Selam ile...

Devletin temelinde adalet yatar. Adaletin tesis edilebilmesi ise suçluları cezalandırmaktan ziyade, suç ve suçlu üreten bataklığın kurutulmasından geçer. Bataklık kurutulmadıkça suç ve suçlu sayısı sürekli artmaya başlar ve işler içinden çıkılmaz bir vaziyet alır. Cemiyetin ekserisinin Müslüman olduğu bir memlekette, yaklaşık bir asır evvel Batı’da aparmak suretiyle Batıcı temelde İslâm düşmanlığı üzerine inşâ edilen kemalist rejimin hukuk anlayışı da kökünden hastalıklıdır. Bu hastalık bünyeye öylesine sirayet etmiştir ki,  onu son derece ızdırab verici bir ameliyatla kökünden koparıp atmadıkça ülkenin felaha çıkması mümkün değildir. Evvela bu teşhisi koyalım ki, tedavinin ne olacağı hususunda da yanılma payını asgarîye indirelim. 

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, DGM’de yaptığı savunmasında şu ifadeleri kullanmıştı: “Devlet hukuk demektir. Hukukun olmadığı yerde devlet değil çete vardır!” Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu itibariyle, devletin üzerine bina edileceği adaleti tesis etmekle mükellef olması gereken hukuk sistemi, güçlü olanın güçsüze karşı kullandığı bir silah olarak tasarlanmıştır. Güç, nüfuz ve servet ile ölçülmektedir. Dolayısıyla böyle bir sistemde servet ve nüfuz sahibi olanlar, avama nazaran fazlasıyla imtiyaz sahibi olmuşlardır. Cemiyetin hukuka olan güveni hiç bir dönem tesis edilememiştir.

Güçlü devlet yapılarının ve sistemin olmadığı ülkelerde rüşvet, yolsuzluk ve hırsızlık fertlerin servet biriktirmesi adına en kolay yollardan birisidir. Türkiye de bu ülkelerden birisidir. Bürokratik çevreler devleti çete mantığıyla yönetmeye kalkmakta, hukuku da servet biriktirmelerine katkı sağlayacak bir alan olarak görmektedir.
663. sayımızın kapağında bu mevzuyu işledik ve “Yozlaşmış Yargı Sistemi Reformla Düzelmez Kökten Değişim Şart!” manşetini attık. 

Kapak mevzumuzu “Kangren Uzvu Kopmasın Diye Tuzlamak” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, adaletsizlik temeli üzerine bina edilmiş bir hukuk sisteminin, yargılama metodundaki süreçleri tashihe giderek felaha kavuşturulamayacağını ifade ederken varılacak noktayı da şöyle işaretliyor: “Bu kol ya kesilir ve senelerdir çete ile devlet arası bir berzahta kıvranan bu müessese hakiki mânâda devletleşir yahut çürümüş, kokuşmuş uzuvları tuzlamaya devam eder ve bu müessesenin ölüşüne ve yeni bir hakikisinin doğuşuna şahitlik ederiz.”

Kapak mevzumuz ile alâkalı olarak MAZLUM-DER Genel Sekreteri Av. Kaya Kartal ile bir röportaj yaptık. Kartal ile FETÖ davaları ekseninde Türkiye’deki hukukun ahvâlini, toptancı yaklaşımı, KHK ihraçlarını ve cemiyetin hukuka olan güvensizliğini konuştuk. 

Kerim Bozdağ, “Türkiye’nin Sisi” başlıklı yazısındaki Mısır’da Sisi’ye karşı düzenlenen protestolar vesilesiyle İslâm dünyasındaki kuyrukçuların bukalemun gibi her renge bürünebileceğinden bahsederken Türkiye’ye yönelik bir takım ihtarlarda bulunuyor. 

Mısır’da yaşanan hâdiselerle alâkalı olarak Araştırmacı-Yazar M. İkbal Köseoğlu ile bir röportaj yaptık. Köseoğlu, Sisi’nin Amerika için ideal bir aktör olmadığını ve Sisi’den daha iyisi bulunduğunda kendisinden vazgeçileceğini iddia ediyor.

Çakal Carlos (S. Muhammed), iç savaşın eşiğinde bulunan Venezüella’nın vaziyetinden ve Chavez’in Petrol Bakanı Rafael Ramirez’den bahsediyor.

Nazif Keskin, “Dünyayı Sömürgeleştirmenin Aracı Olarak Demokrasi” başlıklı yazısında, Batılıların sömürü düzenini hangi örgütler ve müesseselerin gölgesinde devam ettirdiğini anlatırken Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinin aydınlatılmasının Türkiye’nin bağımsızlığı yolunda önemli bir adım olacağını söylüyor.
Oğuz Can Şahin, “Bunlar Hep Laf!” başlıklı yazısı ile dergimizde...

Ayrıca sizin için derleyip yorumladığımız haberleri de dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.

Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle...

Allah’a emanet olun.