Selâm ile…

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de haklarını müdafaa etmek adına faaliyette bulunmaya başlamasıyla birlikte Yunanistan’ından Fransa’sına, diğer AB ülkelerinden kuyrukçu Arap rejimlerine ve tabiî ki İsrail’ine kadar tüm devletler diş gösterdi ve âdeta 1919 şartlarına geri döndüğümüzü gördük. “Gayesine ermemiş savaş bitmemiştir.” hâkikatinin karşısında kendimizi bir kez daha bulduk.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere şartlar yüz sene önceyle hemen hemen aynı… O zamanı hatırlayalım: I. Dünya Savaşı sonrasında Devlet-i Aliyye güçsüz düşmüş ve parçalanmıştı. Emperyalistlerin kuyrukçularına karşı Anadolu’da Sultan Vahidüddin’in iradesiyle verilen Millî Mücadele’nin ardından memleket madde plânında kurtarıldı. İstanbul’un işgal altında olması sebebiyle Ankara’da bir meclis teşekkül ettirildi. İstanbul’dan ve memleketin diğer vilayetlerinden gelen seçilmiş mebuslar faaliyetlerini burada devam ettirmeye başladı; fakat I. Meclis’e 1922 yılında yapılan darbenin ardından her şey ters yüz edildi.

"Kurtuluş Savaşıyla kurtardıklarımız"ın düşmanla birlik olması neticesinde, Milli Mücadele’yle madde plânında kurtarılan memleket mânâ plânında helake sürüklendi. Nasıl mı? Sigortalı bir işe girmeye kalksa sağlık raporu alamayacak vaziyetteki kör, sağır, dilsiz ve idraksiz kişilerin imza ettiği bir anlaşma neticesinde Müslüman Anadolu halkı öz değerlerinden koparıldı. Hukukunu, tarihini, kültürünü reddetmek şartıyla sözde özgürlüğü kendisine takdim edilen, özde ise boynuna pranga vurulup müstemleke hâline getirilen Müslüman Anadolu halkına, İsviçre’nin Lozan şehrinde imza edilen bu anlaşma bir başarı hikâyesi olarak anlatıldı. Sözde modernleşme adına Batılılaşmak için bir milletin kimliği tarihe gömüldü.

Resmî tarih, müstemleke hâline getirilmenin vesikası olan Lozan’ı milletimize başarı hikâyesi olarak anlatırken, “Lozan’ın Türkiye’nin tapusu” olduğundan bahseder ve “Lozan imzalanmasa Sevr ile İç Anadolu’ya hapsedilecektik” yalanına sarıldı. Esasında Lozan’ın Türkiye’nin tapusu olduğu iddiasının doğruluk payı var, şu bakımdan; Lozan Türkiye’nin tapusu olmasa dahi Kemalist rejimin varlık vesikasıdır. Lozan’ın sorgulanması Kemalist rejimin sorgulanmasıdır ki, dolayısıyla Kemalizm Lozan’ı cemiyete bir tabu olarak dayatmıştır. Sevr meselesine gelirsek; bu antlaşma hiçbir zaman onaylanmamış ve yürürlüğe girmemiştir; hatta görüşülmemiştir. Ayrıca Lozan, Sevr’in ufak-tefek değişiklikler ile tashih edilmiş hâlinden başka bir şey de değildir ve piyasada Sevr Antlaşması’na göre sınırları gösterdiği iddia edilen bölünmüş Anadolu haritası da bir düzmeceden ibarettir.

Hülasası, bugün Türkiye yeniden tarihî misyonunu üstlenmeye çalışırken yüz sene evvel bıraktığı şartların içerisinde bulmuştur kendisini… Eşyanın tabiatı gereği, işe bıraktığı yerden devam etmesi de mukadderdir. O günle bugün arasında yalnız bir fark var: Bugün ne Türkiye o eski Türkiye, ne de Batı o eski Batı!

Kapağımızda bu meseleyi işleyerek “Lozan Tiyatrosunda Perde Kapanıyor” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Zaman Kayması Mı, Bir Asırlık Yalandan Uyanış Mı?” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, Lozan’ın ehemmiyetinden ve bugünkü şartlarla alâkasından bahsediyor.

Kapak mevzumuz ile alâkalı olarak yaptığımız röportajlarda Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci “Lozan Rejimin Kuruluş Vesikasıdır” derken, Vehbi Kara “Lozan Miadını Doldurmuştur” diyor. Bu röportajları büyük bir alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Üstad Necip Fazıl’ın, Büyük Doğu’nun Ekim 1950 tarihli 29. sayısında “Dedektif X Bir” mahlasıyla kaleme aldığı “İsmet Paşa ve Lozan’ın İç Yüzü” başlıklı yazısını sizler için iktibas ettik.

Çakal Carlos (S. Muhammed), “Fransa, Lübnan’a Geri Döndü!” başlıklı yazısında, Lübnan’ın siyasî sisteminden ve Fransa Lübnan ilişkilerinden bahsediyor.

Sinami Orhan, 15 Temmuz davalarıyla alâkalı kaleme aldığı yazılarına devam ediyor. Bu haftaki yazısının başlığı “Ne Milleti, Ne de Erdoğan’ı Aldatamayacaksınız!”

Kerim Bozdağ, “Adım Adım Başyücelik Devletine Doğru” başlıklı yazısında bugünden düne doğru hâdiseleri ele alıp, zamanın İbda’yı işaret ettiğini söylüyor.

Bayram Aydın, “Köleliğe İtmek mi Yoksa Kanaat mi?” başlıklı yazısında lüks ile ihtiyacın karıştırıldığını ve dolayısıyla karmakarışık hayatların yaşandığını belirtiyor.

Yalçın Turgut Balaban ağabeyin Lozan ile alâkalı çizimini arka kapağımızda bulabileceksiniz.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Nice sayılarda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun.