Selâm ile…
2016 yılının başında yirmi ülkenin en seçkin askerlerinden oluşan 200 bin kişilik “Birleşik İslâm Ordusu” kurulmuş, üç hafta süren bir tatbikat gerçekleştirmişti. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu organizasyonda, ABD ve İsrail’in kuyrukçusu olan Suud başı çekiyordu. 15 Temmuz’da Türkiye’deki askerî darbenin başarısız olmasının ardından ise ne ordunun kendisi ne de böyle bir ordu fikri bir daha gündeme gelmedi. Ehl-i Küfrün en önemli taktiği hakikati örtmek için ona sahtesini musallat etmektir. 15 Temmuz ile beraber “Ilımlı İslâm” ve sahte “İslâm ordusu” projesi çökmüştür.
 
Dünya son birkaç yıl içerisinde yeni bir sürece girdi. Mevcut dünya düzeni artık son günlerini yaşıyor ve düzenin hamisi olan ABD, dünyadaki “psikolojik” hâkimiyetini kaybetmek üzere. Yeni kurulacak olan dünya düzeninin mimarları arasında yer almak isteyen ve hamlelerini buna göre tayin eden Türkiye de ABD güdümündeki NATO ile sık sık krizler yaşıyor; özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan paylaşım savaşında yaşananlar bunun en bariz örneği. Türkiye burada hem kendi haklarını hem de kendisine yakınlık duyan ve Türkiye’nin desteğini bekleyen ülkelerin haklarını korumak istiyor. İşte bu noktada; yani Müslüman ülkelerin haklarını muhafaza etmek noktasında en önemli unsurlardan biri olarak da “İslâm Ülkeleri Askerî Birliği”nin gerekliliği karşımıza çıkıyor. Uluslararası düzende söz sahibi olunmasının yolu askerî bir güç olmaktan geçer; dolayısıyla hem Türkiye’nin hem de muhtelif Müslüman ülkelerin haklarının muhafaza edilebilmesi, ciddi ve caydırıcı bir askerî güç sahibi olmakla mümkün. 
 
İslâm dünyası günümüzde maalesef parçalanmış durumda ve nereden bakarsanız bakın bu durum net bir şekilde kendisini gösteriyor. Halkı Müslüman olan bazı ülkelerin; özellikle Körfez’deki bazı Arap ülkelerin başında ABD ve İsrail’in güdümündeki yöneticiler mevcut. Zira sahte İslâm ordusu bu eksende tasarlanmıştı. Karşılarında ise onlar tarafından dışlanan ve 15 Temmuz’da emperyalizmin hesaplarını boşa çıkaran Türkiye’nin yanında saf tutan ülkeler yer alıyor. Bu şartlar altında Türkiye’nin 2020’yi milat kabul ederek, kendi safında yer alan Müslüman ülkelerle askerî ve siyasî bir birlik kurması zarurîdir. Böyle bir birlik tesis edildiği takdirde şu anda ABD ve İsrail’in taşeronluğunu yapan rejimler de uzun süre dayanamayacaklardır.
 
Kapağımızda bu mevzuyu işledik ve “2020: İslâm Ülkeleri Askerî Birliği!” manşetini attık.
 
Ömer Emre Akcebe “İslâm Ülkeleri Askerî Birliği” başlıklı yazısında, yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususları açarken İslâm Ülkeleri Askerî Birliği’nin “niçin” bir zaruret olduğunu da izah ediyor.
 
Gazeteci-Yazar Ardan Zentürk ile Türkiye-Libya arasında gerçekleşen ekonomik ve askerî mutabakat, Tunus ziyareti vesilesiyle Doğu Akdeniz’i konuştuk. Zentürk, Türkiye’nin yeni bir askerî ittifaka ihtiyacı olduğunu söylüyor.
 
Kerim Bozdağ, “Gidiyoruz, Libya’nın İstikbâli, Türkiye’nin İstiklâli İçin” başlıklı yazısında Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaşmaların ehemmiyetinden ve muhalefetin bu anlaşmalara karşı takındığı tavırdan bahsediyor. 
 
Çakal Carlos (S. Muhammed) bu haftaki yazısında Türkiye’nin Libya girişimlerini değerlendirirken atılan adımların meşruluğunu vurguluyor. Aynı zamanda Hafter’in kim olduğundan bahsederek onun geçmişine dair önemli bilgiler paylaşıyor. Yazısının başlığı “Türkiye Tarihî Haklarına ve Misyonuna Sahip Çıkmalı”. 
 
ASDER Genel Başkan Vekili emekli albay Mustafa Hacımustafaoğulları ile gerçek bir İslâm ordusunun nasıl kurulacağını ve Türkiye’nin bu çerçevede yürüttüğü faaliyetleri konuştuk.
 
Bu sayımızın orta sayfasında 2019 yılının önemli hâdiselerinin yer aldığı bir panoramamız mevcut.
Musa Hicazî, “Bir Filistinlinin Gözünden Türkiye” başlıklı yazısında Filistin halkının Türkiye’ye bakışını anlatıyor.
 
T. Duman, “Pornografi ve Liberal Düzen” başlıklı yazısında modern insanın ve modern toplumun meselelerine dair eleştiri ve yorumlarda bulunuyor.
 
Yavuz Süleyman, “Aziz Vatanın Küçük Kıyameti İslâm Harflerinden Latin Alfabesine Geçiş” başlıklı yazısının ikinci bölümüyle bu sayımızda yer alıyor. 
 
Gazeteci Yazar Yakup Köse ile yaptığımız mülakatta 5 Ocak 2000 tarihinde Bandırma Cezaevi’ne yapılan operasyonu ve direniş sırasında; 7 Ocak 2000 tarihinde şehid olan gönüldaşımız Hasan Meriç’i konuştuk.
 
Ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.
 
Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle…
 
Allah’a emanet olun.