Selam ile...

Uzun bir süredir Türkiye’den sermaye kaçırılması gündemimizdeydi. Türkiye’nin yüzleştiği ekonomik sıkıntılara sebep olanların başında büyük sermaye sahibi aile şirketleri gelmektedir. Bu şirketlerden birçoğu 90’lı yıllarda küresel sermaye ile evlilik yaptı. Aralarından su sızmıyor ve son derece profesyonelce bir koordinasyon içindeler. Geçtiğimiz günlerde Amerikan NYT gazetesinde yayımlanan Türkiye’den sermaye kaçırılmasıyla ilgili haber bu konuyu bir kez daha gündeme getirdi. 

E-mail yolu ile Malta vatandaşlığına giren Sabancılar gibi aileler Türkiye’de istihdam, hizmet, üretim vs. iddiasında olsa da, asıl iş ve hizmetin hangi küresel adreslere yaradığı, içinde bulundukları kirli ilişkilerden anlaşılmaktadır.

İlginç olan bir diğer nokta, basın aleminde bu meseleye dair konuşmaktan itinayla kaçınılıyor olmasıdır. Birçok meselede oynatılan kalemler tutuk, diller yutulmuş gibi tutum sergilenmektedir.

Oysa siyasette her fırsatta şikâyet mevzuu olan faiz sarmalının mimarları, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana milletin cebine ve emeğine musallat olmuş belaların en çetini, en çetrefillisidir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz yıl üst üste gelen ekonomik saldırılar sırasında dikkat çektiği nitelikli dolandırıcılar vatan haini olarak işaret edilirken, son on beş yılda ellerindeki sermayeyi kat be kat artıran bu zümredir. Bugün finans sektöründe faiz haramiliğini bankacılık kanunlarıyla meşrulaştırdığını zanneden bu zümre, liberal demokrasinin kazığıdır. Bu kazığı toprağımıza çakan sermaye kaçakçılarıyla hesaplaşmak kaçınılmaz olacaktır.

Dergimizin 626. sayısının kapağında, son derece ehemmiyetli olmasına mukabil kimse tarafından görülmeyen bu meseleyi taşırken manşetimizde “Kaçanlar... Kaçıranlar...” dedik.Kapak mevzumuzu “Devlet, Öküz ve Söğüş” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, devletin bütün imkânlarını seferber etmek suretiyle senelerdir beslediği ve semirttiği sermeyenin memleketten kaçmadığını, kaçırmanın yeni yollarını aradığını ele alırken, bir diğer taraftan ise gençliğin bu ülkeden kaçmak için niçin sıraya girdiği hususundan bahsediyor. 

Yine kapak mevzumuz ile alakalı olarak Mahmut Çetin ile yapmış olduğumuz söyleşiyi dikkatinize sunuyoruz.

Kâzım Albay'ın “Dava Ahlâkı” üzerine kaleme aldığı yazısı fikir ve kadro, kadro ve toplum etrafında bazı hususlara temas ediyor.

“Dava Bayrağı Dalgalanıyor” başlıklı yazısında Kerim Bozdağ, İbda hareketinin tarihi seyrinden önemli kesitler hatırlatıp davanın yürüdüğünden bahsediyor.

Haftanın akıllara durgunluk veren hadisesi, aile ve toplum hayatında eşine ender rastlanan Palu ailesi vakıası... Bu vakıa gündemin bir numaralı maddesi hâline geldi. Bu hadiseyi, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Damlaya Damlaya adlı eserinde yer alan “ölümseverlik”le alâkalı bir bölümü iktibas yapmak suretiyle değerlendiriyoruz. 

ABD yönetiminin birbirini çelen “çekiliyoruz-kalıyoruz” şeklindeki Suriye oyalamasını araştırmacı yazar Murat Akan ile konuştuk.

Osman Temiz, Horoz sembolü etrafında göndermelerde bulunduğu yazı dizisinde Fransız filozof Rene Descartes’i işlemeye devam ediyor.

Yunus Ekşi geçtiğimiz hafta marketlerde başlayan ücretli poşet uygulamasına gösterilen tepkileri değerlendiriyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...

Allah’a emanet olun...