Bilindiği üzere son 100 yıldır üzerinde yaşadığımız coğrafya siyasî, sosyal ve kültürel açıdan büyük bir felakete uğramış, bütün içtimaî şubeleriyle bir kriz içine girmiş ve bu kriz bir türlü giderilememiştir. Senelerce üst üste biriken ve her biri bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi katlanarak toplumların üzerine binen problemler, bu coğrafya üzerindeki memleketlerin evvela iç savaşlar yaşamasına, sonra sözde bağımsızlık kazanmasına ve ardından da “muasır medeniyetler” seviyesi olarak addedilen fakat bugün ulaştığı nokta itibariyle “rezil bir hayat anlayışı”nın içine girmesine sebep olmuştur.
Devletler “Bürokratik Çete”ler Tarafından İdare Ediliyor
Bu meselenin tarihî ve sosyolojik geçmişinden bahsetmenin yeri burası değil; fakat şunu hatırlatmak isteriz ki, insanlık tarihine baktığımızda her kemâl devrini bir zeval devrinin, her zeval devrini ise bir kemâl devrinin takip ettiğini görürüz. Bu kısacık, fakat meseleyi toplu bir şekilde izah eden, kemâl ve zeval meselesi günümüz dünya politikasını ve hususî olarak Türkiye’nin politikasını da izah etmektedir. Şöyle ki: Bugünün politikacısı eskinin atak, cesur, planlı, dirayetli ve geleceği hesap eden ve buna göre siyaset güden politikacı tipinin tersine tutuk, çekingen, günübirlik düşünen, lobilerin, lobilerin efendilerinin vs. şeklinde uzayacak bir kıskaç içerisinde hareket eden tiplerden oluşmaktadır. Buna bağlı olarak da günümüz dünyasında devletler, adeta kendisinin varlığını bir heyûlâ gibi her meselede hissettiğimiz, ama bir türlü yapılan yanlışların hesabını soramadığımız “bürokratik çete”ler tarafından idare edilmektedir.
“Ortadoğu’da İsrail Diye Bir Devlete Yer Yoktur”
Bugünün kaos manzarasına bakarak, ne eski İngiliz siyasetinin dehâsından, ne 1945 ve 2000 arasında gücünün zirvesine ulaşan Amerikan hâkimiyetinden, ne de Asya’ya baştan başa pençesini geçiren Moskof ayısı Rus’un hâkimiyet hülyasından bahsetmek zor; fakat, insanın, insanlığın düşmanı olan ve nerede bir birlik görse onu dağıtmayı, sonra dağıttığı birlik içerisinden başka bir birlik tesis etmeyi ardından da o tesis ettiği birliği tekrar dağıtmayı başaran Yahudi devleti İsrail için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bugün mevzu etmekte olduğumuz Kuzey Irak referandumundan yola çıkarak Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ortadoğu’da İsrail diye bir devlete yer yoktur” teşhisinin alelusul bir sözden öte bu coğrafyanın niçin bir türlü refah ve huzura eremediğini, bu coğrafyanın niçin bir mülteci panayırına döndüğünü, bu coğrafyanın ne sebeple kan ve gözyaşından başka bir ekmeği olmadığını da anlatmaktadır.
Müslüman Olmamızın Gerekliliklerini Yerine Getiriyor muyuz?
“Kahrolsun ABD, Kahrolsun Siyonizm, vs.” kolaycılığına düşmeden belirtelim; nasıl ki, Yahudi, İslâm dünyasını içten içe kemiren Şiî fitnesini Ehli Sünnet vel Cemaat’e karşı tefrika çıkarmak için güçlendirmeye giriştiyse; bugün de İttihad-ı İslâm dâvasının omuz omuza sancaktarlığını asırlarca yapmış ve gelecekte de yapacak olan Türkler ile Kürtleri birbirinden tamamen koparmaya uğraşmaktadır. Küfür hüviyetinin gereğini yapıyor da; peki ya biz, Müslümanlar, sözde Müslüman devletler ve sözde Müslüman idareciler, Müslüman olmamızın gerekliliklerini yerine getiriyor muyuz? Cevap basit: Getiremiyoruz; çünkü yapmış olsaydık, hiçbir fitne İslâm dünyasını lime lime bölecek, paramparça hâle getirecek çapta tesir etme kabiliyetine erişemezdi.
Baran Dergisi’nin 559. sayısında bu meseleyi değerlendirdik ve “İttihad-ı İslâm Davasının Ayrılmaz İki Kardeşi: Türkler ve Kürtler” başlığı altında mevzumuzu işledik.