Eşya ve hadiselere bakışta, neden ve niçin suâllerine kişinin kendisini aşan cevablar verememesinden doğan anlayış, zihniyet ve düzenlerin, dünya çapındaki fert ve toplumlarda nasıl bir tahribat meydana getirdiği bugünün dünyasında iyiden iyiye ayyuka çıkmış bulunmaktadır

Hep ben, ben, ben diyen ve bu bakış açısından doğan beşerî krizleri çözmek yerine yine kendi çıkarı adına krizleri bile istismar vasıtası gören bir anlayış… Evet, çıkar deyince ilk olarak akla para, servet geliyor; fakat bunun üretim ve tüketim münasebetleriyle her iki faaliyetin de finansmanını ele alan iktisadı aşan bir tarafı var. Şöyle ki, iktisadî hayatı belli kişi ve zümrelerin çıkarına olacak şekilde istismar sahasına dönüştürebilmek için bile siyasetten akademiye, hukuktan eğitime, sanattan edebiyata kadar beşerî faaliyet sahalarının hepsinin birden bu çıkar istikametinde tertib edilmesi gerekir. Soğuk Savaş döneminde Amerika ve Avrupa ile Sovyetlerin kendi hâkimiyet alanlarında bütün bu faaliyet sahalarını kendi zihniyetlerine göre düzenlemeleri, Soğuk Savaş’tan sonra ise kazanan Amerika ve Avrupa’nın, büyük sermaye sahibi şirketleriyle beraber globalizm adı altında bütün dünyadaki üretim ve tüketim ilişkilerini yalnız kendi çıkarına olacak şekilde yeniden tertib etmeye çalışması buna misâl olarak gösterilebilir.

Aslına bakacak olursak, bir dünya görüşünün insanî faaliyet sahalarını kendisine göre ele alması ve yine kendi bütününe uygun olacak şekilde tertib etmek istemesi son derece tabiîdir. Batının da böylesi bir girişimde bulunmasında aslında yanlış bir şey yok; burada yanlış olan, yalnız belli zümrelerin menfaatini önceleyen ve hiçbir mutlak tanımadığı için adaleti tesis etmek noktasında başarısız ve kötü dünya görüşlerine göre dünyayı tertib etmeye kalkmasındandır.

Evet, mutlak olan, yâni şuurun mutlak verileri diyebileceğimiz, fert ile fert ve fert ile toplum arasında adaletin tesis edilebilmesi, muvazenenin kurulabilmesi için insanı aşkın iyi, doğru ve güzel ölçütleri.

Erdoğan’ın İslâm İktisadı ve Finans Merkezi Çıkışı

Erdoğan, İslam Kalkınma Bankası’nın kuruluşu olan İslami Araştırma ve Eğitim Enstitüsü’nün koordinasyonunda, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Uluslararası İslam Ekonomi ve Finansı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliğiyle bu yıl 12’nci kez düzenlenen Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Konferansı’na (IIEFC) telekonferansla katıldı. Konferansın ülke, bölge, dünya ve insanlık için hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan, etkinliğe yurt içi ve yurt dışından katılanlara da katkıları için şükranlarını sundu.

“İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır” diyen Erdoğan, şöyle devam etti: “Aşırı finanslaşma toplumsal ve insanî maliyetlerin dikkate alınmadığı sadece rant kaygısıyla hareket eden obez bir ekonomik model ortaya çıkarmıştır. Uzun vadeli büyük altyapı yatırımlarının finansmanı için sukuk (İslâmi bankacılıkta borç senedi) gibi ürünlerin kullanımının yaygınlaştırılması gerekiyor.” dedi ve ekledi “Kıtaların ve kültürlerin kavşağında yer alan İstanbul'umuzu İslami finans ve ekonominin de merkezi yapmayı hedefliyoruz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “76 milyon, hep birlikte Büyük Doğu’yu inşallah inşâ edeceğiz.” açıklamasından sonra olduğu gibi “İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır.” açıklaması da ne hikmettir ki görmezden gelindi, yok sayıldı. Hakikaten de hayret. Bu memlekette ruhî sefalet, alçaklık adına yapılan yahut yapılmayanlar arasında hâlâ şaşıracağımız şeyler kalmış olmasına hayret. Köpek sürüsü kadar kalabalık, sığır sürüsü kadar semirtilmiş ve bir de insan kadar imtiyazlı tiplerin, sahiblerine karşı bu denli nankörlüğü gerçekten de hayrete şayan. Onu geçtim, karşı taraftaki İslâm düşmanlarından da tık yok. Yalnız Sözcü Gazetesi’nde biri çıkmış, o da çok akıllı ya, “İslâm iktisadı varsa… Hristiyan ya da Musevî iktisadı da var mı?” diye soruyor ve ekliyor, “İslâmî iktisad ne demek? Ekonomistlerle ya da bu konuya kafa yoran akademisyenlerle konuştum. Şu sonuca vardım: Hristiyan iktisat, Musevi iktisat vs… Böyle bir iktisad yok! Şu var: İslâmî finans.”

