Selâm ile...
Türkiye, cemiyeti Müslüman olmasına mukabil, kendisine düşman kutup olarak İslâm’ı ve Müslümanları seçmiş Kemalist rejim tarafından yönetiliyor. İktidara kim gelirse gelsin, ufak-tefek güç kaymalarına rağmen Kemalist bürokrasinin hâkimiyeti hiç bir şekilde kırılmıyor. İşin kırılmıyor kısmını 15 Temmuz sonrasında, kimsenin buna niyeti olmadığını müşahede ederek gördük. Müslümanlar iktidarı ele geçirecek, muktedir olacak derken, “Müslümanlar” eliyle rejimin köhnemiş fikirleri ve politik Kemalist refleksler yeniden diriltildi. Zamanında Fetölerin doldurduğu kadrolar tekrar Kemalistlere teslim edildi.

Hayatın mücadeleden ibaret olmasına karşın “yurtta sulh cihanda sulh” safsatası merkezde olmak suretiyle inşa edilen rejimin dışişleri kadroları da, diplomatından ateşesine mazlahatgüzârından en alt kadrolardaki memuruna kadar, tabiî olarak Kemalizm’in ortaya koyduğu bu safsatayı hedef addeden, “etliye-sütlüye karışmayalım, yüksek hayat standartlarıyla dertsiz, çilesiz, davasız yaşayıp” gidelim mantığını haiz bir dünya görüşüne sahip kadrolarla dolduruldu. Bu kadroların en tepesinde bulunup “Monşer” olarak anılan ezik tipler, ‘diplomasi alttan almak ve hiç bir münakaşaya girmemektir’ zannıyla, rejimin çizdiği hudutlar çerçevesinde, yurtdışında memleketin hakkını müdafaa etmek yerine, hem Kemalizm’e hem de kendilerine zarar gelmesin diye tatlı sularda yüzüp durdular. 

Dünya düzeni değişti, önce iki kutuplu dünya düzeni kuruldu, ardından tek kutuplu dünya ortaya çıktı, şimdi ise bir çok güç merkezinin ortaya çıktığı kaotik bir süreci yaşıyoruz; fakat mevzu bahis rejim savunucuları hâlâ bu köhnemiş politikaları uygulama zahmeti içerisindeler. Müslüman kimliğiyle tanınan bir iktidarın kullandığı İslâmcı retoriğe rağmen uygulanan Kemalist pratik, eğer devletlere bir psikolojik hastalık teşhisi konulacak olsa, Türkiye’ye “paranoid şizofreni” denilmesi için yeterli bir sebep olurdu.

Diplomasi, aslanın karşısında fare olmak değil, aslanın ağzındaki ekmeği muazzam bir dikkat ve cesaretle alma sanatıdır. Bunu icra edici diplomatik kabiliyetin zuhuru ise ancak ve ancak bir “müdir fikir” etrafında teşekkül ettirilmiş bir rejimin yetiştirdiği açıkgöz bir diyalektik sahibi kadrolar vasıtasıyla sağlanabilir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği ile ‘Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor’ken kurtuluşumuzun yegâne çaresi mevzu bahis rejimin inşasıdır. Kapağımızda yukarıda bahsettiklerimiz çerçevesinde Türk Dışişleri’nin ahvalini işledik ve sorduk: “Türk Dışişleri Ne İşe Yarar?” Kapak mevzumuzu Kemal Sunal’ın “Kibar Feyzo” filminde geçen bir repliğe atıfla “Ağam Bize Eğlenir” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, son günlerde Türkiye’nin yaptığı hayatî diplomatik hatalara ve zihniyete değiniyor.

Kâzım Albay, “İslâm İnkılâbının Madde ve Mânâ Şartlarına Ermek” başlıklı yazısında İBDA’nın temel ölçüleri üzerinde duruyor.
Çakal Carlos (S. Muhammed), bu hafta Chavez ve Fidel Castro'nun teşebbüsleriyle kurulan ALBA'nın geçtiğimiz günlerde yapılan zirvesinden bahsediyor.

Kerim Bozdağ, “Savaş Devam Ediyor” başlıklı yazısında Hak ile batıl arasındaki mücadelede, batılın ne türlü fitnelerle uğraştığına bir örnek veriyor.

Türkiye’de, Çin korkusu sebebiyle üzerine konuşulmaktan imtina edilse de, Doğu Türkistan’da Müslüman kardeşlerimiz insan havsalasının almadığı işkencelere maruz bırakılıp türlü zulümlere tâbi tutuluyor. Bu meseleyi Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Hidayetullah Oğuzhan ile konuştuk. Yine aynı mesele ile alâkalı olarak Faruk Hanedar’ın “200 Yıllık Zulmün Kısa Tarihçesi: Doğu Türkistan” başlıklı yazısını da dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.

Yunus Ekşi, “Büyük Savaşın Ayak Sesleri” başlıklı yazısında bütçe görüşmeleri çerçevesinde faizden bahsediyor.

Fatih Turplu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu giden süreçte yaşanan, pek söz edilmemesine rağmen tesiri büyük olan hadiseleri ele alarak mevzu bahis döneme ışık tutmaya devam ediyor. Yazısının başlığı “1914’te Yemeğe Davet Edilen Türk Subayı Kimdi?”
Nazif Keskin, “Batı Emperyalizminin Medeniyet Düşmanlığı” başlıklı yazısında tüm dünyaya kendisini muasır medeniyet olarak tanıtan Batı’nın bir medeniyet kurabilecek çapa sahip olmak bir yana “barbar” olduğunu belirtiyor.

Osman Temiz, “Fransa’ya Fransız Kalmamak” başlıklı yazısında Fransa’nın sembolü horozdan ve bu sembol etrafındaki bazı meselelerden bahsediyor.

Gülçin Şenel’in Carl Gustave Jung’un “Kırmızı Kitap”ını ele aldığı yazısının başlığı “Şuuraltına Dair Bir Günlük: Kırmızı Kitap”...
Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle Allah’a emanet olun...