İBDA, “Topululuk Hakikati” demek; Allah için birbirini sevenler…
İslâm, İBDA ve selâm…
Selâm… Birbirlerini şahsiyet aynalarında selâmlayanlar topluluğu.
Selâm ve şahsiyet:
İki Müslüman’ın bir araya gelmesi ve bu mânâda topluluk oluşturmaları, kenetlenmeleri. Topluluk hakikati, Allah’ın sevdiği insanlar topluluğu.
Allah için sevgi, Allah için buğz…
Üstad’ın ısrarla üzerinde durduğu “İmân ve Aksiyon” davası ve bunun için ideoloji ve sisteme bağlı siyaset şartı. Çünkü, hangi tavır ve davranışları seveceğimiz ve yanında duracağımız, ve kim-kimlerin, hangi siyasî tavırlarının karşısında olacağımızın ölçüleri burada. Aksiyon davası da…
Kuru kuruya Allah için sevgi, Allah için buğz olmuyor.
Kime, hangi tavırlara, niçin, sevgi ve buğz?
Her an değişen eşya ve hadiseler zemininde, her an değişen sosyal ve siyasî olaylara tavır alabileceğimiz aksiyon mihrakı, bakış açısı. Kendisiyle yürüyebileceğimiz ruh ve anlayış sistemi. Öncelikle, ideolocyanın özümlenmesi ve sonra her işte onun ışığında yürünülmesi ve; hiçbir işte nefsiyle zuhur etmemek. İdeolojimizi nefsimize göre eğip bükmemek, keyfimize ve işimize geldiği gibi yorumlamamak. Tam teslimiyet ve tam samimiyet!
Lafta birbirimizi seviyoruz ama gerçekte ne kadar? Bu durum daha çok bizimle ilgili, bu durumun önündeki engelleri aşıp-aşamama ile ilgili.
Sevmek için bilmek gerek… Hiçbir şeyi kara kaşı, kara gözü için sevemeyeceğimize göre, keyfimize-nefsimize göre hoşlanıp hoşlanmamamız söz konusu olamayacağına göre, ahbap çavuşluk ilişkilerine ve dedikodu-geyik türü nefsanî hazlara göre arkadaşlıklar kuramayız… Kısaca söylersek, sevmek; Allah için olacağına göre bizim tercihimize bırakılmamıştır. İstediğimi severim, istediğimi sevmem, diyemeyiz. Sevmek duygusunu da eğitmeli, sevmenin hakikatini “nasıl” ve “niçin”ini bilmeliyiz. Allah ve ideoloji ışığında sevmeli ve buğz etmeliyiz! Allah’ın, yani İslâma Muhatap Anlayışın sev dediğini sevmeli, küçümse dediğini küçümsemeliyiz. Çünkü İBDA’nın temel estetik idraki bu hususta aydınlatıcıdır: “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur.”
Müslümanların birbiriyle ilişkisi Müslümanca olmalı; pazarlıksız imân ve teslimiyet bunu icap ettiriyor.
Haddini bilmezlik, çapsızlık, çekememezlik, iş yapmamanın verdiği dedikoduculuk, gönüldaşlarını çekiştirmek, iş yapmayıp işi bilgiçliğe-ukalalığa vurmak, “ağır abi” pozlarında pörsüklüğünü örtmeye kalkmak, veremli kadın psikolojisi ile çevresindekileri de kendine benzetmeye çalışmak, kenetlenmenin önündeki engellerden bazılarıdır. Bu ve benzeri engelleri inşa etmeli değil, tanımalı ve yok etmeliyiz! Bu olumsuzluk temelindeki sevgi ve arkadaşlık yok olsun!
Bu saydığımız vasıflar İBDA’cı vasfı ile bağdaşmaz.
İBDA’cı olup da bu tehlikelere düşenler, davasını şahsında pırıldatamayıp çamurda debelenenler demektir. Geçmişi ne olursa olsun! Yanlışını geçmişiyle örtmeye kalkanlar, İBDA’nın temel diyalektik ölçüsüne çarpar: “Doğruyu yanlışta kullanmak.” Mühim olan istikamet çizgisidir, şahıslar değil.
İBDA’cı olmak, cennet bileti almak değildir ve her İBDA’cının her yaptığı da doğru mânâsına gelmez. Şu ölçü:
-“Hakikati söyleyene göre tanıma. Hakikati öğren ki, söyleyeni de tanırsın.”
Hakikate nisbetle de şahıslar yerli yerini alır, ilişkiler de seviye kazanır. Hatadan ve noksandan münezzeh olan Allah, tekmil vasfı O’na ait… Müminler (İBDA’cılar) ise derece derece. Birbirini sevmeyenler ise, en alt derecede.
İki müminin bir araya gelmesi Allah için olmalı ve bir maksada hizmet etmeli. Allah için birbirini selamlayanlar topluluğu; bu şuuru her dem taze tutmalı.
