“Beka Sorunu” son günlerde belki de en çok duyduğumuz terkip. Beka kelimesinin Türk Dil Kurumu’ndaki anlamı “kalıcılık, ölmezlik.” Diğer anlamı ise “bir devletin toprak bütünlüğünü, ahdi hukukunu ve anayasal düzenini iç ve dış tehditlere karşı koruması suretiyle hayatiyetini devam ettirmesi.”
Seçim sürecinde “beka sorunu” diye diye oy toplandı. “Beka sorunu ama ne olduğunu boş ver, beka işte.” Kimsenin gayretine ve makamına halel getirmek istemiyorum; ama muhtar dahi “mahallenin bekası” diyecek kıvama getirildi. Mahiyeti ne büyüktü oysaki. Fakat sağ olsunlar bu kelimeyi de öyle cümlelerin içinde kullandılar ki, kullanılması gereken cümleler içinde dahi sırıtmaya başladı.

Bizim mevzumuz Müslüman’ın beka sorunudur. Filistin’in, Kudüs’ün yani Mescid-i Aksa’nın beka sorunudur. Arakan’ın beka sorunudur. Doğu Türkistan’ın beka sorunudur. Hülasa İslâm âleminin beka sorunudur. “Yok bizim meselemiz sadece Türkiye” diyen varsa, her şeyden evvel Türkiye’nin tarihî misyonundan bîhaber demektir. Ayasofya’nın hürriyeti ne kadar bizim meselemizse, Mescid-i Aksa’nın hürriyeti de o kadar bizim meselemizdir.

Said Nursi Hazretleri’nin şöyle bir ifadesi var ki hâli pürmelalimizi çok iyi ifade ediyor; “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!” Said Nursi Hazretleri’nin bu ifadesinin ardından kendi nefsini değil cemiyetin imanını kurtarmak gayretinde olduğunu söyler. Her Müslüman aslında çok iyi bilmekte imanı kurtarmanın her meseleden daha önemli olduğunu; ama nefsî gündemlerimiz ne hikmetse hep “Müslümanca yaşayıp Müslümanca ölmek” davasının önüne geçiyor. Davayı asliyemiz olan Müslümanlığı unutmamakla, şartlar ne olursa olsun Allah’ın emirlerini yerine getirmekle mükellefiz. İslâm âleminin lideri olarak görülen bir memlekette, memleketimizin bu vasfıyla her daim böbürlenirken, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekte ve namaz noktasında dahi zayıflık gösteriyoruz. Bunun murakabe ve muhasebesini, Müslümanların kendi vicdanlarına bırakıyorum.

Memleketimiz ve İslâm âleminin içinde bulunduğu vaziyet ise nefsine söz geçiremeyen biz Müslümanların, rahatına düşkünlüğünden ve mücadele zafiyetinden kaynaklanıyor. Hürriyet mücadelesine ise başta ıstırap çekmekle başlamalı, mücadelemiz üzerine tefekkür etmeli ve çözüme kavuşturacak fikrin her sahada tatbiki ile en kısa sürede vazifelenmeliyiz. Peki biz hangi aşamadayız? Istırap mı, tefekkür mü yoksa fikrin her sahada tatbiki mi?

Her problemin çözümü sistemli bir çalışma ister. Bazı problemler ise tek başına halledilirken bazı problemlerin çözümü için iştirak gerekmektedir ki Filistin meselesinin çözümünde de İslam ülkelerinin iş birliği elzemdir. Yahudi devleti kendi davasının peşinde. ABD, Kudüs’ü Yahudi devletinin başkenti olarak tanıdığını ilan etmesinin ardından, şimdi de Golan Tepelerinde Yahudi devletinin egemenliğini tanıdığını söylüyor. Müslüman devletlerin liderleri ise hâlâ kınama mesajları yayınlıyor ama Müslüman ülkelerin artık farklı bir aksiyon ile cevap vermelerini bekliyoruz. Bu aksiyon ruhu kendilerinde yok ise Büyük Doğu nizamı ile tanışmalarını, İslâm davası şuurunun sistemli bir model ile kalıcılığını sağlamak suretiyle hayata geçirilmesinin İslâm ülkelerinin aradığı nefes olduğunu düşünüyoruz. Yani demem o ki; büyük bir davamız ve bu davanın her meseleden, derece derece ve kat kat fazla beka sorunu var.

Baran Dergisi 638. Sayı