İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Akıncıdenen kitlenin kurucusu ve Akıncı mefhumunun fikir babasıdır, değil mi. Ne diyordu akıncı için: Nizamına doğru hareket eden. Osmanlı Devleti varken bağlı olduğu nizam adına düşman nizamına karşı hareket ederken, şimdi bağlı olduğu dininin nizamı ortada olmadığı için her ne yapıyorsa o nizamı inşa gayesiyle yapan adam. Akıncı budur.

Osmanlı’yı tasfiye edenlerin sahte hürriyet vererek bu milleti hapsettiği düzene bu milletin düşmanlarından başka kimse razı olmadı. Tek parti zulmünden sonra bu millet demokrasiye sarılıp CHP’nin karşısında gördüğü herkese destek verdi. Bu sadece uğradığı zulme reaksiyon değil, kaybettiği nizamına geri dönüş çabası değil miydi, değil midir? Viyana’ya kadar gitmiş bir ecdadın torunları, savaşlarda erkek nüfusunu kaybedip hainlerin eline esir düşünce, karşısına umut olarak çıkan Menderes’e sırf ekmek kaygısıyla mı oy vermişti yani? 

Batıcı eğitim, batıcı hayat tarzı, batıcı sanat ve sair operasyonlarla ruhuna kastedilerek, dünya hâkimiyetine oynayan Müslüman kimliği yok edilmek istenen ve defalarca güç kullanılarak önü kesilen bu milletin bir türlü vaz geçmemesi ve 28 Şubat saldırısına karşı 2002 seçiminde seni tek başına iktidara getirmesi, kaybettiği nizamını arayış çabası değil midir? DSP-ANAP-MHP hükümeti zamanında patlayan ekonomik krizlerin etkisi inkâr edilemez ama asıl sebep senin renginin bu milletin rengiyle aynı olması, yani İslâm’ın rengi olan yeşil değil midir?

O günden bugüne kaç seçim boyunca dünya şartlarını ve içteki engelleri gözeterek verdiğin mücadele de, nizamına doğru hareket eden Akıncı mefhumuna denk düşmektedir. Danışmanların belki bunu böyle görmüyor, bilemem, ama düşmanların kesinlikle böyle gördü ve bu yüzden sana en adi hilelerle çelme takmaya çalıştı. Onların her türlü sefil numaralarına karşı iyi oyun kurarak kazanmayı başardın. Bu düzen şartları içinde senden önce benzer teşebbüslerde bulunanlar, aynı oyunlar karşısında hep kaybederken, senin kazanmayı başarman bizler için takdir ve iftihar vesilesi olmuştur. 

Oyunları bozarak ilerlediğin yolunu nihayet güç kullanarak kesmeye kalkan düşman 15 Temmuz saldırısıyla işi kökten halletmeye kalktığında, bu saatten sonra kaybetmeye tahammülü olmayan millet ayağa kalktıve saldırıyı durdurdu. Herkesin sahiplenmeye çalıştığı bu zafer hiç şüphesiz Viyana’ya kadar giden akıncının dirilmesiyle kazanılmıştır, Müslüman halkın zaferidir, İslâmın zaferidir. Başka dünya görüşüne sahip olduğu halde emperyalistlerin maşalarına vatanını teslim etmemek için milletle saf tutanların hakkını yemeye kalkacak değiliz, ama herkes farkındadır ki, bu milleti tekbir sedalarıyla tankların önüne diken işte bu Müslüman milletin akıncı ruhudur. Bu hadisede düşmanın oyununu sezip ona göre oyun kurman ve sergilediğin liderlik bile tek başına tarihe geçmen için yeterlidir. Bu erkek millet, önünde erkek görmek istedi, sen de erkekçe davrandın. Buna dost düşman şahittir.

Gel gelelim zaferle beraber zaaf da kendini gösterdi. Emperyalistlerin bizi toptan öldürüp yok etmek yerine kendi dünya görüşlerine uydurarak bu milletin ruhunu köleleştirmek için kurdurdukları sahte düzenin dayandığı kaba kuvvet, milletin yumruğuyla ezildikten sonra galip taraf olarak ne yapacağını bilememe problemi doğdu. Nizamına doğru hareket eden Akıncı, nizamını inşa için önündeki çok büyük bir engelin de kalkmasından sonra batının acıktıkça yemekte tereddüt etmediği demokrasi putu tarafından durduruldu ve ne gayeye hizmet ettiği bilinmeyen bir muvazaa gayretiyle Kemalistlerle uzlaşmaya çalışır gibi davranıldı.

