Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fikrî iktidarımızı tesis edemedik. Bundan dolayı mahzunum.” dedi. 18 yıllık bir siyasî iktidarın akabinde fikrî iktidar niçin tesis edilemedi? Ne yapılması lâzımdı da yapılmadı?

Maddî ve manevî diye bir güç ayrımı yaparsak, mevcut hükümetin yaptığı ilk şey maddî güç ortaya koymaktı. Dolayısıyla ekonomisini, savunma sanayisini, sağlık meselelerini güçlendirdi. Fakat manevî güç, yâni kültür, zihin, ruh ve ahlâk eğitiminin sütunları ihmal edildi. Manevî yönünü besleyemeyen toplum maddî gücünü ne kadar güçlendirirse güçlendirsin; o güç toplumun yok olmasını engelleyemez. Yâni, bu okumayı yapamadılar. Türkiye’nin yapısı da buna müsaade etmedi. Ak Parti’yi kapatmaya çalıştılar... İnsan şöyle düşünüyor: Eğer manevî sütunları dikerek başlamış olsaydı diyelim... Mesela eğitimde devrim yapmaya kalksaydı Ak Parti... “Fikrî iktidar” deniliyor ya. “Eğitimde millî uyanış reformu” falan... İzin verilir miydi buna? Vermezlerdi. E o zaman elimizi kolumuzu bağlayacaklar mıydı? Hayır, mücadele olmayacak mıydı? Zekice hareket edeceğiz. Elbette vermezlerdi, sistem lâik çünkü! Türkiye’deki lâik sistem, küresel sistemle organik ilişki içerisinde. Türkiye’de Ak Parti iktidar gözüküyor fakat asıl iktidar küresel şebekelerin çıkarlarını koruyan devşirme aktörlerde. Sabotaj şebekesi de diyebiliriz bunlara. Bunlar Türkiye’nin ekonomisine hâkim... 350 aile iktidar mesela... Eğitime, kültüre, medyaya onlar şekil veriyor. “Ak Parti’nin medyası” deniliyor ama dökülüyorlar. İktidar, toplumun fay hatlarını göz önünde bulundurmalı. Ak Parti’nin ilk yıllarında o hava oluşmuştu. Toplumun tüm kesimlerinde bir heyecan dalgası oluşmuştu. O zaman Bilgi Üniversitesi’ndeydim. İnsanlar “bu Müslümanlara güvenilir. Bu insanlar çalmaz, çırpmaz, iyi şeyler yapabilecek durumdalar. Memleketin önü açılır.” beklentisindeydi. O beklenti, kazına kazına kaybedildi.

Müslüman girdiği yerde şahsiyetiyle parlamalıydı, maalesef girilen yerin sığ kalıbına büründü.

Evet... Müslüman girdiği yere şekil vermeli, oranın şeklini almamalı diye söylüyorum sürekli. Bu siyasî tecrübeyle girdiğimiz yerin şeklini alıyoruz. Muhafazakâr Kemalizm diye bir şey türetildi. Kemalizm bitmiş. Onun bir felsefesi yok, Fransız aydınlanmasının bir karikatürüydü. Kemalizm dediğin şey ne senin? Gerçek orada, bu gölgesi! Gerçek oradayken ben gölgesiyle ne yapayım? “Anayasasının ilk dört maddesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemez.” Maddelerin asıl şeyi, dilmiş, başkentmiş değil! Asıl lâiklik! Lâikliğin değiştirilmesi dahi teklif edilemez... Bu bir prangadır. Türkiye’de resmî olarak eğitimde devrim yapılmasına izin vermeyebilirler. Ortalığı karıştırabilirler. Buradaki şeyi topluma bırakıp, siyaseti örgütlemede kullanabilirlerdi. Organize edilseydi, toplum kendisi devrim yapabilirdi. Harvard’ı, Stanford’u kurmuşlar. Üniversite demek, Amerika demek. Birinci sınıf vakıf üniversiteleri!.. Özel üniversiteler...

