2017 Miladî takvimin bitmesi ile beraber, 2018 yılına girmiş bulunuyoruz. Klasik bir deyimdir; acısı tatlısıyla geçti gitti koca bir yıl der ve ekleriz, gelen gideni aratmaz inşallah…

Koca bir yıl gitti de, Ümmet’in derdi bitti mi? Bilenler söylesin. Ben aciz kendimi bildiğim günden bu geçtiğimiz şu son yılbaşına kadar, tam 65 tane yılbaşı geçirmişim. Her yılın ayrı bir hatırası, her senenin tatlı - acı bir geçmişi vardır diyebilirim ama bu sene giden seneden daha rahat, daha olaysız ve kedersiz geçti dediğimi hatırlamam…

Neden?

Neredeyse her yıl bir Kudüs olayı patlak verirdi. Sonra Mescidi Aksa mitingi yapar yahut Sultanahmet Meydanı’nda ‘Ayasofya ibadete açılsın’ diye gırtlak patlatırcasına bağırırdık. Lafla peynir gemisi yürümez diyen o bilge kişileri yıllardır yalancı çıkartmak pahasına… Hep aynı söylemleri, hep aynı sloganları kullanarak kocaman bir yarım asrı geçirdik de hedef seçtiğimiz noktaya bir türlü ulaşamadık vesselam.. 

MTTB döneminden genç ve gür saçlı İsmail Kahraman bey, peşinden Rasim Cinisli ve geçen sene vefat eden İstanbul Refah partisi Milletvekili Osman Yumakoğulları’nı, hep miting alanlarında tanımıştım. Osman beyle beraberliğimiz Almanya’da da devam etmişti. Hayatımız böyle devam ettikçe, bana mazide hoş bir seda gibi kalan, sloganlar ve mitinglerle dolu senaryoları yazmak bize düşecek.

Hem şimdiki cumhurbaşkanımızın hem de bundan öncekinin, en ön saflarda bağırıp çağırdıklarını, “Kudüs bizim olacak”, “Ayasofya açılacak”, “Avrupa birliği bizim neyimize” türünden sloganlar attıklarına çok şahit olmuşumdur.

O zamanın haykıran gençleri, orta yaşlara gelip makama geçince yine protesto söylemleri aynı... Mazlumlar için, haksıza meydan okumalar kesilmedi, lakin iş icraata gelince pek de ilerleme kaydedemedik. Sıcak havada bağırıp-çağırarak terlerdik, susuzluğumuz artınca da “iç bakalım kardeş benden soğuk bir ‘Coca Cola’ serinletir!” diyerek lıkır lıkır içtik.

Akşam eve dönerken de al bir sürü İsrail’in ürettiği malları. Bu hep böyle oldu ve böyle gidiyor dostlar... Maalesef değişen hiçbir şey yok.

İdarecilerimiz de aynı, halkımız da… Yüksek sesle bağırıp çağırmalar, patlasın balonlar, atılsın sloganlar. Aynı zamanda ticarette, ithalat ve ihracata al gülüm-ver gülüm devam ederken siyasette ise el altından selam kelam muhabbeti gibi menfaat formülü hiç değişmedi gitti günümüze kadar.

Ha şunu da harbiden söyleyebiliriz ki, yine de Allah razı olsun bizim cumhurbaşkanımızdan. Başka hiçbir lider çıkıp da mazlumlardan yana ağabeylik etmedi. İsrail’e ufak tefek yaptırımlar yapılsa, tadından yenmez idi.

2017 yılında bitmez tükenmez terör olayları hep devam etti, şehid cenazesi kaldırmadığımız bir günümüz olmadı. Her an için askeri bir hareketlilik tetikteydi. Suriye’nin birkaç bölgesine müdahale mecburiyeti doğdu. Meşhur 16 Nisan referandumu falan derken Budist kefere zümresinin, Emperyalist ağa babalarının destek ve kışkırtmasıyla Arakan Müslümanlarına uygulanan sürgün işkence ve toplu öldürme hareketi hız kesmedi gitti maalesef..

Peki, bu yeni 2018 senesinde dünyanın başka bir coğrafyasında yeni Müslüman katliamları olmayacak mı? Soykırım edercesine binlerce Müslüman bombalanmayacak mı zannediyorsunuz? “Bu uğursuz gecelerin yok mu, ya Rab sabahı” diye daha ne kadar haykıracağız? Allah bilir.

Kör-topal, sakin ve sessizce yeni yıla girmişken, Kovboy ormanlarının sarı sırtlanından bir uluma sesi gelmez mi? Hayda bu da nereden çıktı? 6 Aralık günü, gavur biliyor, nereden, ne zaman kovulduğunu ve nereyi ne zaman işgal ettiğini.