Şimdi; artık bütün dünya farkındadır ki, demokrasi de dâhil olmak üzere batının dünyaya fiilî ve zihnî işgal yoluyla yaydığı fikirler hiç kimseyi mutlu etmemiştir ve kurdukları dünya düzeni birkaç Yahudi ailesinin dünya hâkimiyetinin idamesinden başka bir işe yaramamaktadır. Dünya yeni bir nizam, yeni bir kozmoloji arayışı içindedir. Üstelik bize materyalizmi, kuru akılcılığı, seküler hayatı dayatanların bizzat kendileri dinî bir mistisizme dayalı hareket etmektedirler. Anglosakson emperyalizmi tamamen Püriten Protestanizmin emrindedir. Hal böyleyken ve üstelik bizler Müslüman olduğumuz halde, bizi nizamımızdan ayrı düşürmek isteyenlere karşı yapışmaya mecbur olduğumuz demokrasiyle daha nereye kadar gidebiliriz. 

İbda Mimarı, 2013 yılı Mart ayında verdiği bir röportajda Arap Baharı hakkında sorulan bir soruya mealen, “Müslümanların, başlarındaki kukla yönetimleri devirmeleri güzel ama ne yapacağını bilmeyen adamlar iş başına geldi” demişti. Çok kısa zaman sonra aynı yıl Mısır’da İhvan hükümeti darbeyle yıkıldı. Peşi sıra Libya kargaşaya düştü ve her şeyin başladığı Tunus’ta Müslümanlar eski zalim düzen mensuplarıyla anlaşarak fiyaskoyu noktaladı. İbda Mimarı “ne yapacağını bilmeyen adamlariş başına geldi” derken ne demek istemiş, anlaşıldı değil mi? Evet, biz Müslümanız, öyleyse İslâmî bir nizam istemeliyiz. Allah’ın razı olmadığı düzene gücü yetene kadar katlanmakla gücü ele geçirdiği halde ne yapacağını bilemediği için aynı düzeni biraz yumuşatarak devam ettirmek birbirinden çok farklıdır. İlkinde Müslümanlar mazurdur, ikincisinde ise Allah katında mesuldür. Öyleyse ne yapacağını bilemediği için eski zalim ve İslâm karşıtı düzenin biraz yumuşamış haliyle devamını sağlamak, bir süre sonra o eski düzenin İslâm karşısında -haşa- haklı ve üstün olduğu iddiasını doğurur ve buna sebep olduğu için Müslüman kendi eliyle kendi sonunu hazırlamış olur, değil mi? Çok geçmeden rahatlıkla eski düzen kendini tekrar etmeye teşebbüs eder. Başarı şansı da çoktur. Arap Baharında olanları gördük değil mi? Demokratik seçimlerle gelen İhvan’ın hazin sonuna bakarak orada Müslümanların ne zaman kendini toplayabileceklerine dair bir fikri olan var mı? Ve uzun yıllar boyunca İslâmî nizam iddiasındayken Tunuslu İslâmî hareket mensuplarının eski düzenle uyuştuktan sonra insanların karşısına hangi İslâmî iddialarla çıkabileceklerini düşünebiliriz. Ne yani, materyalizm ve seküler dünya görüşü haklı mı çıktı? Artık İslâm, -haşa- hayatın içinde yaşanacak bir şey değil miymiş? Gerçekten azgın İslâm düşmanlarının dediği gibi 1400 yıl öncesinde çölde yaşanmış ve daha da yaşanmaz mı bu din? 1300 yıllık bir tecrübe ve birikim bir yalan mıymış?  “Biz demiştik ne haber” deyip gülsünler mi bize?

