Gerçek Hayat dergisinin pazartesi günü yayımlanan sayısının kapağında yer alan “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim? – Hilafet İçin Toparlanın” başlıklı kapağı tartışmayı da beraberinde getirdi.

Hilâfet ve cumhuriyetin daha ne olduğundan bile habersiz Lâik, Kemalist küfür yobazlarının bu kapağa gösterdikleri tepki bir yana, Müslüman Anadolu da bu kapaktaki çıkışı yersiz buldu.

Gelen tepkiler üzerine Gerçek Hayat dergisinin genel yayın yönetmeni Kemal Özer bir açıklama yaptı ve henüz yayınlanmamış dergi okunmadan, muhtevasına bakılmadan eleştirildiğini ifâde ederek, kapaktaki ifâdeden muradın Müslümanların birlikteliğini savunmak olduğu, Müslümanların birlikteliğini istemenin ne zamandan beri provokasyon sayıldığı minvalinde açıklamalar yaparak gelen tepkileri bastırmak istedi.

Evet, dergi muhtevasından yayınlanan parçalara bakıldığında gerçekten de bir İslâm birliğinden bahsedildiği görülüyor, doğru; fakat hilâfet, İslâm Birliği demek midir ki, bu muhteva üzerine böylesi bir manşet atılıyor.

Üstad Necib Fazıl der ki; “Diyalektik fikrin kendisi değil, düzenidir, nizâmıdır. Bir meseleyi anlatırken herkesin bir diyalektiği vardır. Anne kızını paylarken bile bir diyalektik sahibidir. Hangi sözü öne alır, hangisini sona bırakır ve ne taraftan ikna eder, nasıl inandırır? Onun için diyalektik, ilmî bir tabirle, sözde, kelâmın içinde, fikrin tahkiyesi, sıralanışı ve düzenidir.”

Diyalektik sahibi olmadan, böylesine ince meselelere kaba saba şekilde el atılmasından doğan bir düzen belirtmeyen ciddiyetsiz iddia ve ifâdelerin faydadan çok zarar verdiği bugüne kadar defalarca kez tecrübe edilmedi mi?

Ortada bir İslâm devleti yok, İslâm hukuku yok, İslâm ekonomisi yok, İslâmî eğitim yok, İslâmî kamu düzeni yok, o yok, bu yok, hattâ bunun derdiyle dertlenen de yok; ama “hilâfet isterük”.

Un, yağ ve şeker yokken çıkıp helva isterim demek ne kadar absürtse, bu çıkış da o kadar absürttür.

Hilâfet, daha önce de defaatle üzerinde durduğumuz üzere esasında siyasî müessesedir ve bu sıfatı taşımanın şartı da dünyanın en ücra köşesinde zulme uğrayan tek bir Müslüman bile olsa onun hukukunu koruyabilmektir. Bu şartı kim yerine getirebiliyorsa, adı konulsa da konulmasa da zaten halifedir. Bu şartı yerine getiremedikten, bu şartı yerine getirmeye talib olmadıktan, bu şartın gereklerini kuşanmadıktan sonra hilâfet konuşmak ise lâyık olmadığı bir makama torpille atanmak isteyen kimsenin hâlinden hâllicedir.

Böyle arkası önü olmayan iddialar, meseleyi şu aşamada sulandırıp karikatürize etmekten başka bir işe yaramaz.