İnsanı en yakından ve derinden tanımlayan İslâm, onun bedenî ve ruhî hiç bir ihtiyacını ihmal etmez. Kur’an’ın ve Hadislerin insana hitabında bu yakınlık ve incelik belirgindir. Hela ihtiyacından göklere yükselme arzusuna kadar onun ihtiyaç içinde yaratıldığını en iyi bilirken, insanın mala meyline de düzenlemeler getirmiştir. Çünkü, kapitalizmde olduğu haliyle insan domuzlar gibi tüketmeye gelmemiştir dünyaya.

Allah insana hürriyet bahşetti. İkincisi, insan şahsının masuniyetini ve ismet hakkını verdi. Ve nihayet dünyayı tasarruf hakkını bahşetti. İnsanın kendi nefsine ait hürriyeti sübjektif, dış âlemi zapt ve teshiri ise objektif hürriyetidir. İnsanın hak ve hürriyetini bir başkası sınırlayamaz. Allah’ın herhangi bir kulu, Allah’ın kullarına verdiği hakları nasıl iptal edebilir? Bu imkânsızdır, böyle bir şeyin meşruiyeti ve haklılığı olamaz.

Allah, katında tek din olan İslâm vasıtasıyla kulu ile ahidleşmiştir, onunla mukavele yapmıştır. Ona hürriyetini, masuniyetini, masumiyetini, eşyaya tasarruf hakkını vermiştir. İnsanın kendi kendine iktidarı vardır, şahsına münhasırdır, velayeti vardır, muhtardır. Her ferd kâinata açılma genişliğindedir. Bu açıdan insana otorite kurulamaz, onun ruhuna tahakküm edilemez. Allah’ın verdiğini bir başkasının almaya yeltenmesi ise ilahlık taslamaktır ve saçmadır, zulümdür, haksızlıktır.

Allah kuluna son derece geniş haklar tanımış ve buna her halükârda riayet etmiştir. Kendine inanıp inanmama hususunda bile kulunu serbest bırakmıştır. Ahirette her fiilin hesabını soracağını da belirtmiştir. Emanete sadakat her insanın sahip olduğu bir duygudur. Bu duyguyu veren Allah bunun sualini de elbette soracaktır. İslâm dini insanlığa hiç bir beşerî rejimin vermediği-veremeyeceği haklar tanıyarak ondan sadece kulluk vazifelerini yapmasını istemiştir; kulun yapmakla huzur bulacağı tabiatına uygun ibadetler yüklemiştir. Bu vazifeler aynı zamanda barış ve huzurlu bir cemiyet nizamı kurması için gerekli. Bu da ancak Hakk’ın iradesi ile halkın iradesi birleşince olur.

İslâm’da yönetenler ile yönetilenler arasında da bir mukavele söz konusudur Allah ve Resûlü’nün yolundan ayrılmamak kaydıyla tâbi-metbu ilişkisi kurulmuştur. Bir otorite kurulur ama Mutlak’a bağlılık üzerine. Keyfîlik ve diktatörlük olamaz. Yönetenlerin meşruiyeti ancak böyle sağlanır.

Bir Müslüman’ın Allah’tan başka bir kimseye boyun eğmesi düşünülemez. Müslüman’ın devlet başkanına biatını da bu mânâda anlamak lazım. Allah ve Resûlü’ne itaat olmazsa, “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” ölçüsünce ümmetin meşru isyanı doğar. Şu hususu da belirtelim ki, kulluktan öte bireye terfi ettiğini söyleyip “biat kültürü” diye istihza edenler, aslında birbirlerine kulluk ederek alçalanlardır. Zaten onların savundukları rejimdeki zulümler buna misaldir. Diktatörlük de en çok onlara aittir. Mesela Batı’da akademi gibi kurumlardan geçmeyen ilmî çalışmaların bir değeri yoktur. Dünyaya dayattıkları Batı hayat tarzı bu diktatöryanın  ürünüdür. Bir misal: Cumhurbaşkanının “Dünya beşten büyüktür!” çıkışı BM’deki diktatörlüğe isyandır. Batı ve Amerika kendi diktatörlüğüne itiraz edenleri “diktatör” diye damgalamakta mahirdir ve içimizdeki ajanlar ve iktidar hırsıyla tutuşanlar bu propagandaya yatandır.