İşte biz de çok şükür yenilmedik ve hala bir şeyler, hayır birçok şey yapabilecek durumdayız. Sen samimi olarak bu yiğit ve mazlum milletin yanındasın. Buna samimi olarak inanıyoruz. Millet de senin yanındadır, ispata hacet yok. Allah bu millete ve sana birçok ders ve fırsat bahşetmiştir. Bu bile senin memur olduğun, sen yapamazsan da yapılması bütün Müslümanlara ihtar edilen vazifenin Allah’ın muradı ve zamanın zarureti olduğunu gösterir. Artık iflas etmiş batı ve batıcı düzen yerine Hakkın muradına muvafık bir nizam için faaliyete geçilmesi şarttır. Demokrasi şartları ve eski düzenin devamı yüzünden halktaki ahlâkî dejenerasyon, tüketim kültürü ve dünya sevgisi ve tamamıyla Kemalizmin sebep olduğu Kürt meselesi karşısında köprü ve yol yaparak oy beklemek, sonunda hayır cevabını getirebilir. Yıllar önce İbda Mimarı sormuştu, “halk İslâm dışı bir şeyi seçerse kabul mü edeceksin” diye... Evet, kabul mü edeceğiz? Müslüman ecdadımızın kılıcıyla fethedip bize miras bıraktığı bu vatanı “ne yapalım artık insanlar Müslüman olmayı değil olmamayı seçti” deyip onlara mı terk edeceğiz. Bizden sonraki nesillerin ırzı, namusu ve en önemlisi imanı ahirette bize sorulmayacak mı? Kulluk vazifesi olarak her şart altında Allahın rızasına muvafık olanı yapmaya çalışmak, yapmaya gücü yoksa yahut nefsine yenilmişse bile buna inanmak farz değil mi? Peygamber Efendimizin –haşa- risalete başladığı zaman ve yerdeki şartlardan daha mı çetin durumdayız? Yoksa biz mi istemiyoruz? Soralım bunu.

Bu milletin evlatlarının global-seküler sapkınlığın bombardımanı altında daha da ezilip deforme olmasını ve demokratik yollardan İslâma hayır diyecek hale gelmesini bekleyemeyiz, bekleyemezsin. İslâmî bir nizam ortada olmadığı ve Müslümanca bir hayat yaşamanın çok büyük fedakârlık ve sabır gerektirdiği bu zamanda, hala batılı Kemalist eğitimden geçen ve her türlü fuhşiyatla burun buruna yetişen nesillerin git gide bundan taraf olup dine sırt çevirecek hale gelmeleri tehlikesi karşımızdadır. Dinini ve istiklalini değil de nefsini ve hazlarını tercih eden ve buna tehdid olarak gördüğü İslâma karşı Amerikan işgaline bile razı olacak hainlerin türeyip çoğalacağı iklim budur. Hal böyleyken demokratik şartlar, özgürlükler ve hizmet üçgeninde bir gün sana ve bize hayır demelerinden korkmalıyız, korkmalısın. 

Tabii ki yekten “şöyle yap, böyle et” demiyoruz; denmez de zaten. Çünkü imparatorluğumuzu ve onun mirasını yok etmek için bize batılı değerleri dayatan emperyalistlerin her türlü müdahalesine karşı ülkemizi korumak için siyaset sanatkârlığını konuşturmak zorunda olduğunun farkındayız. İşi zor virajlara sokmadan ve insanımızı tehlikeye atmadan halletmeye çalışmak ve milletimizin istikbali için en uygun zemini oluşturabilmek gayesiyle demokrasi ve hürriyet alanlarını sonuna kadar ve ustalıkla kullanmak zorundasın ve ona göre hareket ediyorsun, görüyoruz. Taviz vermemek adı altında sanki bu memlekette İslâmî nizam zorla yıkılmamış, nesillerin üstünden silindirle geçilmemiş ve bu gidişe karşı duranlar hayatî bedeller ödemeye mahkûm edilmemiş gibi, oturdukları yerden ve hiçbir çile ve mesuliyet duygusu taşımadan senin yaptıklarına atıp tutanlar cümlesinden kaba ve anlayışsız bir yaklaşım değil bizimkisi. Ama vicdanımızın sesini dinleyerek dürüstçe söylemeliyiz ki, demokrasi ve özgürlükler üzerinden imkân elde etmeye bakarken her şeyi buna bağlamakla kurtuluş olamaz. Demokrasi ve onun sağladığı özgürlük alanları, milletin ve yeni nesillerin fikri ve kültürel açıdan geliştirilip yetiştirilmesine hizmet ettirilmeliyken, maalesef batıcı-seküler anlayışın daha da güçlenmesine ve İslâmî referans ve kaygıların git gide zayıflayarak içinin boşaltılmasına sebep olmuştur. Muhafazakârlık adı altında neyi muhafaza ettiğini bilmediğimiz ama cukkasını muhafazada ve çoğaltmada maharetine herkesin şahit olduğu, yemeye gelince en önde koşup fedakârlığa gelince seni yalnız bırakan eğitimli ve varlıklı tuhaf İslâmî(!) kesim de işte bu ortamda türedi. Doğru niyetle imam hatip okullarının açılıp yaygınlaştırılması gayet yerinde ve alkışlanacak bir hareket olmakla beraber, acilen İslâmî ve tutarlı bir dünya görüşüne dayalı fikrî, ahlâkî ve kültürel çalışmaların çok ciddi ve kapsamlı şekilde çoğaltılarak icra edilmesi zaruridir.

