Bu toprakların özüne zıt temeller üzerine, Batılı büyük güçlerin icazetiyle bina edilen Kemalist rejim, 100 seneye yaklaşan ömrü boyunca, evvela Müslüman Anadolu insanını köklerinden koparmak, akabinde ise köklerine dönmesine mani olmak gayesine matuf şekilde politikalar icra etti. İstiklâl mahkemeleriyle başlayan Müslüman kıyımı, sözde inkılaplarla kültürel bir kıyıma dönüştü; özünden koparılmış kof nesiller yetiştirilmeye uğraşıldı.

“Sosyoloji mi siyasete tesir eder; yoksa siyaset mi sosyolojiye yön verir?” suali her dem tartışmalara sebep olmuştur. Türkiye’de Anadolu insanını kökünden koparmaya yönelik hayata geçirilen tüm içtimâi mühendisliklere mukabil siyaset, halkı tam mânâsıyla istenilen kıvama getirememiş, toplumdaki öze dönme arzusu her daim kendine çıkış yolu aramıştır. Böyle süreçlerde yapılan askerî müdahaleler ve hukuk kılıflı kıyımlarla Müslüman Anadolu insanı tekrar bastırılmak istenmiş; fakat bu hamlelerin miadı kısa sürede dolmuştur. Son olarak 28 Şubat darbesinin ardından bastırılan Müslümanların sosyolojik olarak tekrar yükselişi uzun sürmedi; 28 Şubat’a bir tepki olarak, idarecilerinin Müslüman kimliğinden ötürü Ak Parti’yi iktidara taşıdı. Bu süreçte Müslümanlara yapılan baskı azalırken başörtüsünün serbest bırakılması gibi adımlar atıldı; bugün de müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmesi, şehit cenazelerinde Itrî’nin tekbirinin çalınması, faizin kaldırılmasına yönelik tartışmaların başlatılması gibi hâdiseler yaşanıyor.

Bilhassa 2013’te patlayan FETÖ krizinin ardından bağımsız politikalar izleme yolunda adımlar atan Türkiye, şartların da zorlamasıyla dış politikada da tarihî misyonunu üstlenmeye doğru yol aldı. Bugün Türkiye, Myanmar’da Müslümanlara el uzatıyor, Afrika’da yatırımlar yapıyor, Irak’ta yaşananlara dâir söz söylüyor, ABD’nin yaptırımlarına karşı mütekabiliyet uyguluyor. Rusya ve İran ile masaya oturup bölgede Müslümanların faydasına gelişmeler yaşanması adına bağımsız politikalar izliyor, Suriye’de savaştan kaçan mültecilere sahip çıkarken İdlip’te Müslüman kıyımının önüne geçmek için operasyon icra ediyor. Suriye’ye giren Türk askeri “memleketinize hoşgeldiniz” pankartlarıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan Sırbistan’da Türk bayraklarıyla karşılanıyor. Yine Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “dünya beşten büyüktür” diyerek dünya sistemini tenkid ediyor… İçeride ve dışarıda tüm bu müsbet gelişmelerin yaşanmasına mukabil, temel gayesi bu topraklarda İslâm’ın yeniden hâkimiyet kurmasını engellemek olan lâik Kemalist rejim yerli yerinde duruyor. Yapılan değişiklikler ve uygulanan politikalar ile rejim arasındaki bu tenakuz, yapılan icraatların bütünlenememesi problemini doğuruyor.

Dergimizin 562. sayısında Türkiye’nin anayasal rejimi ile politikaları arasındaki bu tenakuzdan dem vurarak, iç ve dış politikaya dâir fotoğraflardan oluşan bir kompozisyonla birlikte “Rejim Kemalist, İdare Müslüman; Bu Garabet Nereye Kadar?” diyoruz. Bu mevzuyu da dergimizde “Türkiye’nin Resmî ve Gayr-ı Resmî Hüviyeti” başlıklı yazı ile ele alıyoruz.