Gönüldaşlar arasında gördüğüm bir durum. Her şeyi hakikate göre yorumlayacağımız yerde, bazen nefsimize, alışkanlıklarımıza ve huylarımıza göre yorumlamamız; bir türlü sıçrama yapamamamız ve olduğumuz yerde sayıklayıp durmamız, bunu da ideolojik bir kılıfla maskelememiz; suret-i hak görünerek başta kendimizi aldatmamız. İnkılâp-değişim, önce içimizde, tavır ve davranışlarımızda olacak! Kısaca, ezber bozmak gerekiyor; bazı düşünce ve davranış kalıplarımızı yıkmak gerekiyor. Bu ve bu minvalde daha önceki sözlerim önce kendimedir. İnkılâp mânâsını nabzında duyan herkesedir. Olduğumuz yerde saymaya devam etmek istemiyorsak biraz sinir uçlarımıza dokunmalı. “Gül, bülbül” edebiyatı yapamayız, tabiî ki “günah çıkarma” edebiyatı da.
Şahsiyet, disiplin yularına teslim olmaktır; şahsiyetsizlik ise hiçbir disipline gelmemek, başıboşluk çayırında zıplamaktır. Hiçbir iş yapmayıp arada trafikçilik yapanlar da, şahsiyetsizlikten epeyce pay sahibidirler.
Oluş zorluklarını sıçrama tahtası bilmek; içimize ve dışımıza doğru feth; önce kendimizden başlamak üzere. Yeter ki samimi olarak isteyelim ve oluş yoluna (sahtesine değil) girelim. Allah verecektir.
Modern hayat tarzının alışkanlıklarına farkında olmadan kapılıyor, onların gündemi ve kalıplarıyla düşünüyor olabiliriz. Materyalist modern hayat tarzının günümüz ortamında, artık kardeş kardeşi, baba oğlu, oğul babayı, anne evladını sevmiyor. Annenin evlat sevgisinde bile kendi yüreği yanmaması esprisini görüyorum. Tabiî istisnalar hariç.
Geleneksel aile mefhumu bizde kuvvetli idi ama modern hayat tarzı onu da dejenere etti. Şimdi değerler değişti ve sevgi, asliyetinden uzaklaşarak maddî bir niteliğe doğru kaydı. Menfaat sevgileri, birbirini pohpohlama sevgileri, ahbap çavuşluk türü arkadaşlıklar, geyik türü arkadaşlıklar yaygın. Geyik deyince dinî geyik var, ideolojik geyik var, siyasî geyik var; ticarî, sportif, kadın-kız lafazanlıkları olduğu gibi. En iğrenci ise dinî ve ideolojik geyiktir. Bir çok cemaatin sözde İslâmi yayınları, tv ve radyoları ve bizdeki bazı pörsüklerin yaptığı gibi. Öyle ki, dinî-ideolojik geyik, karı-kız muhabbetinden daha iğrenç ve aşağılıktır. Çünkü, birinde din satılıyor, din ve iman üzerinden geyik yapılıyor. Diğerinde ise, günâh malûm ve direk imânlara musallat değil. Çünkü din üzerinden satış söz konusu değil.
Üstad Necip Fazıl ve K. Salih Mirzabeyoğlu’nun inşası için uğraştığı “Allah için sevgi ve Allah için nefret” edenler topluluğu ve bunun ölçüleri, bizlere yaşamanın zevkidir.
Kuru kuruya sevginin olamayacağını daha önce belirtmiştik. Lafa kalırsa herkes birbirini seviyor ve bunun edebiyatı da yapılıyor. Demek ki sevginin de ilkeleri gerekiyor, sevgiyi edebiyatından ve riyakarlığından kurtarmak ve sahici olması için. Üstad’ın “Müjde” şiiri, bu mevzuda dikkatimi çekerdi. Hele hele, “Yalnız imân ve fikir, ne sevgili, ne kardeş” mısraı gerçek sevgiyi işaretliyor. İnkılâp heyecanını veren “Müjde” şiiriyle yazımı noktalamak istiyorum. Devrim ve devrim atmosferinde sevgi ile tekrar buluşmak üzere:
 
MÜJDE
O gün bir kanlı şafak, gökten üflenen ateş;
Birden, dağın sırtında atlılar belirecek.
Atlılar put şehrine gediklerden girecek;
Bir şehir ki, orada insan ayak üstü leş.
Yalnız imân ve fikir; ne sevgili; ne kardeş;
Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek.
Ve bir devrim, evvelâ devrimi devirecek.
Her şey birbirine denk, her şey birbirine eş.
Fertle toplum arası kalkacak artık güreş;
Herkes tek tek sırtına toplumu bindirecek.
Gökler iki şakkolmuş haberi bildirecek.
Müjdeler olsun size, doğdu batmayan güneş!..


Baran Dergisi 98. Sayılar