İşte geldiğimiz nokta budur. İflas etmiş düzeni değiştirip Hakkın istediği hayatın yaşanacağı nizamı inşa etmek yahut yok olup gitmek arasında bir berzah. Üstelik İslâm, nasıl bir hayat emretmişse buna uygun yaşamamızı sağlayacak bir tatbik fikri, bir ideolocya manzumesi, bir dünya görüşü, bir sosyal ve siyasî nizam projesi elimizde. İki büyük mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu tarafından inşa edilen Büyük Doğu-İbda tam ve mükemmel olarak elimizin altında. 

Müslüman kimliğinden dolayı şehid edilmiş Şeyh Said’in, Hacı Musa Bey’in ve daha nicelerinin torunu olan Kürtlerin seküler ırkçı kimliğe doğru itilip sonunda İslâm düşmanlarının payandası olmakla, “İslâm kardeşliği altında beraberiz” tesellisiyle her türlü Kemalist çelişkiye katlanmaya mecbur kalmak arasında bir berzahta kıvranmaya mahkûm edilmelerine seyirci kalamayız, kalamazsın. Yanı başımızda batıcı seküler Kürt devletlerinin kurulması an meselesidir. Nasıl ki Osmanlı’dan koparılan Araplar seküler devletlere dönüştürülüp esir alınmışsa, Kürtleri de oralarda aynı akıbet beklemektedir. Bunun önüne geçmek için bile Türkiye’nin bu sahte sınırlar dışına hurucu şarttır ki, nihayet bu yolda adımlar da senin liderliğinde atılmıştır. Peki adımların ilerlemesi durumunda oralarda yaşayan Kürtlere “Kemalist paradigma” mı dayatılacaktır? Bu hususta çözümün nedir, ne yapmak istiyorsun? Eğer oralarda bu oluşumun önü kesilemezse bunun Anadolu’daki Kürtler üzerindeki etkisinin ne olacağı da belli. Osmanlı ve Avusturya İmparatorluğunu parçalamak için her ulusun kendi kaderini tayin hakkı adı altında uydurulan ulus devlet masalıyla hapsedildiğimiz bu coğrafyada asırlardır Türklerle beraber yaşamış ve omuz omuza savaşmış Müslüman Kürt milletinin bu cendereden İslâmî bir çözümle kurtarılması Müslümanların vazifesidir, senin de başkan olarak vazifendir. 31 Mart seçiminde, batı illerinde Batılılaştırılmış Kürtler, şu kadar yıl kendilerini aşağılayan batıcı beyaz Türklerle siyasî denklemi zorlayacak derecede ciddi işbirliği yaparak, sonraki seçimlerde genç nüfusları sayesinde neler yapabileceklerini gösterdi. Bu işbirliği sürerse yakın gelecekte gerçekten hain bir iktidarın gelip bu ülkeyi paramparça etmesi tehlikesi vardır. 

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Kürt meselesi için, daha 1991 yılında, ancak İslâmî rejimle yönetilen federal bir ülkede Kürtlerin kendilerine rahatlıkla yer bulabileceklerini ve düşmanların oyununun bu şekilde bozulabileceğini ifade etmişti. Şimdi nüfusu çok artmış ve son derece politize olmuş Kürtler başka hangi çözümle kurtulur? Bu soru aynı zamanda Türkiye’nin nasıl kurtulacağı sorusuyla aynı cevaba muhataptır. Her iki soruya cevap sadedinde düşünülecek ve yapılacak şeyler için hali hazırda devlet aygıtını ve demokratik yolları sonuna kadar kullanmaktayken ileride devrimci bir hamle yapmak zarureti kendini dayatacaktır. Şimdiden bunu düşünerek adımlar atılmalıdır. 

