Selam ile…
İslâm sancağı, 20. yüzyılın başında Osmanlı’nın dağılmasıyla Anadolu’da düştü. Akabinde Müslümanlar başsız kalarak Batı’nın müstemlekesi hâline geldiler. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi, sancak düştüğü topraklar olan Anadolu’dan tekrar kalkacak; ümidimiz ve inancımız budur. 
 
Elbette düşman da bunun şuurunda. Nitekim Batı devletleri Türkiye’nin aslî misyonunu üstlenmesine engel ol-mak için Türkiye’nin faydasına olabilecek şeylerin; ortada kendi menfaatleri olsa dahi her zaman önüne geçmeye çalışmışlardır. Bunu her ne kadar siyasî olarak başarmış olsalar da toplumsal olarak başaramamış ve Müslüman toplumlardaki, “Türkiye Osmanlı’nın mirasçısı ve İslâm âleminin lideridir.” algısını yıkamamışlardır.
 
Batı ve özellikle de dünya siyasetine yön veren devletler, Türkiye’nin Osmanlı’nın misyonunu üstlenerek, dünyada yeni ve güçlü bir otoriteye sahip olmasından korkuyorlar. Çünkü Türkiye’nin bu misyonu üstlenerek İslâm âlemini etrafına toplaması, Batı’nın dayattığı tüm değerlerin tahribine ve ahlâksız ve adaletsiz Batı merkezli dünya düzeninin yıkılmasına yol açacaktır. Dolayısıyla kendilerinin söz hakkı olmayan adaletli bir düzen doğacak; ki bu da kendisini üstün gören Batı medeniyetinin işine gelmez. Dolayısıyla Anadolu’da güçlü bir siyasî idarenin oluşmasından çakalın uykudaki aslandan korktuğu gibi korkuyorlar.
 
Senelerdir vurguladığımız ve yukarıda tekrar dile getirdiğimiz teorinin pratikteki müşahhas örneği ise Suriye’nin kuzeyine yapılan operasyonun ardından önümüzde belirdi. Korku insana her şeyi yaptırabildiği gibi devletlere de birçok şey yaptırabilir. Uzun bir süredir mülteci kriziyle boğuşan Avrupa devletlerinin, bu krizin çözüm anahtarını elinde bulunduran ve o kapıyı açmak için Suriye’ye operasyon düzenleyen Türkiye’nin attığı adımı desteklemesi gerekirken köstek olmaya kalkması, Anadolu’da zuhur edecek güçlü idareden korkularını gözler önüne sermektedir. Tarih merkezli bir anlayışla, Türkiye’nin güçlenmemesini şu anda boğuştukları mülteci krizinden daha elzem görüyor ve bunu engellemek için var güçleriyle çabalıyorlar.

Tüm bunlar hasebiyle bütün Batı basınında Türkiye yergisi yapılıyor, Devlet Başkanı Erdoğan türlü türlü karika-türlerle hicvediliyor. Türkiye, kendisine ve üstlenme gayretinde olduğu misyona düşmanlık edenlerin korku ile verdiği kararları iyi analiz etmeli, hatalarını iyi kollamalı ve yerinde stratejiler geliştirerek Osmanlı’nın gölgesinin bile korkudan tir tir titrettiği Batı’yı kendine mahkûm etmenin yollarını aramalıdır. Elbette her şeyden önce de, aklından müstemleke olmayı bir türlü çıkaramayan, kâh Sultanahmet Meydanı’nda, kâh balolarda boy gösterip Batı’ya yaranmaya çalışanları, sahip oldukları Batıcı rejimle birlikte bu memleketten süpürmesi gerekmektedir.
 
Kapağımızda Batı basınında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile alâkalı yayınlanan bir kaç çizim ile birlikte “Batı’yı Korkutmaya Osmanlı’nın Gölgesi Yetti!” manşetini attık. 
 
Kapak mevzumuzu “Bağdadî ile Bahaneler de Öldü” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, “Batı’nın asıl korkusunun, demokratik düzenlerinin aslında ne kadar sefil olduğunun ayyuka çıkacağı” olduğunu vurguluyor.
 
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, BARAN’a vermiş olduğu mülakatta Türkiye’nin oyun bozucu bir devlet olmaktan çıkıp, oyun kurucu bir devlet hâline gelmesinin Batılı ülkeleri rahatsız ettiğini söylüyor. 
 
Çakal Carlos (S. Muhammed), İsrail’deki seçimlere, Siyonist-Emperyalistlerin mazlum milletlere saldırılarına ve Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde seyretmiş olduğu politikaya temas ediyor. 
 
Bu sayımızda Araştırmacı-Yazar Hüsamettin Aslan ile dünyanın çeşitli yerlerinde düzenlenen protestolar ve sebepleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Aslan’ın “Latin Amerika’da Arap Baharı yaşanıyor.” ifadelerini kullandığı söyleşiyi alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
 
Dergimizin orta sayfasında Türkiye’de eğitim gören veya bulunan bazı Müslüman gençlerle Türkiye’yi nasıl gördüklerine dair düşüncelerini aldığımız bir dizi demeci bulabileceksiniz.
 
Enes Bayramoğlu, “Ey Müslüman Arap Kardeşim!” başlıklı yazısında Arap Birliği’nin Arap toplumlarını temsil etmediğini ve Batı emperyalizmine çanak tutan Arap devletlerinin, ümmet coğrafyasında akan her damla kandan sorumlu olduğunu söylüyor.
 
Kerim Bozdağ, “DEAŞ Tuzağı İşe Yaradı mı?” başlıklı yazısında, Batılıların kendi ülkelerinde yaşayan ve potansiyel tehlike olarak gördükleri Müslümanları DEAŞ bahanesiyle tasfiye ettiklerini ifade ediyor. 
 
Yahya Düzenli, birkaç cümle ile geçtiğimiz günlerde Rahmet-i Rahman’a kavuşan Nazif Keskin’i anlattı.
 
Osman Temiz, “Alman İdealizminin Tohumu: Emmanuel Kant” başlıklı yazısında aydınlanmanın, “Allah’ın verdiği akılla Allah’a karşı gelmenin, dahası Allah’ın verdiği aklı beğenmeyip Allah’a karşı akıl taslamanın adı” olduğunu söylüyor.
 
Cumali Dalkılıç, “Dünyayı Güvenli Bir Yer Kılmak mı?” başlıklı yazısında 2014 yapımı olan ve Anton Corbijn’in yönetmenliğini yaptığı “A Most Wanted Man-İnsan Avı” filmini yorumluyor.
 
Ayrıca dergimiz sayfalarında sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle…
 
Allah’a emanet olun…