Selâm ile...
İslâm dünyası, dört bir yandan, hem içerden hem dışardan kuşatılmış vaziyette. Batı, önce Orta Asya’nın kalbi konumundaki ülkeyi işgal edip, Afganistan’ın meşru hükümeti Taliban’ı indirdi. Ardından gözünü Irak’a dikerek İslâm medeniyetinin önemli merkezlerinin bulunduğu ülkeyi yerle bir etti, hiçbir liderin yapmaya cesaret edemediğini yapıp, İsrail’i otuz dokuz füzeyle vuran Saddam Hüseyin’i idam etti. Irak’ı kuyrukçuları vasıtasıyla paramparça bir vaziyete getirdi. Maksad belli: Müslümanlar, Batı’nın egemenliğine hiçbir direniş göstermeden tâbi olsunlar.
Arap Baharı süreciyle Müslümanlar tam ümitlenmişti ki, hadiseleri kendi çıkarları istikametinde yönlendiren Batı, Libya’da Muammer Kaddafi’yi kendi halkına linç ettirdi. Libya’da şu anda siyasî bir keşmekeş yaşanıyor.

Mısır’da Mursi’ye yaptığı darbe ile kuyrukçusu Sisi’yi iktidara taşıdı. Mısır yönetimini ele alan Sisi Müslümanlara kesintisiz bir zulüm uyguluyor. Geçtiğimiz günlerde İhvan mensubu dokuz genci daha idam etti. Tabiî ki kimseden çıt çıkmadı. Ayrıca Doğu Akdeniz’de de kullanışlı bir aparat hâline getirilen Mısır bir taraftan son teknoloji silahlarla donatılıyor, bir taraftan da FETÖ’nün başarısız olmasının ardından “ılımlı İslâm” projesinde Türkiye’nin yerine ikame ediliyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan zaten Amerika’nın emrine amade ve bütün sömürü düzeninin hem finansörü hem de “denge tankı” pozisyonunda. İsrail ve ABD, tüm bu projelerini Körfez Araplarına finanse ettiriyor, onları Müslümanların itikadının ve İslâmcı mücadelenin ifsad edilmesi için bir araç olarak kullanıyor. 

Filistin’e her gün onlarca bomba yağdırılıyor, çocuklar henüz yürümeyi ve konuşmayı öğrenemeden bombalarla ve kurşunlarla tanışıyor. Bunun maliyetine artık katlanmak istemeyen Yahudi “Yüzyılın Plânı” adı altında Filistin davasını toptan bitirmek için adımlar atıyor.
Her gün gazete ve televizyonlarda Suriye’de Esed rejimi ile destekçisi Rusya ve İran tarafından öldürülen bebeklerin, çocukların ve kadınların haberleriyle, atılan fosfor bombalarından derileri yanan ve her an ölümle burun buruna olan insanların içinde bulundukları ahvali ifşa eden görüntülerle karşılaşıyoruz. İran ise malûmunuz; ABD ve İsrail tarafından düşman olarak gösterilse de, Siyonist-Haçlı ittifakı ile İran birbirine muhtaç... 

Hülasa; Batı’nın “İnsan Hakları Beyannamesi” ve “evrensel ilkeleri” İslâm coğrafyasında geçerli değil, Siyonist-Haçlı ittifakı kendinden başka hiç kimseyi insan olarak görmüyor. Zaten Yahudilerde “goyim” diye bir kavram vardır. Yahudi olmayan her insan veya eşya “goyim”dir; Yahudi’ye hizmet etmek için yaratılmış bir araçtır. Ve siyasî arenada sergilenen hep aynı terane... Venezüella meselesi gibi. Önce iç karışıklık çıkarılacak, sonra da demokrasi getirmek vaadiyle müdahale edilecek. Demokrasi götürmek vaadiyle Irak’a giren Amerika, bir milyon sivili öldürerek kan getirdi, petrolü götürdü. Senaryo ve yapımcı yine aynı; oyuncular ve set farklı. 

Hülasa; Libya, Mısır, Suriye, Irak... Hepsinin idarî mekanizması bir şekilde Batı tarafından ele geçirildi. Bölgede iyi-kötü ayakta durabilen tek ülke ise Türkiye. Dolayısıyla artık tek hedef de Türkiye. Uzunca bir süredir devam eden Suriye Savaşı’nda, Siyonist-Haçlı ittifakının öncelikli hedefi, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti oluşturmak vasıtasıyla, Türkiye’nin içeride birtakım karışıklıklarla muhatap kalmasını sağlamak. Böylece bin yıldır kardeşlik hukukuyla bir arada yaşamış olan Türkler ile Kürtleri birbirlerine düşman etmek... Bu şeytanî plânın hayata geçirilip, İslâm sancağının düştüğü ve tekrar dalgalanacağı yer olan Anadolu’nun bu proje kapsamında parçalanması halinde, Müslümanlar dünya siyasetinde bir daha söz söyleyemez vaziyete gelecektir. 

Kapağımızda bu mevzuya dikkat çektik ve “Anadolu’yu Bölme Plânı Müslümanları Dünya Siyasetinden Silme Plânıdır” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Türkiye’ye Yeni Barbaroslar Gerek” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, İslâm dünyasının ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu manzaranın portresini çiziyor. Yine kapak mevzumuzla alâkalı olarak araştırmacı-yazar Murat Akan ile stratejist Abdullah Ağar görüşlerini Baran Dergisi okurları ile paylaştı. 

Kâzım Albay “Borç ve Faiz İlişkisi” başlıklı yazısında, Türkiye’nin kronikleşmiş bir hal alan üretim, tüketim, faiz, borç vesâir ekonomik problemlerine temas ederken sistem eleştirisinde de bulunuyor.

Malumunuz bu hafta 28 Şubat darbesinin 22. sene-i devriyesi. Ercan Çiftçi bu vesileyle “28 Şubat 1997 Darbesi Köpekler Serbest Taşlar Bağlı” başlıklı darbe sürecini anlatan bir yazı kaleme aldı. Ayrıca, Metin Külünk, Ardan Zentürk, Lütfü Oflaz, Hamza Uçan ve Murat Özer, 28 Şubat’ın medya, siyaset, yargı, sivil toplum ve sermaye ayaklarının faaliyetlerini Baran okurları için değerlendirdi. 

Kerim Bozdağ, “Seçimini Yap” başlıklı yazısında 31 Mart seçimlerine nasıl yaklaşılması gerektiğinden bahsediyor.

Bahattin Yeşiloğlu, “Dinde ve Dilde Anarşizm” başlıklı yazısında son dönemin tartışılan meselelerinden “deizm”e ve sosyal medya vesilesiyle yaygınlaşan “emoji”lere temas ediyor.

Osman Temiz, “Rene Descartes Üzerinden Örgüleştirilen ve Gayesine Erdirilemeyen Ruh ve Beden Düalizmine Dair” başlıklı yazısının beşinci bölümüyle dergimizde.

Sizler için derleyip yorumladığımız haberler ile birlikte bu haftanın muhtevası böyle...

Gelecek sayımızda görüşmek üzere...

Allah’a emanet olun...