Ey düşmanım, sen benim ifâdem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!..
(Necib Fazıl)
Genel Seçim yapıldı ve Türkiye’de 13 senedir kesintisiz bir şekilde iktidarda olan Ak Parti, tek başına iktidarda kalacak çoğunluğu meclise taşıyamadı. Bir diğer taraftan Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyları düşerken, MHP’nin ve HDP’nin çıkardığı vekil sayıları eşitlendi. %10 barajının HDP tarafından aşılması ve sandalye dağılımının yeniden şekillenmesi dolayısıyla, başta dediğimiz manzara doğdu ve Ak Parti bu seçimlerde tek başına iktidar olamadı.
Bu seçimlerde ön plana çıkan husus, bize göre yapılan algı operasyonu ve buna mukabil içeride ve dışarıda bütün imkânlar seferber edilmesine rağmen Ak Parti’nin hâlen %41 oranında oy ile millet tarafından desteklenmesidir.
Algı operasyonu demişken, bugün %41 oy almış ve sadece HDP’nin barajı geçmesi dolayısıyla tek başına iktidar olamamış Ak Parti’nin, aynı algı operasyonun bir diğer veçhesi olan “kaybettiniz” tuzağına düşmesi kabul edilebilir bir tavır-tutum değildir. Yıllardır İslâmî camianın eziklik psikolojisinden artık çıkmak gerekmiyor mu? Neredeyse altı ay, bir senedir sürmekte olan iç ve dış algı operasyonuna rağmen, milletimiz bu tuzağa gelmeyerek Ak Parti’yi sandıktan birinci parti olarak çıkartması doğru bir şekilde okunmalı ve milletimizin büyük çoğunluğunun verdiği destek mağlup tavra mahkûm edilmemelidir.
Hızlı bir şekilde Ak Parti’nin neden tek başına iktidar olamadığı ve HDP’nin %10 barajını nasıl geçtiğini konuşarak başlayalım. Ardından da bu süreçten nasıl çıkılacağı hakkındaki mülahazalarımızı ortaya koyalım.
Gaye Hâline Gelen Muşamba Dekor
13 yıllık Ak Parti iktidarının faaliyetlerine baktığımızda, Cumhuriyet tarihi boyunca en büyük alt ve üst yapı yatırımlarının gerçekleştirildiği su götürmez bir hakikat. Buna mukabil, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” ölçüsünün, Ak Parti kadroları tarafından yalnızca bir veçhesiyle anlaşıldığı görülüyor. İnşâ edilen muşamba dekora öz-jeni üflenerek, elde edilen yatırımlar yaşanmaya değer hayatın vesilesi olarak ele alınacağı yerde, gaye hâline geldi. Millet yapılan yatırımlardan memnun olsa da, plastisite bir süre sonra tabiî olarak sıradanlaştı. Ak Parti’nin işin künhünü kaçırışı yahut elindeki kadroların meselenin künhüne nüfuz edecek liyakatte olmayışları dolayısıyla yapılan yatırımlar canlılığını millet nezdinde kısa sürede yitirdi.
Oysaki tüm bu yatırımlar “yaşanmaya değer hayat”ın imar edilmesi sürecinde işin muşamba dekora bakan veçhesinden ibaretti ve aslî değil talî bir meseleydi.
Nihayetinde böylesine muazzam bir yatırımın kendisi maksat olmaktan çıkartılıp, neyin vasıtası olarak inşâ edildiğini millete izah etmek bile dengeleri değiştirmek adına son derece ehemmiyetliydi.
Algı Operasyonu-HDP
Bugünden baktığımızda rahatlıkla görüyoruz; Kobani, 6-7 Ekim olayları ile başlayan ve geçtiğimiz hafta sonu sandıkta HDP’nin barajı aşmasıyla neticelenen bir algı operasyonu gerçekleştirildi. Kimse kusura bakmasın ama böylesine bir planın ne HDP’nin kurmay kadrosu, ne de Kandil tarafından çizilmesi mümkün değil. Anlaşıldığı kadarıyla, senelerce işin askerî kanadı olan PKK tarafından terbiye edilmeye çalışılan Türkiye’deki iktidarlar, PKK’nin silahlı mücadeleye takati kalmadığında HDP vesilesiyle sandıkta terbiye edilmeye çalışılıyor.
