Değişen ve farklılaşan dünya ile birlikte insanın belli başlı ihtiyaçları da bu minvalde farklılık göstermektedir. İlmî ve fikri manada ortaya koyulan eserler de, ihtiyaçları giderme hususunda bize kolaylık sağlamaktadır. Lakin, bizler bu kolaylığın getirmiş olduğu birikim karşısında ekseri olarak gaflete düşmekteyiz. Elimizde bulunan deniz kabuğunun içindeki inciyi görememekte; elimizde olanın kıymetli bir maden olduğunu anlamaktan da gafil olmaktayız. Dünyanın “zevk” dolu gafletine düşerek düşünmeyi bir kenara bırakmakta, maalesef çağa mağlup olmaktayız. Halbuki biz Müslümanlar öyle bir dinin mensubuyuz ki, 1440 yıldır eskimeyen ve her bulunulan çağa hitap eden bir ilahi kitap ile müşerref kılındık. Hadis, Sünnet, İcma be Kıyas ile tahkim edilen, dinimizin ölçülerince hayata tutunmalıyız!

Dünya değişiyor; lakin değişen dünyaya ayak uydurmaya çalışılırken bağlı bulunduğumuz köklere hıyanet etmemeliyiz. Kur’an’da Allah dünya hayatını suya benzeterek şöyle demiştir: “Onlara dünya hayatının örneğini de ver: O gökten indirdiğimiz su gibidir.” (1) Burada hikmeti haiz birkaç şeyden de bahsetmek gerekir: “Su bir hal üzere kalmaz. Dünya da bir hal üzere durmaz, daima değişir.” Bir diğeri ise; “Su, olması gerektiği kadar olursa faydalı olur, gereğinden fazla olursa zararlı olur ve maraz verir. Dünya da öyledir, olması gerektiği kadar olmalıdır. Fazlası zarar verir ve insanı helak eder.” (2)

Buradan da anlaşılacağı üzere Müslüman fertler olarak değişenin ardına takılıp gitme cehline düşmeden, değişenin ne olduğunun idrakinde olarak onu kendimize uyarlayıp bir hal ortaya çıkarmak gerekliliğini görmekteyiz.

Din, zarurettir. İnsanın hayatını idame ettirirken, ferde yön verecek belli başlı kaideleri sunar. Lakin bu kaideleri öyle bir merci sunmalı ki, insanı çok iyi tanımalı, yönlerini bilmeli, nerede nasıl davranacağını işaret etmeli. Müslümanlara düşen vazife, hem dinî ilimleri bilmek ve imkân nispetince yaşamak, hem de hayattan kopan ruhbanlık gibi olmamak için dünyadan gerektiği kadarını alıp işe yarar hale getirip sunmaktır. Dolayısıyla cemiyetçi bir dinin müntesipleri olarak toplumla iç içe olmak, akla hak ettiği kıymeti haddince veren bir inancın bağlısı olarak tabiat ilimlerine de eğilmek lâzım gelir.

“Tabiat ilimleri, insanoğluna maddî kuvvet verir. Fakat maddî kuvvetin nerede ve nasıl kullanılacağını öğretmez. Bu onun vazifesi değildir. Tıpkı kibrit gibi. Kibrit size ateş verir ve bu ateşle siz bir evi sakinleriyle birlikte yakabildiğiniz gibi, onunla yemek pişirir veya kendinizi ısıtabilirsiniz. Maddeyi nerede ve nasıl kullanacağını insana öğreten dindir. Din insanın, kendi kuvvetinden hakkıyla nasıl faydalanacağını ve Allah’ın insana vermiş olduğu kuvvetin zulüm ve suçlara, kötülük ve düşmanlıklara yardımcı olmasını şiddetle yasaklar.” (3)

Değişen dünyada Müslümanlar için en büyük tehditlerden biri de tahrif edilmiş dinleri dahi aşan küfrün dinin olmadığı bir toplum oluşturup insanları istediği gibi yönetme arzusudur. İnsanın hayatını nizam ve asayiş içinde sürdürmesini sağlayan, insana meşakkat yüklemeden fıtratına uygun şekilde vazifeler yükleyen dini yok edip, hakiki değerler yerine, kof düşünceleri enjekte etmeye çalışıyorlar. Böylece, hakiki değerler yerine ruhsuz bir insan topluluğu düşlüyorlar. Yaratıcıya ve onun nizamına bağlı kalan insanın kökleri sağlam olduğundan, o köklere kezzap döküp işlevsiz hale getirmeye çalışmaktalar. Misal vermek gerekirse: Kimi vakit bu uğraşları meal Müslümanlığı kisvesinde görmekteyiz. Kimi vakit ise hadislere şüpheli yaklaşımlar sergileyen kuru akılcıları seyretmekteyiz. Allah bizlere İslâm ahlâkı ve İslâm aklı ile davranmayı nasip etsin.

Dipnotlar

(1) Kehf Suresi, 18/45

(2) Ömer ÇINAR, Letâifu'l Kur'an, s. 97 – 98

(3) Hasan en-Nedvi, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, s. 304

Baran Dergisi 706.Sayı