Galatasaray Üniversitesi önce doktora öğrencilerini yetiştirdi. “Kendi eğiticilerimi yetiştireceğim” dedi. Bir ekol olmaya çalıştı. Oldu yahut olmadı, tartışılır. Bizde, Büyük Doğu gibi bir hazine var... Niçin bu ekolün bir okulu yapılmadı?

İyi ki girdin buraya. Tam bu husustan bahsedecektim. Ak Parti’nin en büyük sorunu, entelijansiyasının olmaması... Özür dilerim bunu söylediğim için... Açıkça söylüyorlar, en yukarıdan aşağıya kadar herkes açıkça, dosdoğru söylüyor bunu. Geliştirdiğimiz söylemleri kullanıyorlar falan. Ben de, “Ya sen beni geç! Büyük Doğu gibi bir fikriyat var!” dedim. Diriliş, Bediüzzaman, Nurettin Topçu, Cemil Meriç var... Bunların hepsi birikimdir... Ahmed Cevdet Paşa... Öyle değil mi? “Fikrî iktidar” deniliyor ya. Bu memlekette kültürel, entelektüel olarak sadece Müslümanlar cümle kurabilir. Köklü insanlar bizde yâni! Solcu, sekülerlerin bu ülkede cümle kurabilmesi, köklü atılımlar yapması mümkün değil ki. Batı’nın karikatürleri. Sekülerlerin, solcuların, sosyalistlerin burada kökü yok ki. İthal hepsi! Gölge yâni! Medeniyetler, düşünce tarihinde böyle bir şey olmaz. Senin İslâm medeniyetin var, bunun temsilcileri-bayraktarları mücadelesini vermiş! Büyük Doğu fikriyatı, fikrin çilesini çekmiş, oluş çilesine muhatap olmuş ve öncü kuşaklarını yetiştirmiş. Bunlardan ne kadar beslendiler? Abdullah Gül ve sair kişiler “Büyük Doğu’nun çocuklarıydı.” Peki Büyük Doğu’dan ne kadar beslenebildiler? Siyasete bunu ne kadar yansıtabildiler? Bir hareket, kendisini besleyecek fikrî entelijansiyaya muhtaçtır. Türkiye’de siyaseti besleyebilecek hareket İslâmî entelektüel, kültürel, estetik, medeniyet birikimleridir. Oradan beslenmesi lâzım, oradan beslenen insanlardan beslenmesi lâzım. Fakat tam tersini yapılıyor. Maddi atılımı önceledikleri için bir şekilde parti kapatıyorlar, Türkiye’nin böyle bir paradoksu var. Kültüre, eğitime vb. şeylere öncelik veremezler. Turgut Özal dönemini hatırlayın. Özal döneminde “Bunlar ne yapacaklar, ilk önce ekonomik liberalizm, sonra siyasî liberalizm, devamında kültürel liberalizm.” diyerek önemli bir şey yapacaktı Özal. Ekonomik liberalizme kimse karışmıyor, sistemle uğraşmıyor bunlar rejimi değiştirmeyecek korkusu var elitlerde. “Elitokrasi” diyorum ben bunlara, yani “oligarşik bürokrasi”. Oligarşik bürokrasi de hukuk oligarşisi, siyaset oligarşisi, kültür oligarşisi vs. bunlar işgal edilmiş. Zihinleriyle Türkiye’nin güya geleceğini şekillendiriyorlar. Üniversiteleri onlar şekillendiriyor, genç kuşakları onların eğitim kurumları yetiştiriyor. Türkiye’deki eğitim sistemi baronik ve masonik şebekelerin kontrolünde. Ak Parti’nin kontrolünde değil. Nerede iktidarsın? Tabiî ki fikri iktidar değiliz. Hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Şikayet etmek yerine hikaye inşa etmeye çalışmalıyız, ben böyle yapıyorum.