Burada kısa bir değerlendirme yapmakta yarar var. PKK, konjonktür dolayısıyla Kürt milletinin ruh kökünden âdeta ayrık otu gibi fışkırmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin yanlış politikalarıyla sulanmış, yabancı servisler tarafından gerektiğince budanmış ve büyütülmüş bir hareket. Bugün o ayrık otu o hâle geldi ki, içinde büyüdüğü bahçede kendisinden başka hiçbir şeyin yetişmesine müsaade etmeyen, iyi-doğru-güzel’e musallat ve bunun akabinde homoseksüellikten Amerikancılığa kadar Kürdün ruh köküne zıt ne kadar mânâ varsa hepsini alıcı ve destekleyici vaziyette. Şunu da gözden kaçırmamak lâzım, bölgeye yönelik politikalarda senelerce ısrar edilen hatalar dolayısıyla da ahâli ister istemez bu organizasyonun unsuru hâline getirilmiş vaziyette.
Kobani ile başlayan sürece dönecek olursak; önce MİT tırlarına yapılan operasyonla Ak Parti, IŞID destekçisi ilân ediliyor, ardından IŞİD Kobani’ye saldırıyor. Musul gibi vilayetleri Moğol orduları gibi çiğneyip geçen IŞİD, ne hikmetse Kobani’de kedi fare oyununa giriyor, hükümet Kobani’de IŞİD’a karşı PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye destek vermese de peşmergenin geçişine müsaade ediyor. Ardından IŞİD çekiliyor. Bu süreçte başlatılan algı operasyonu ile Ak Parti, IŞİD destekçisi ilân ediliyor, Kobani’deki savaşta ölen Kürtler için adres olarak Ak Parti işaret ediliyor. Ardından Kobane’de PYD-PKK’nin IŞİD’i mağlup(!) etmeleri üzerine dünya çapında büyük bir algı operasyonuna start veriliyor. Senelerce terör örgütü olarak kabul edilmiş olan PKK dünya basını tarafından yıkanıp yağlanıyor. Fiilî kuşatma ve bugün hâlen davam eden çatışmalarda hayatını kaybeden Kürtlerin Türkiye’ye getirilen cenazeleri de bölge ahalisinin HDP etrafında kenetlenmesinin vesilesi ediliyor.
Bir diğer taraftan Ak Parti’nin belirlediği aday adaylarının profillerindeki uyuşmazlık da bir diğer faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Ak Parti bu süreçte doğunun nabzını tutamadı ve işi yapılan yatırımlar ile verdiği destekler çerçevesinde değerlendirmek gafletine düştü. Dolayısıyla bu durum da sandıkta hormonlu bir HDP’nin doğmasına sebeb oldu. Yâni yapılan algı operasyonunun büyüklüğüne rağmen, Ak Parti doğru bir okuma yapabilseydi ve gerekeni yerine getirseydi, yapılan operasyon tamamen başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
Algı Operasyonu-Diktatör
Dünya basını ve bu basının içerideki ortakları tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a layık görülen bir yafta var: Diktatör. Erdoğan, her ne kadar aksiyonda açık tutum sergileyen bir lider olsa da, belki danışmanlarının yanlış yönlendirmesi dolayısıyla tutuk bir tavır benimsedi. Hukukun sonuna kadar işletilmesi gereken Cumhuriyet Gazetesi, Doğan Medya ve bunun gibi birçok unsur hakkında gerekeni gerektiği şekilde yerine getirmekte tereddüt etti. Ak Parti, seçim döneminde karşısında bir safta buluşan kutbu doğru okuyamadı ve doğru okuyamadığı için de propagandanın seyrini doğru belirleyemedi.
