Arjantinli Katolik Kilisesi lideri Papa Francis’in Irak’a gerçekleştirmiş olduğu sıradışı ziyaretten bahsetmek istiyorum. Papa burada ayrıca Ali Sistani’yi ziyaret etti. Sistani, İran devrimini destekleyen bir kişi değil.

Esasında, herkesin bildiği üzere Katolik Kilisesi ahlâkî bakımdan tarihî olarak son derece yozlaşmış bir yapıya sahip. Şimdiki Papa, çok zor olduğunu bilse de Vatikan’daki ve dünya genelindeki yozlaşmayı ortadan kaldırmanın yollarını arıyor. Fransa’da da çok kirli şeylerin yaşandığı, çocuk istismarı ve benzeri iğrenç hadiselerin vuku bulduğu ortaya çıktı. Aslında bu iğrençlikler dünya genelinde yaşanan tabiî şeyler haline geldi. Papa’nın Kilise’yi kuruluş prensiplerine döndürme çabalarını müsbet karşılıyorum.

Irak, nüfusunun çoğunluğu Şii olan bir ülke ve Papa bu ülkeyi ziyaret etti. Cesur bir ziyaret olarak değerlendirilebilir. Çünkü Irak, sözde mücahidler tarafından ele geçirilmiş bir ülkeydi. Başta samimi olarak değerlendirdiğimiz bu mücahidler Suriye üzerinden Irak’a gelmişti. Öncesinde ve o dönemde bunların bir kısmı Irak’ın işgaline karşı direnmek maksadı taşıyordu. Bunların bir kısmı o süreçte manipüle edildi. Türlü problemler çıkarmaya ve masum insanları öldürmeye başladılar. Tabiî ki bunun neticesinde savaşı da kaybettiler; fakat bir kısmı hâlâ mücadelesini sürdürüyor.

Ortadoğu’nun belli bölgelerinde Müslüman olmayanlar da yaşıyor. Aynı şekilde Suriye’de de öyle; fakat burada Sünnî Müslümanlar çoğunluğu oluşturuyor. Buna mukabil ülkede 1963’ten beri bir Alevî-Nusayrî iktidarı var. Ülkeyi onlar kontrol ediyor. Elbette azınlık bir grubun ülkeyi yönetmesini doğru bulmuyorum; fakat savaş öncesinde iktidarın Suriye nüfusuna eşit yaklaştığını, en azından hadiseleri bu boyuta getirecek kadar hak gaspı yaşanmadığını düşünüyorum. Bu savaş emperyalist ve Siyonistler tarafından yapılan manipülasyonların bir neticesi olarak ortaya çıktı. Mesela, Usame bin Ladin’in mezhepçi bir örgüt kurduğu propagandası yapılır. Usame, Sünnî değil diye yahut Müslüman değil diye kimseye saldırmadı. Hatta Usame’nin annesi Suriyeli bir Alevî-Nusayrîdir. Annesi yahut herhangi bir Alevî, Usame tarafından Alevî diye öldürülmedi. Çünkü, o doğru düşünüyor ve doğru tarafta bulunuyordu. Elbette ideolojik olarak Usame ile aynı noktada durmuyor ve hadiselere aynı noktadan bakmıyoruz; fakat o yanlış tarafa düşmüyordu. Aynı safta bulunuyorduk. Onla ilk kez 1974’te görüştüğümde 17 yaşındaydı. Sisteme muhalif insanlardı.

Papa’nın ziyaretine dönersek. Papa, iyi bir adam ve Tanrı’ya inanıyor. Esasında gerçek Hıristiyanlar iyi insanlardır. Annem Katolik bir Hıristiyan’dı. Babam ise yozlaşmanın farkında olduğu için Katolik Kilisesi’ne karşıydı. Papa’nın bu ziyareti sadece Irak’ı alakadar eden bir mesele değil, inancı ne olursa olsun tek bir ilaha inanan herkesi ilgilendiriyor. Diğer inançlara saygıyı ifade ediyor. Ben bir Müslümanım; Müslüman olmam bana masum Yahudi ve Hıristiyanlara saldırma ve onları öldürme hakkı vermiyor.

