Selâm ile...
Türkiye, ABD ile yaşanan siyasî krizin ekonomiye yansıması ve yapılan manipülasyonlarla döviz kurlarının yükselmesi neticesinde kendisini iktisadî bir bunalımın içerisinde buldu. Dolar kuru 7 lirayı aştı, birçok firma konkordato ilan etmek için sıraya girdi. Bu kriz Türkiye’nin inşaat sektörüne dayalı, üretmeden tüketmeye endeksli ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğunu da gösterdi. Kurun ateşini düşürmek için faizde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek artışı gerçekleştirildi. Oysaki faiz, krizin üstesinden gelmek için kullanılabilecek bir enstrümandan ziyade gelecekte daha büyük krizlere yol açacak bir belâdan ibaret bir illettir. Yüksek faiz, zaten üretimin son derece kısıtlı olduğu ekonomimizde, üretim çabalarının daha da azalmasına sebep olacak, bu da daha büyük krizleri çağıracaktır. Her şeyin ötesinde faiz en büyük günahlardan biridir ve faizle yönetilen bir ekonominin feraha kavuşması beklenemez. 

Faizin yanı sıra sıcak para girişini sağlamak suretiyle ekonomik sıkıntılar aşılmaya çalışılmakta... Bu krizden ders çıkarıp çıkarılmadığını ise bu aşamada anlayacak, üretim merkezli bir ekonomik modele mi geçilecek, yoksa palyatif tedbirlerle kronik sorunlar bastırılarak gelen sıcak para inşaata mı gömülecek göreceğiz.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirirken “Türkiye Dersini Aldı Mı? Faiz=Kriz, Üretim=Kalkınma” manşetini attık. Kapak mevzuumuzu “Türkiye Dersini Aldı Mı?” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu tarihten itibaren yaşadığı ekonomik krizlerden bahsederken, bu kadar çok kriz üreten sistemin kusurlu olduğuna dikkat çekiyor. Bu vaziyetin önlenebilmesi için çözüm tekliflerinde bulunuyor.

Kapak mevzuumuzla alâkalı olarak ekonomist Uğur Civelek ile bir söyleşi yaptık. Civelek, Türkiye’nin kendisini bir anda içinde bulduğu ekonomik krizin sebeplerini anlatırken, bugüne kadar atlatılan krizlerde olduğu gibi, bugün de yaşananlardan bir ders çıkarılmadığını belirtiyor.

Yunus Ekşi, “Sosyologlar ve Toplumun Efendileri” başlıklı yazısında kapitalist dönüşüm sürecini ele alırken bugün toplumun efendisi konumuna gelen bankaların içtimaî değişimdeki tesirinden bahsediyor. 

Yine kapak mevzuumuzla alâkalı yaptığımız röportajda ekonomist Emre Alkin, devletin siyasete yön verme teşebbüsünde bulunan ve devleti tehdit eden sermayedarlara pabuç bırakmaması gerektiğini belirtiyor.

Atilla Özdür, “Andımız’a Bir Tutam Tuz da Bizden” başlıklı yazısında, bizleri 1940 ve 50’li yılların Türkiye’sine, dönemin siyasî, iktisadî ve içtimaî şartlarını anlatmak üzere götürürken toplumsal değişime de temas ediyor. Bugün yaşanan “Andımız” tartışmasının kayıkçı kavgası olarak nitelendirildiği bu yazıyı alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Kâzım Albay, “Mevlâ Değil, Mevlâna Olmalıyız” başlıklı yazısında geçtiğimiz hafta Rahmet-i Rahman’a kavuşan gönüldaşımız Kaya Balaban ile olan münasebetlerinden, 70 ve 80’li yıllarda sırt sırta vererek yürüttükleri mücadeleden bahsediyor. Bilhassa dava için çekilen sıkıntıları genç arkadaşların görmesi açısından ehemmiyetli bir yazı...

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Robert Faurisson, Negasyonizm ve Gaz Odaları” başlıklı yazısında bu hafta hayatını kaybeden Prof. Robert Faurisson’dan ve fikirlerinden bahsediyor.

Fatih Turplu, “Tedâi Bahsi Etrafında Birkaç Husus” başlıklı yazısında tedâinin ne olduğunu izah ettikten sonra esasen sübjektif bir mahiyet taşıyan bu kavramın ne durumda objektif bir hâl alacağına da değiniyor.

Osman Temiz’in, “Kadüse veya Ahenk Helezonunda Görülen Horoz” başlıklı yazı dizisi dokuzuncu bölümü ile devam ediyor. Temiz, yazısına bir hatırlatma ile başladıktan sonra kadüse sembolünü anlatmayı sürdürüyor. 

Gülçin Şenel, “Vasatın İktidarı” başlıklı yazısında Kanadalı bir felsefeci olan Alain Deneault’un bir röportajında dile getirdiği, “dünyayı vasatlar yönetiyor” tesbiti etrafında değerlendirmelerde bulunuyor. 

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...

Allah’a emanet olun...