Son iki sayıda ele aldığımız üzere, Ak Parti karşısında Batı ve Batıcılardan müteşekkil büyük bir blok kuruldu. Bu blok Batıdan aldığı destek ile en pervasız işlere yeltenirken, Ak Parti ve Erdoğan tereddüt etti. Ayrıca bunlar karşısında artık konuşulması zaruret hâline gelen “ideal”i konuşturmasını bilemedi.
Geçtiğimiz sayıda da dediğimiz gibi, Batı ve Batıcılar Erdoğan karşısında İslâm’a olan kin ve nefretlerini bu denli pervasızca kusarlarken, yapılması gereken hâkim fikrin galib tavrını takınmak ve bir lahza tereddüt etmeden gerekeni gerektiği şekilde yapmaktı. Bunun yerine lâfın yalama olduğu yerde söze sarılındı.
Batı medyası ve merkez medyanın bu algı operasyonu, diktatör yaftası ile Erdoğan ve hükümetin elini kolunu bağlamakta muvaffak oldu, tuzağa düşüldü.
Her ne kadar yapılan algı operasyonuna göre diktatör diye lanse edilmek istenen bir Erdoğan varsa da, bize göre Erdoğan’ın en büyük zafiyeti merhamettir ve “mikroba merhamet hastaya merhametsizliğe varır.”
Kimin İyi, Doğru ve Güzeli
Ak Parti karşısında bir araya gelen blok, bu seçim sürecinde Ak Parti’nin aslında son derece muğlak olan “iyi, doğru ve güzel” ölçütlerini sorgulamaya açtı. Muğlaklık, onlara geniş bir hareket sahası sağladı. İş bir raddeden sonra sanki Erdoğan’ın iyi, doğru ve güzelinin dayatıldığı bir ortam varmış algısına döndürüldü.
Oysaki iyi, doğru ve güzel ölçütlerinin ne olduğu, ne olması gerektiği açık bir dille ne Erdoğan, ne Ak Parti, ne de taraf iddiasında olan parti medyası tarafından izah edilemedi.
Şimdi bugün de konuşulan bu; koalisyon hükümeti kurulacak ama ortak olması gereken siyasî partilerin kendilerine göre iyi, doğru ve güzel ölçütleri var, bu çelişki nasıl aşılacak diye.
Fikirde müphem aksiyonda açık ölçüsünce yapılması gereken mutlak hakikati masaya koyup, Erdoğan’ı hedef olmaktan çıkartmaktı. Böylelikle bugün olduğu gibi “mutlak” hakikatlere karşı Erdoğan’a olduğu gibi saldırmaları da mümkün olmayacaktı.
Ak Parti “Medyası”
Her ne kadar birçoklarının hoşuna gitmese de, nihayetinde medya Batıcı ve Ak Parti yanlısı şeklinde ikiye ayrılmış vaziyette. Doğan medyasının başını çektiği ve içinde Zaman, Samanyolu Grubu, Cumhuriyet gibi gazete ve televizyonların yer aldığı kesim, Türkiye’de hâlen merkez medya statüsünü koruyor. Buna mukabil senelerdir faaliyet gösteren iktidara taraf medya ise, ellerindeki olanca imkâna rağmen bu merkez medya karşısında mağlup durumda. Bu bahsi birçok sefer kaleme aldık. Fikri lâf salatası zanneden bu cenah, neyin mücadelesini yaptığını bilmediği gibi temsil ettiği iddiasında bulunduğu davanın üzerine üşüşen sinekten öte bir keyfiyet arz etmedi. Yaşadığıyla yazdığı, konuştuğuyla yaşadığı örtüşmediği için teshir edici de değil. Teshir edici olmadığı gibi aynı zamanda itici... Pek tabiî ki istisnalar kaideyi bozmaz.
İşin Ehline Verilmesi
Ak Parti’nin bu seçim döneminde yaptığı en büyük hatalardan birisi de, milletvekili aday adaylarının belirlenmesinde izlediği yanlış yoldur. Gösterilen adayın bölge dokusuyla uyumuna bakmadan, taleblere kulak tıkayarak yapılan belirleme sandıkta karşılığını almıştır. Belki oy kaybı yerel bazda 3-5 puan olmuştur, ama bu bile böylesi şartlarda son derece mühimdir.
