Selam ile…
Suriye’de henüz adı konmamış; fakat fiilî olarak uzun süre önce başlamış olan Türkiye-Suriye savaşı Rusya'nın da katılımıyla devam ediyor. Rusya, Soçi ve Astana anlaşmalarına rağmen Suriye’de rejimin mevcudiyetini tahkim etmek adına ve “terör” bahanesiyle mutabakatlar kapsamındaki yerleşim bölgelerinin üçünü yaptığı operasyonlarla ele geçirirken, şimdi de İdlib’i almak için bomba yağdırıyor. Siviller İdlib’i boşaltıp Türkiye sınırına doğru hareketleniyor. Türkiye ise iç karışıklığa mahal vermeye müsait bu durumu ortadan kaldırmaya ve akan mazlum kanını durdurmaya çalışıyor. Bunun için bölgeye sürekli askerî sevkiyatlar gerçekleştiriyor. 

Bu hafta, 3 Şubat’ta rejimin eline geçen Neyrab’ın Türkiye destekli muhalifler tarafından geri alınmasının ardından bölgede doğrudan Türk askerlerini hedef alan bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı neticesinde şehidler verdik. Esasında bu öngörülemez bir şey olamamalıydı; en azından İdlib için sürekli Ruslarla görüşen Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlığı yetkililerinin, Rusların bu görüşmelerdeki tavrından, direkt Türkiye’yi hedef alabileceklerini kestirmeleri gerekiyordu. Demek ki anlayamamışlar!
Fecaat de olsa burayı geçtik diyelim. Türk bürokratların nasıl bir halet-i ruhiyyeye sahip olduğunu ortaya koyan, Neyrab’da gerçekleştirilen saldırı için Millî Savunma Bakanı’nın, saldırıyı rejim güçlerinin gerçekleştirdiğini söylemesine ne demeli? Zira Rusya hemen akabinde saldırıyı rejimin talebi doğrultusunda kendilerinin yaptığını ilân etmişti. Buna mukabil, “bizimkiler” Rusya’ya toz kondurmamak adına “rejim yaptı” demeye devam ediyor; bu da yetmiyor heyetler arası, bakanlar arası, bilmem ne arası görüşmelerde Ruslarla gülerek poz vermeyi sürdürüyorlar. Hadi “Serakib’de sekiz, Taftanaz’da beş şehid verdiğimiz saldırıları rejim yaptı” dediniz, Rusya’nın açıktan üstlendiği Neyrab saldırısını rejime yıkmaya çalışmak da neyin nesi? Bu millet size “Amerikancılıktan-Batıcılıktan vazgeçin” dedi de “Rusçu olun” demedi ki!

Mevzunun ehemmiyetinin idrakinde olunmadığını göstermesi bakımından bir başka misal ise, bir CHP milletvekilinin Rus basınına “İdlib’de Türkiye haksız, Rusya haklıdır.” diyerek röportaj vermesi. Bu milletvekilinin mevzubahis davranışı, topyekûn CHP’nin bu memlekete ve Müslüman Anadolu halkına karşı tavrını ortaya koymaktadır. İlân etmekten korkulsa da Rusya ile hâlihazırda bir savaş verirken, içeriden birinin düşmana bu şekilde konuşması düpedüz ihanettir. Gerçekten devlet olan hiç bir devlet böyle bir harekete müsaade etmez, olmuşsa da gereğini yapar; fakat bizde ses dahi yok!

İdlib meselesindeki basiretsizlik, ferasetsizlik ve tabiî ki stratejisizlik sebebiyle fecaat arz eden bu tip hadiseler sıralanır gider....

Kapağımızda bu mevzuyu işledik ve “Madem Bu Bir Savaştır Gerekleri Yapılsın!” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “Savaşa Savaş Demeyince Barış Olmuyor” başlıklı yazısında işlerken, iktidarın bir savaşta olduğumuzu idrak etmesi ve ona göre hareket etmesi gerektiğini belirtirken, uygulanan savruk politikanın müsebbiblerini de işaret ediyor.

Gazeteci-Yazar Ardan Zentürk ile İdlib meselesini, Türkiye’nin dış politikasını ve İslâm coğrafyasında yaşananları konuştuk. Zentürk, emperyalistlerin İsrail’in güvenliğini sağlamak adına Sünnî bir güç odağının oluşmasına mâni olduklarını belirtiyor.
T. Duman, “Arı Hikâyesi (Yeni Dünya Nizamı Şimdi)” başlıklı yazısında arıların verimliliği üzerinden memleketimizin siyasî ve içtimaî ahvâline temas ediyor. Alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Bu hafta 28 Şubat darbesinin sene-i devriyesi... Aradan geçen 22 seneye mukabil hâlen cezaevinde çile çeken Müslümanlar var. Darbecilerin yargılandığı, kendilerini yargılayanların cezaevine girdiği konjonktürde, 28 Şubat darbesine direndiği için hâlâ cezaevinde tutulan Müslümanların yakınlarıyla bir dizi röportaj gerçekleştirdik. Dergimizin on iki ve on üçüncü sayfalarında...

 İbrahim Tatlı, “28 Şubat'ın Yıldönümü Münasebetiyle Erbakan” başlıklı yazısında, Erbakan’ın genel siyasî profiline ve 28 Şubat’taki tavrına değiniyor.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), Nikaragua’nın bağımsızlık mücadelesinin sembol isimlerinden “Sandino’nun Ölüm Yıldönümü Vesilesiyle” Nikaragua’da düzenlenen anma töreninden bahsediyor.

Salim Hacıhasanoğlu, “Zulûm Kanununun Yaktığı Canlar ve AK Parti İktidarı” başlıklı yazısında 5816 çerçevesindeki mağduriyetleri ele almayı sürdürüyor.

Oğuz Can Şahin, “Baran’daki Seminerler – Susam ve Zambaklar-” başlıklı yazısında, dergimiz lokalinde düzenlenen seminerler vesilesiyle John Ruskin’in “Susam ve Zambaklar” eserini ele alıyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz. 

Mübarek üç ayların tüm Müslümanlara hayırlar getirmesiyle duâsıyla... Allah’a emanet olun...