İnsan ihtiyaçları ile İslâm dininin bu kadar intibakı, “kuluma şahdamarından yakınım” diyen Yaratıcı’nın bir ispatıdır aynı zamanda. Bir ayet meali: “Yere göğe sığmam Mü’min kulumun kalbine sığarım”...

İnsanın zarurî ihtiyaçları olan yeme-içme, barınma hususunda İslâm devleti vazifeli kılınmıştır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturu konmuştur. İslâm’ın herhangi bir ölçüsünden bile Hak din olduğu anlaşılır, tabiî tefekkür edene. Hümanist felsefe sahibi Batı’da değil, insanlığın hakikati İslâm’dadır.

İslâm’ın herhangi bir ölçüsü onun bütünü hakkında fikir verir. Zaten ölçüler birbiriyle uyum içinde ve birbirini tamamlıyor. Mesela zekât şartı yanında faiz yasağı var. Sermaye zekât ile fakirlere giderken, faiz yasağı ile de ticarî hayata katılması istenir ve böylece sermayenin deveranı sağlanır, ekonomik hayata canlılık gelir. Hem yardımlaşma, hem ticarî canlılık sağlanır. Kâr da kendiliğinden gelir. Hayvanî bir ihtirasla ticaret ve kâr değil, insanî bir ilişki ile ticaret ve kâr. Sermayenin urlaşmasına mâni olarak piyasaya dönüşü sağlanıyor ve ihtiyaçlar da görülüyor, toplumsal refah da artıyor. Demek ki refah insanî-İslâmî yoldan sağlanabiliyor, kapitalist yoldan sağlamak zorunda değiliz. Gelir dağılımındaki adaletsizlik de ancak böyle düzelir.

Bu nizamın iktisadî ayağını da bütüne (İslâm’a muhatap anlayış) nisbetle sistemleştirmek zorundayız. Kapitalist sisteme gerçekten karşı olmanın gereği budur. Tüm ilişkilerimizde onlardan kurtulmalıyız.

Allah insan ilişkisi birebirdir. Allah Resûlü insanın zirvesidir ve Allah kullarına olan sevgisini Kur’an’da “Allah’ın Sevgilisi” diye buyurduğu, Allah Resûlü’nde müşahhaslaştırmıştır. Allah’a giden yolda kemal ufku, “Gaye İnsan-Ufuk Peygamber”, Ferdin Hakikati onda...

İslâm dini insan içindir ve dünya hayatına dairdir. Ahirette dinî teklifler yok. Cennet, cehennem hayatı var.  Rabbini orada herkes biliyor zaten. Dünyada teklife uygun yaratılan insandır. Hayvanın dine muhataplığı yok, çünkü düşünen varlık değil; akıl sahibi değil.

İnsan onuruna en derin saygı ve sevgi İslâm’dadır. Dilenciliği engellerken, insanların dilenme durumuna gelmemesi için en ince tedbirleri alır. İhtiyacını söylemekten imtina edenlerin de mahcup olmadan ihtiyacını göreceği sadaka taşları gibi incelikler düşünür. Çünkü Müslüman dilenmez ve dilendirilmez.

Kur’an’ın üslubunda ve Resûlü’nün insanlara davranışında şefkat, halden anlama, fıtratına göre hitap etme, acı ve sevinçlerini hissetme vesair bir çok insanî incelik vardır. Çünkü “asıl gölgeye, gölgenin kendisinden daha yakındır.” Allah’ın “en büyük sırrım” dediği insana Kur’an’ın hitap tarzı, avucunun içine alıcı ve kucaklayıcıdır. Her çeşit acı, ıstırap, sevinç ve ümitleriyle Rahman’ın elindedir insan. İnsanoğlu ölürken yapayalnızdır, aslında yaşarken de öyledir. Ama Rahman her zaman onun yanı başındadır ve ölümle Rabb’ına kavuşur. İbadette alacağı zevki ise hiç bir şeyde bulamaz, tabiî teşekkür etmesini bilirse. İnsan buna rağmen kibirli görünmekten geri kalmaz. Homeros’un İlyada destanında söylediği gibi, “canlılar içinde en acınacak olan insan”...


Baran Dergisi 504. Sayı

08.09.2016