanıtarak gövde gösterisi yapıyor, gözdağı veriyor; savaş atmosferinde silahlanma yarışı hızlanıyor.

Elbette maddî şartların ehemmiyetini küllî bir şekilde göz ardı edemez, bir ordunun envanterinde bulunan silahların kudretinin o ordunun insan gücüne moral-motivasyon açısından fayda sağlayacağı gerçeğini reddedemeyiz. Ancak savaşlar sadece silah gücüyle kazanılamaz. Bunun tarihte birçok misaline rastlamak mümkündür. Askerî gücün insan sayısıyla ölçüldüğü demlerde kendisinden sayıca kat be kat fazla olan orduları mağlup edenlerden, yakın tarihte düşmanın füzeleri, bombaları, tankları ve uçaklarına karşı, ellerindeki bir uzun namlulu silahla yahut hiç silahsız direnip zafer kazananına kadar misaller mevcuttur. En son yaşadığımız 15 Temmuz tecrübesi bunun halen hafızalarda son derece canlı bir örneği değil mi? Bugün Afganistan, Irak ve Filistin direnişleri, son teknoloji silahlarla insan katletmek suretiyle zafer elde edilemeyeceğinin göstergesi değil mi?

Silah gücü savaşların neticesine etki eden çok ciddi bir unsurdur, fakat tek başına belirleyici bir etken değildir. Neticeyi tayin edici amil ruhtur, yani hakka ve haklılığa olan inanç! Savaşın neticesini “insan”; askerin imanı, dayanıklılığı ve arkasındaki milletin inancı ve direnci belirler. Dünyadaki tüm kuvvetlere diyeceğimiz o dur ki; bizim imanımız olduğu müddetçe en kudretli silahlara sahip olsanız kaç yazar? “Bize Allah yeter” diyerek yola çıkan, olanca kuvvetini besleyen “ruh kökü”ne sıkı sıkıya sarılan, öldüğünde şehid olup gayesine ereceğini düşünen bir insanın imanı karşısında hangi nükleer bomba ne derece tesir gösterebilir? Ne demişti Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu:

“umut dediğin 
savaşan için 
savaşan için 
zafer dediğin. 
(…)
biliriz
zafer mutlak inananın
yani savaşanın
yani sırtüstü yatanın değil
yani inanmayanın!”

Biz de kapağımızda bu meseleyi değerlendirirken hiçbir madde şartını ihmal etmeksizin şunu söylüyoruz:

“Savaşı Silahı Olan Değil İmanı Olan Kazanır!”

Kapak mevzuumuzu Ömer Emre Akcebe, “Tekinsiz Ev Edebiyatı” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (S. Muhammed), “Korsika ve Fransa’da Cezaevleri”ndeki vaziyetten bahsediyor.

Harun Çetin, “İdeolojik Silah Hâline Gelen Bilim ve Militan Profesör” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Abdullah Kiracı, iktisat mevzuuyla alâkalı yazı dizisine “Ticaret ve Fıtrat” başlığıyla devam ediyor.

Bu hafta AK Parti Milletvekili Metin Külünk ile aktüel meseleler hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik; alâkayla okuyacağınızı düşünüyoruz.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat plânını farklı bir veçheden ele aldığı Ölüm Odası B-Yedi’nin 407. bölüm alt başlığı, “Üstün Marifet”…

Kubilay Akın Gürel’in bu haftaki yazısının başlığı “Değişen Şuur Seviyesi ve Simularklar”…

Osman Temiz, “Asklepios ve Horoz Borcu” başlıklı yazısının ikinci bölümüyle dergimizde.

M. Taha İnci, Arap Camii’nin tarihçesi üzerine bir inceleme kaleme aldı.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

İntikam hissiniz daim olsun, Allah’a emanet olun.