Osmanlı Devleti 6 Aralık 1917’de Kudüs’ü bırakıyor, aç itler misali üç gün sonra İngilizler gelip postu seriyor Kudüs’e! Osmanlı’nın çekilmesinden tam 100 yıl sonra, bir sarı sırtlan çıkıp, “hop ben bu Kudüs’e el koydum” diyebiliyorsa bu bizim tam bir asır boyunca boşuna kaval çaldığımızı göstermez mi?

Sarı sırtlana dersini yine Türkiye veriyor; Türkiye’nin gayretiyle, Birleşmiş Milletler 60 yılda bir kere dahi olsa düzgün bir karar alıyor.

Müslümanlar sokağa dökülüyor, sinirler geriliyor ve onlarcası şehid oluyor, yüzlercesi de yaralanıyor! Cellatlığa soyunan Siyonistler engelli, sakat, çocuk, kadın demeden işkence yapıyor. Biz de her zamanki gibi, “yansın İsrail, batsın Siyonistler”.

İsrail yerin dibine batar mı batmaz mı bilmem ama, Mescidi Aksa batmak ve çökmek üzere, altının geniş bir kapasitede deşilip tünel açıldığı malum... Zaten Kudüs’ün Mescidi Aksa ile bitişiğindeki Hz. Ömer Camisi ortada yapayalnız, garip ve mahzun. Neden?

Etrafı tümüyle Yahudi tapınak ve müzeleri ile doldurulmuş da ondan. Bugün Mescidi Aksa’nın etrafında tam 61 tane Sinagog var, kimseden ses çıkmıyor.

Bunlardan ilki, meşhur Burak Duvarı’nın meydanı işgal edilerek yapılan Açık Hava Sinagogu (Miraç gecesi Efendimiz’in bindiği Burak’ın bağlandığı yer). İkincisi Tezkiye Mescidi’nin altına yapılan sinagog. Müslümanların kalabalık olduğu Megaribe Mahallesi Sinagogu. Şeref Mahallesi, Şeyh Cerrah Mahallesi sinagoglarının dışında Davut Aleyhisselam’ın adını taşıyan cami de bugün sinagoga çevrilmiş vaziyettedir. Yekün tam 61 adet sinagog havra ve müze ile kuşatılmış vaziyette. Biz hala “Kudüs bizim canımız, feda olsun kanımız” deyip duralım da, sormadan da geçmeyelim. Peki, bu Filistin’in başında bir devlet başkanı yok mu? Var. Soruya devam edelim, peki bu adam ne işe yarar? Kocaman bir hiç... Sadece dünya kamuoyunu aldatmak için Amerika ve batı formatında bir başkan tipi. Dostlar alışverişte görsün misali. Mahmut Abbas’ı Filistin’deki Müslümanlar ancak televizyonda görüyorlar. Çünkü, adam İsrail devletinin izni olmadan bir yere çıkamıyor. Sözde başkan olarak görünüyor, hiçbir fonksiyonu yok. İlk önce bunu kırmak lazım gelir kanaatindeyim.

Bir zamanlar Filistin Kurtuluş Örgütü vardı. Cesurlardı. Siyonistlere silahlı eylem yapacak kadar güçlülerdi. 3 Şubat 1969 yılında Filistin Ulusal Konseyi Kahire’de yaptığı bir toplantıda örgütün başına Yaser Arafat’ı getirdi. Arafat 1963’te El-Fetih adlı örgütü kurup militan güçler oluştururken İsrail ajanlarına meydan okuyan biriydi. Kaç kere bombalandı, kaç kere yaralandı; bilinmez. Ancak Mahmut Abbas, sanki bir diplomat; camına birinin bir taş attığını bile duyan olmamıştır. Hamdolsun Rabbime Kudüs’e birkaç sefer gittik de hiç olmazsa yakından inceleme fırsatı bulduk. İlk intibalarımızı da Baran dergisinde “Bu Müslümanlar bir olursa/ İşte o zaman kurtulur Mescidi Aksa” başlığı altında yayınlamıştık. Beş sene sonra yine aynı yerdeyiz... Kimse ne başkasını aldatsın ne kendisini. Filistin halkı sahibsiz ve her şeye muhtaç... Tek umutları Türkiye. Allah razı olsun Türkiye’den diyorlar hep.  Müslüman bildiğimiz ülkelerin birtakım uşak ruhlu liderleri, Siyonistlerden korktukları kadar Allah’tan korkmuyorlar... Onun için mazlum İslâm âlemi Türkiye’den çok şey bekliyor ve bize güveniyor. Allah, Resûlü’nün ümmetine acısın; görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!

Baran Dergisi 573. Sayı