Cümle emperyalistlerin ve hainlerin hedefi olan bir devletin başındasın. Cümle Müslümanların umudu, duası ve İslâm’ın son kalesi olan bir devletin başındasın. İç ve dış dengeleri gözetmeden hareket edemezsin, bunun biz de farkındayız. Ama artık geldiği gibi gitmez bu iş. İngilizce bildiği için yabancı basını takip edip oradan araklamalar yapan, batıcı üniversite tahsiline dayanarak mihraksız sosyolojik çözümlemeler(!) yapan, sen ne yaparsan anlamadan buna güzellemeler yapan ve yaptığın hiçbir şeyin içini dolduracak sağlam fikri alt yapıya sahip olmayan ufuksuz köşe yazarları ve içlerinde gerçekten işe yarar adamların var olduğunu umud ettiğimiz -var mı bilmiyoruz- danışmanların görüşleriyle buraya kadar. Demokrasi ve muvazaa arayışıyla varılacak son nokta budur. En kötüsü düşman da bunun farkındadır. Türlü türlü ayak oyunları ve müdahale çabaları yerine sadece insanların hazlarını kışkırtmak ve Kürt meselesini kaşımaya devam etmekle yetinerek bile başarı umabilirler.

Bazı akıl danelerinin dediği gibi toplumsal mutabakatla çözüm diye bir şey olamayacağını hep beraber gördük. Toplumsal mutabakat denen şeyin hangi rejimin hangi hayatî meselesinde rol oynadığını hangi tarih kitabı yazmış ben görmedim. Görenin gözlerinden, yazanın ellerinden öperim. 15 Temmuz saldırısı esnasında bile toplumsal mutabakat görülmemişken, bir kesim canını ortaya koyduğu halde diğer kesim marketten makarna toplamaya bakar ve tankları alkışlarken ve bu Türkiye’nin gerçeğiyken, yani bir tarafta batıcılık adına İslâm’dan nefret eden kemik bir kesimle diğer tarafta Müslüman millet, ancak “futbol maçlarına bedava bilet olsun mu” konusunda mutabakat sağlar. Toplumsal mutabakat dedikleri bu muhteşem(!) fikrin sahipleri, sadece riskli gördükleri meselede karşı tarafın onayını bekleyen zavallı muvazaacılardır ve bunların yeri Norveç parlamentosu yahut kanarya sevenler cemiyetidir. Türkiye gibi bir ülkede hele ki şu demlerde seni en çok tökezletecek adamlar bunlardır. Fırsat senin eline geçtiğinde seni durdurup iki ileri bir geri hareket etmeye sevk eder ve fırsatı heba etmene sebep olurlar. Mutabakat ancak homojen toplumlarda olur yahut güçsüzlük gibi zaruri şartlar karşısında asgari müştereklerde buluşmaya çalışılır, yoksa yapma fırsatı ve imkânına sahip olduğun şartlarda birilerinin yapacağı gürültüyü hesap edip onların rızasını arama gayreti işi tavsatmaktan başka işe yaramaz. Çözüm sürecini hatırlarsak, devrim çapında bir teşebbüs ve ağır riskle giriştiğin bu harekete karşı birileri çok gürültü yapsa da Müslüman halk derhal rıza göstermişti, bu herkesin hafızasında. Her türlü sabotajla işin baltalanmış olması ayrı dava, ama Müslüman halkın umumi olarak tavrı müsbetti.

Bu şartlar altında ne yapmak istiyorsun? Bunca emekten sonra her şeyin bir seçimle alt üst olmasını istemezsin. Demokrasi popülizm ister. Peki, hangi popülizmle her seçimi kazanabilirsin? İbda Mimarı’nın mealen, “şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu ifa etmeye zorluyor” sözünü hatırlatırım. Şartlar Türkiye’nin başkanı olarak en çok seni zorluyor. Her türlü fırsat ve teşebbüs gücü senin elinde. Artık eski paradigma üzerinden giderek kör topal devam eden statükonun yürümeyeceği açıktır. İç ve dış, tabii ki özellikle dış şartları gözeterek, ne yapman gerektiği meydanda. Her zor karşısında tabanları yağlayan, menfaatinden başka bir şey düşünmeyen, vicdanı yalama olmuş adamları kullandıysan ne ala, ama 31 Mart onların da son kullanma tarihi olarak kayda geçti. Onlarla bu saatten sonra hiç bir şey başaramazsın. Hâlbuki Müslüman halk, yani bu devleti ayakta tutan, açken bile fedakârlık yapan, sen istedin diye bir avuç dolarını bozduran, tankların altında ezilen, partili kodamanlar tarafından adam yerine konmadığı halde şu memlekette adam olarak tek seni gören millet senin yanındadır. Kurtuluş reçetesi olarak da Büyük Doğu-İbda fikirler manzumesi elinin altındadır. 
Karar senin, takdir de Allah’ındır.

Baran Dergisi 639. Sayı