Cumhurbaşkanının konuşmasında şikayetten ziyade yol açıcı bir hava gördüm. Siz de öyle bir şey hissettiniz mi? Mesela Cumhurbaşkanı konuşmasında “Fikri buhran içinde çırpınıyoruz.” demişti, bir tarih muhasebesine girişti orada, gençliğin haline değindi vs.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında değindiği hususlar, benim son dört beş senedir sürekli yazdığım, dikkat çektiğim hususlar. Oraya gelmiş olması iyi bir şey. Fakat bu ülkenin çocuklarının eğitimde ve kültürde devlet üzerinden atılım yapmasına maalesef izin vermeyecekler gibi. Ama bunu çok zekice, sistematik bir şekilde, toplumun bütününü kucaklayacak biçimde; “Ben Sinan, Itri, Yunus Emre, Mevlana yetiştireceğim, onların tohumlarını ekeceğim” derse toplumda tepki toplamayabilir. Kim karşı çıkacak, ne ile karşı çıkacak? Hükümetin böyle bir politika benimsemesi, geç de olsa önemli bir şey. Bunu sonuna kadar desteklemek, önlerini açmak lâzım üzerimize düşeni yapmamız gerekiyor. Bunu millete yaptıracak, özel kurumlara yaptıracak, fakir fukaranın çocuklarının da beslenebileceği, faydalanabileceği şekilde yaptırması lâzım. Yani özel okullar açtırıp bir eli yağda, bir eli balda olan kesimlerin çocukları için değil, Anadolu’nun çocuklarını bir şekilde özel eğitimle, özel burslarla yetiştirmesinden bahsediyorum. Ben yapıyorum bunu, Medeniyet tasavvuru okulu diye bir şey yapıyorum. Kendileri söylüyorlar, “Bizim yirmi sene de yapamadığımız şeyi sen altı ay da yaptın gösterdin.” diye. Bu iş yapılamaz diye bir şey yok. Çok zekice gitmek lâzım, ülkeyi bütünleştirecek şekilde bir ideal vermek lâzım. Toplumun bir ideale, bir rüyaya, bir iddiaya ihtiyacı var. Toplumun ortak bir rüyaya, ortak bir ideale, herkesin paylaşabileceği ortak bir hedefe yoğunlaşmamız lâzım. Bizim ortak noktalarımız, ayrıştığımız noktalardan kat kat fazla. Kamplaşmalarla bu iş olmaz. Yarın Ak Parti gittiğinde memleket acayip bir şekilde karışacak, feci intikam alacaklar. Onlara malzeme vermemek lâzım. Senin gibi düşünmeyeni hain ilan ediyorsun, böyle olmaz, siyaset bu. Muhalefetini beğenmeyebilirsin ama hemen hain damgasını yapıştıramazsın. Bu vebaldir.

Topluma da sirayet etti.

Toplumun yapısının bozulmaması lâzım. Toplum olma bilincinin, esprisinin, dokusunun yıpratılmaması gerekiyor. Bu konuda en fazla İslâmî kesimlerin, muhafazakâr kesimlerin hassas olması gerekiyor. Tam tersine en küçük şeyde bağırıyoruz. Bir sürü trol var, onlar dalıyor hemen, böyle olmaz. Kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz.

Eklemek istediğiniz önemli gördüğünüz bir husus var mı?

Hiçbir şey için geç kalınmış değildir, yanlış başlangıçlar bizi doğru yere götürmez. Doğru, kararlı adımlar atılması lâzım. Toplumun bütün kesimlerinin katılabileceği nebevi bir usulle insanları ürkütmeden, insanlara güven vererek yapılırsa bir sonuca varılabilir. “Mümin güven veren ve güven verilen kişidir.” diye buyuruyor Peygamber Efendimiz. Biz bu konuda sınıfta kaldık. Kime güven verdik ki, hırsızlık bizde, yolsuzluk bizde, kibir bizde, olmaz. Benim Ak Parti ile organik bir ilişkim yok ama sonuçta Müslümanların, toplumun omurgasının iktidarı. O açıdan bizde diyorum, bu şekilde bakmamız lâzım. Zaten içeriden konuştuğumu açıkça söylediğim zaman Ak Parti tabanı da, yönetimi de ürkmez.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 719. Sayı