Türkiye’de şu an M. Kemal’den beri en güçlü devlet başkanı var iktidarda. Erdoğan, Türkleri birleştirme ve organize etmekte iyi görünüyor; fakat maalesef Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor. Türkler Anadolu’ya en son yerleşen unsur, diğerlerinin neredeyse tamamı Türklerden önce Anadolu’da bulunuyordu. Dolayısıyla Türkiye, diğer azınlıklara, bilhassa Kürtlere haklarını vermelidir. Türkler Müslüman bir millet ve aslında diğerlerine saygı gösteriyorlar. Tarihte Türkler, askerî bakımdan son derece güçlü, iyi savaşçılardı; fakat asla azınlıkların haklarına saygısızlık yapmadılar. Devlet olarak da diğer azınlıkların hakları verilmeli. Bu, bölgesel çapta da birçok sorunun çözülmesini sağlayacaktır. Nitekim bölgedeki sorunların çoğu etnik farklılıklardan kaynaklanıyor. Türkiye’nin bölgesine dönük politikalarında da etnik farklılığı ehemmiyetli bir rol oynuyor ve probleme sebep oluyor. Benim bu husustaki düşüncelerim açık, herkes diğerlerinin tarihî haklarına saygı göstermeli. Bilhassa sosyal ve siyasî konularda buna dikkat edilmeli. Türkler ile Kürtler arasındaki bu ayrışma 19. Yüzyılın sonları itibariyle yaşanmaya başladı. Bu Türkiye’de yeni bir rejim tesis edilmesiyle arttı. Ümidim o ki, Türkiye bu hususta yapacağı yeniliklerle bölge için bir referans olacak ve bölgesel bir güç hâline gelecek; Arapları, Kürtleri ve bölgedeki Hıristiyan-Yahudi azınlıkları koruyacak, Ermenilerle olan problemlerini çözecek ve bölgeye tamamen barışı getirecek. Ne yazık ki, bu noktada aşırılıkçı Ermenilerin varlığı da önemli bir soruna sebep oluyor. Bunlar içeride ve dışarıda Türkiye’ye karşı bir tavır takınıyor; fakat asla başarılı olamayacaklar.

Neler yaşanacağını bilmiyoruz; ama her zaman söylediğim gibi kötümser değilim. Türkiye’nin başında Erdoğan gibi çok önemli bir figür var. Türkiye, Suriye ve Irak’ta birtakım operasyonlar yapıyor teröristlere karşı, bu sırada ne yazık ki hayatını kaybeden asker ve siviller de oluyor. Bölgeye barışı getirebilecek tek güç Türkiye, o yüzden daha dikkatli davranması gerekiyor.

Son olarak bir yangının içinde olan Venezüella’yı da unutmayalım. 5 Mart büyük komutan Hugo Chavez’in ölüm yıldönümüydü. O düşmanlar tarafından öldürüldü. O da Erdoğan gibi genellikle iyi ve doğru tarafta duruyordu. Mevcut Venezüella hükümetinde çok iyi insanlar var; fakat hepsinin iyi olacağını söyleyemediğim gibi iyiliğin de tek başına yeterli olmadığını belirtmeliyim. Kendi açınızdan en iyisini yapsanız da yeterli olmayabilir, daha iyisi gerekir. Buna rağmen umutsuz değilim, çünkü ben Allah’a inanan bir Müslümanım. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah! Ümidim o ki bir gün memleketime döneceğim ve tüm tecrübelerimi ülkem için yeniden kullanacağım. Devrimcilerin iktidardaki yerini muhafazasına ve güçlenmesine katkı sağlayacağım.

Allahü Ekber! 

06.03.2021

Tercüme: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 739.Sayı