Esasında Sözcü Gazetesi yazarı ve onun danıştığı kafalar tersinden de olsa doğru söylüyorlar. İslâm’da bir iktisadî nizam yoktur. Üstad Necib Fazıl’ın “İslâm’da idare şekli yok, ruhu vardır” dediği gibi, İslâm’da bir iktisad modeli yok, ruhu vardır.

Peki, o zaman Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta ortaya attığı, global krizden insanlığın çıkışının anahtarı dediği İslâmî iktisad nedir?

İslâm İktisadı

Günümüzde iktisadî sistemler her ne kadar sanki bir dünya görüşü-sistemmiş gibi ele alınıyorsa da, bir ekonomik sistem, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun İktisat ve Ahlâk isimli eserinde de geçtiği üzere tam tersine bir dünya görüşü-sistemin sadece bir unsurudur. İslâm iktisadı denildiği zaman anlaşılması gereken, İslâm’a muhatab bir anlayış, bu anlayışın dünya görüşü ve bu dünya görüşüne göre şekillenmiş alt sistemlerden biri olarak İslâm iktisadı anlaşılmalıdır. Sözcü yazarı İslâm’ın iktisada bakan yüzünü yalnız faizin haram olmasında aradığı için, işin yalnız finans kısmına takılıp yanılıyor; oysa ki fert ile fert, fert ile toplum arasındaki bütün münasebetleri düzenleyen, iktisadın en temel meselesi olan beslenmeyi haram ve helâl gıdalar ile çerçeveleyen, zekât müessesi olan, kul hakkını önceleyen, miras hukuku olan bir dinin iktisad ile alâkası olmadığını söylemek için ya İslâm’ı, ya iktisadı veyahut her ikisini de bilmemek icab eder. Söz medeni kanundan açılmışken…

İslâm Ekonomi ve Finansının Merkezi Olarak İstanbul

Çin Ulusal Halk Kongresi uzun yıllardır üzerinde çalıştığı Medeni Kanun’u yasalaştırdı. Medeni hukuka ilişkin mevcut düzenlemeleri bir araya getirerek önemli yenilikler öngören düzenleme, hem medeni hukuk hem de bilişim-teknoloji hukuku açısından önemli detaylar içeriyor.

1260 maddelik kanun 1 Ocak 2021’de yürürlüğe girecek. Böylelikle 2017’de ülkede yürürlüğe giren “Medeni Kanun’un Genel Hükümleri” düzenlemesi de tamamlanmış olacak.

Çin, yaşanan bu kriz sürecinde Batı sermayesini elinde tutmak ve dünya ekonomi ve finansının merkezi olmak iddiasıyla medenî kanununda bir değişikliğe gitti. Bunun için de Türkiye’nin İsviçre yaklaşımının (Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu şeklinde iki ayrı kanun) aksine Çin, Alman yaklaşımını benimseyerek her iki meseleyi de bu kanunda düzenlemiş bulunuyor.

Peki, Çin Batılı sermayeyi elinde tutmak ve daha fazlasını da ülkesini çekmek için her bakımdan gün be gün Batılılaşırken, Türkiye’nin İslâm ekonomi ve finansının merkezi olması için ne gerekiyor?

Müslümanlar, İslâm hukukuna uygun olmayan Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’na rağmen niçin Türkiye’yi İslâm ekonomisi ve finansının merkezi olarak kabul etsinler?

Cumhurbaşkanı Erdoğan krizden çıkışın anahtarı olarak İslâm iktisadını işaret ediyor, İstanbul’un İslâm ekonomi ve finansının merkezi olması gibi bir iddiada bulunuyor; fakat bunların nasıl gerçekleşeceğine kafa patlatan bir tane bile adam yok memlekette. Hattâ bir adım daha ileri gidersek, Erdoğan’ın ne dediğini onun çevresinde anlayan kimse var mı, o da şüpheli.

Beşerî Krizlerin Anahtarı

Tekrar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır.” sözüne dönecek olursak...

İslâm, sakat olmayan İslâm’a muhatab bir anlayış, bu anlayışın dünya görüşü, bu dünya görüşünün fikir sistemi, bu fikir sistemin bir unsuru olan iktisadî sistem, ekonomik krizden çıkışın anahtarı olduğu gibi, böylesi bir iktisadî anlayışı doğuran fikir zaten bütün beşerî krizlerden de çıkışın anahtarıdır.

E bakın şimdi yine geldik Büyük Doğu-İbda’ya. İslâm’a Muhatab Anlayış’ı yenilemiş, fert ve toplum meselelerine çözüm getirecek dünya görüşünü bu anlayışa nisbetle örgüleştirmiş ve bu dünya görüşüne uygun fikir sistemini inşâ etmiş başka kimse yok bizim bildiğimiz kadarıyla.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “76 milyon hep beraber Büyük Doğu’yu inşâ edeceğiz” açıklaması ile “İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır.” açıklamaları şimdi nasıl da birbiriyle örtüştü değil mi? Erdoğan’ın her iki açıklamasını birleştirip, daha kapsamlı bir şekilde söyleyecek olursak:

Büyük Doğu İbda, dünya çapında yaşanan beşerî krizlerin tamamından çıkışın anahtarıdır!

Baran Dergisi 701.Sayı