Böylesine bir konjonktürde Ak Parti’nin adaylarının niteliği son derece ehemmiyetlidir ki, görüldüğü üzere oy oranı gelip “ibişlere” dayanıp kalmıştır.
Bundan Sonra...
Neticede Ak Parti girmiş olduğu Genel Seçim’den, tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde edememiş olarak çıktı. Biz de sıcağı sıcağına kabaca olsa da vaziyeti teşhis ettik. Bundan sonrasında Ak Parti’nin nasıl bir tavır ve tutum sergilemesi gerektiği hususuna gelecek olursak, madde madde devam edelim.
Birincisi, koalisyon işinde son derece dikkatli hareket etmeli ve “milletimiz bize muhalefet görevini tevdi etti” diyerek iktidarı kurma işini kendisi dışındaki üç partinin kucağına bırakmalı.
Üstad Necib Fazıl bu ikazı Erbakan’a da yapmıştı ve demişti ki; “iktidara girme ve bütün olumsuzluklar ben iktidarda olmadığım içindir, tezini işle.”
Kriz olur, bilmem ne olur sana ne? Bugün ateşten bir top hükmünde olan iktidar, bırak kimi yakarsa yaksın, beceremedikleri yerde -ki zaten beceremeyecekler- erken seçime gider ve zarar görmeden daha güçlü bir şekilde geri dönersin. Krizlerde seni besler... Ama yok, “bu ateş varsın beni koltuk aşkıyla yaksın” diyorsan, sen zaten milletin %40 oyunu da hak etmemişsin demektir ve kül olur gidersin. Milletin davası baki, müesseseler gelip geçici... Dünden beri yükselerek gelen İslâm davası nasıl olsa kendisini ifâde edecek yeni bir mecra bulacaktır.
İkincisi, partinin şu anki görünen lideri her ne kadar akademisyen olarak bünye içinde başarılı faaliyetler gerçekleştiren bir şahsiyet olsa da, siyasî teşkilâta liderlik etmek, organize etmek başka bir iş. Kendisi belki de mizaç hususiyetleri bakımından bu işe uygun değildir. “İşi ehline veriniz”  ölçüsüne göre, herhangi bir isim telaffuz etmekten kaçınmak suretiyle işin ehline, ehli kimse ona verilmesi gerekmektedir.
Üçüncüsü, sümüklü ve ağlak, hâkim davanın mahkûm tavrı olmayacağını idrak etmekten uzak tiplere kulak asmamalı ve katiyen bir adım geri atılmamalıdır. Bilhassa, daha şiddetli bir şekilde yeniden dizginlerin ele alınması gerekmektedir. Eğer ki bu dangalakların şuur seviyesizliğine mahkûm olunur da geri adım atılırsa, geçmiş olsun! Bir musibet, bin nasihattan evlâdır ve Allah pervasızlardan yanadır. Başkanlıksa başkanlık, anayasa değişikliğiyse anayasa değişikliği iddiasından sakın ola ki vazgeçmeyin ve millet “Başkanlık Sistemi” istemiyor diye başlatılan algı tuzağına da sakın ola düşmeyin.
Dördüncüsü, Ak Parti’ye taraf olduğu iddiasındaki medyanın artık bir şekilde kendisini revize etmesinin vakti gelmiştir. Menfaat merkezi olduğu için bir araya gelen günün adamlarının ayıklanması ve fikri, fikir haysiyeti gereğince müdafaa edecek kadroların istihdam edilmesi şarttır.
Beşincisi, en hızlı şekilde seçim barajı ortadan kaldırılmalı, dar bölge seçim sistemine geçilmeli ve madem oyun demokrasi içinde oynanıyor, o vakit daha demokratik bir şekilde milletin temsili meclise net bir şekilde yansıtılmalıdır.
Altıncısı ve en önemlisi, biz senelerdir bu sayfalarda meselelere çözümler getiriyoruz, akislerine baktığımızda ise birilerinin işine gelen kısmını alıp alıp işin künhünü kaçırdığına şahitlik ediyoruz. Künhüne gelecek olursak; bunca hizmet, alt yapı yatırımı eğer ki bir idealin, dünya görüşünün hedefi doğrultusunda atılan ilmiklerden değilse, muşamba dekordan ibarettir ve kıymetsizdir. Hep söyledik, söylüyoruz ve söyleyeceğiz; kendini tabiî bir şekilde bulacağı bir ideal teklif edip, milleti bu ideal etrafında bir araya getirmeden gelinecek nihai nokta burasıdır. Artık yarım ağızla, -mış gibi ile bir adım daha atmanın mümkünü yoktur ve vehmettirdiğin adam olmanın zamanıdır.
Hizmetin, şunun, bunun millet nezdinde gerçekten kıymet hükmü olmadığı artık anlaşıldığına göre bu hizmetlerin ve geri kalan her şeyin “niçin”inin cevaplanmasının tam da vaktidir. Açık konuşun ve deyin ki; davamız kuru cihangirlik davası değil, İla’yı Kelimetullahtır; ve bu davanın güdülmesinin şartı olan anlayış, Büyük Doğu-İbda’nın ortaya koyduğu İslâm’a Muhatab Anlayış’tır. Böylesine muazzam bir ideoloji benimsenmeksizin yapılacak yatırımlar kumdan kale kalmaya, millet nezdinde karşılık bulmamaya mahkûmdur. Başkanlık Sistemi tartışmaları da böylelikle yerine oturacak, ne mânâya geldiği anlam kazanacak ve milletin aklına takılan acaba da yanıta kavuşacaktır.
Neticede
Yazımız içinde de geçtiği üzere bir musibet bin nasihatten evlâdır ve umulur ki bu bir “rahmet tokadı”dır. Bu seçim vesilesiyle taşlar tam mânâsıyla yerine oturmuş ve arada görünenler çeşitli taraflardaki renklerini açıkça belli etmiştir. Bu vesileyle artık kimin kim olduğunu da görerek ve bilerek gereğinin yapılması lazım gelmektedir. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın, Türkiye’de İslâmî mücadele güçlenerek gelmektedir ve bu millet her daim doğrulmaya ve yürümeye hazır bir devdir. Pek tabiî olarak devler, mahkûm tavırla, içinde bin türlü tereddütle sevk ve idare edilemezler.
Bir diğer taraftan, Erdoğan ve Ak Parti’ye düşen artık bu davanın menfaat davası değil de İslâm davası olduğunu açık bir dille deklare etmek ve menfaat peşindekileri ayıklayarak dava adamlarıyla beraber yürümektir. “Guardian Gazetesi”nin seçim öncesi “Tam Batılılaşmamış Yoksul Müslümanların Kendi Kendilerini Yönetmelerine İzin Vermeyiz” manşeti ile seçim sonrası “La Repubblica Gazetesi”nin “Selahaddin Eyyubî Kudüs’e Sancak Dikmeden Evvel Durduruldu” ve İsrail medyasının “Biz kazandık” manşetleri karşı tarafı ve davasının ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Karşı taraf net; fakat ya bu taraf?
Yine daha evvel kaleme aldığımız üzere, bugüne kadar önce Kemalistler, sonra askerî vesayet ve son olarak da Cemaatle girişilen kavgalarda milletin desteklediği Erdoğan, ufku açıkça beyan edemediği için bugün asıl kavgayı verirken gereken desteği tam mânâsıyla görememektedir. Küfrün tek millet olarak gizlendiği sisin ortadan kalkması ve milletimizin zıt kutbu açıkça müşahede etmesi de Erdoğan’ın ufku açık bir dille belirlemesinden geçmektedir.
Artık bu musibet nasihatten bilinmeli ve gereğinin gerektiği şekilde ivedilikle tereddütsüz bir şekilde yerine getirilmesi icab etmektedir.

Baran Dergisi 439. Sayı