Röportaj: Faruk Hanedar

Aylık Baran Dergisi 10. Sayı, Aralık 2022

***

Amerika Birleşik Devletleri hakkında herkes konuşuyor. Fakat ABD’yi ne kadar tanıyoruz? Bu sorunun cevabı kamuoyunda ne kadar biliniyor?

Amerika Birleşik Devletleri’ni Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) sebebiyle tanıdık… İyi tanıdık hem de! Genelevlerimizin duvarlarını beyazlara boyadık… Hayat kadınlarını doktor muayenesinden geçirdik… Sağlam mı, sağlıklılar mı diye baktık ki, Amerikalı “dostlarımızın” evlatlarına, askerlerine bir zarar gelmesin diye…

Ondan daha da geriye gidebiliriz… Hepimizin bildiği Harput'ta Bir Amerikalı diye bir oyun vardır. Cevat Fehmi Başkut’un tiyatrosu… Oradaki Amerikalı aslında “Müslüman bir Türk”tür. Çünkü, Harput’taki Ermenileri ABD bir şekilde kurtarmaya karar verdi, ta 1800’lerde bakınız. Ve Elazığ, Erzurum, Erzincan yâni bugünkü Ermenistan sınırına kadar Ermenilerin çocuklarını aldılar, götürdüler Amerika’ya… Eğitmek için… Araya da bir Müslüman giriyor, onlarla gidiyor. Sonra Abdülhamid Han Efendimiz, savaş sebebiyle Hilâl-i Ahmer’a (Kızılay) ait bir vapuru yolladı. Oradaki gayrimüslimlerle beraber göç etmiş olan Müslümanları geri getirdi. Çok kişi geldi. Şikago bölgesinde kalanlar da oldu. Hâlâ orada oturuyorlar. Evliler geldi, bekârlar gelmedi…

En olmadık yerlerde misyoner okulları açıldı, Amerikalıları bir de öyle tanıdık tabiî. Talas’ın dağında, birdenbire bir okul peyda oldu. Hikâyesi uzun uzun anlatılmıştır. Papazlar, öğretmenler geldi ve oradaki Müslüman ve gayrimüslim Türk bütün çocukları eğitmeye başladılar, ne alâkaysa! Robert Koleji’ni anlıyorum… İstanbul’da çok yabancı okul vardı ama Talas’ta, Deyrizor’da niye ABD okul açar?.. Misyonerler bunu neden ister? Buralara tahıl, ekmek sattık… Uzun vadede neler olacak diye düşünmedik. Çünkü, tam bunları düşüneceğimiz sırada 1900’lerle beraber “modern çağ” başlarken dünya modernizmin içine girerken, biz birden İttihat Terakki sebebiyle Avrupa’nın en kıyıda kalmış ideolojilerini aldık. Emile Durkheim’dan sosyololojiye dair bir şeyler alacağımıza, gittik faşizmin özünü aldık. Yâni, adamın hazine gibi kitapları var, Ziya Gökalp’in getirdiği şey şu oldu; gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım. Sen, ben yok biz varız. Yâni bütün dünya seni, beni, bizi öğreniyor; biz “hayır sen, ben yok, biz varız.” dedik. “Ayağımızdaki gelişmemizi önleyen kalın pranga İslâm imiş!” safsatası üretildi. Aydınlarımız, “Ah kalkınamama, demokratlaşamama sebebimiz Müslüman oluşumuz.” dedi, topyekûn bir redde girdik… ABD’yle, Batıyla ve modernizmle tanışmamız çok üstünkörü, palyatif oldu. Anlamsız oldu. İşin özüne gidemedik. Benjamin Franklin’i kimse tercüme etmedi. Demokratik temsil, seçimli temsil falan gibi laflar hiç edilmedi. Bir de Amerika’nın yüzüne de bakamadık, “Bu adamlar niçin burada okul açıyor?” demediğimiz için onların kapitalist, emperyalist tarafını da görmedik. Amerika bizim için bir tür “beyaz kurtarıcı”, “Avrupa gibi olmayan” şeklinde algılandı. Göçmen toplumu olduğu için ABD’de hâlâ bugün birinin başka birisine “sen nerelisin?” demesi çok ayıptır. “Ne demek nerelisin, nereliyse nereli sana ne?” yâni. Bu tür görünüşteki ayrılıkları Amerikalılar bize sevdirdi. Sömürgeci, kolonyal, ayağında çizme, elinde kamçı Avrupalı imajı yerine; çalışkan, gayretli, başında turist şapkasıyla okullar açan Amerikalı imajı gözümüze girdi. Amerikalıların kötü yüzünü, tanıyamadık, tanıyamadığımız gibi de göremedik.

Amerikan toplumu bir uzlaşma toplumudur!

Tam buraya gelmişken ABD’deki toplum yapısından bahseder misiniz? Orada nasıl bir toplum yapısı var?

ABD toplumunu iyi değerlendirmek için, Amerikalı diye bir toplumun olmadığını; herkesin göçmen olduğunu, herkesin oraya kuvvet zoruyla gelip oturduğunu, kan ve gözyaşıyla bu toplumun oluştuğunu hatırlamamız lâzım. Uzun yıllar Amerika’yı analiz eden Alexis de Tocqueville, onların demokrasisinin aslında Avrupa’dan farklı; ama aslında demokrasi değil de, bir tür elitler arasındaki uzlaşmanın halka onaylattırılması olduğunu yazdı. Biz bunu da görmedik… Amerika toplumu, uzlaşma toplumudur çünkü herkes göçmen. ABD’nin yerlisi olan insanların rengi zenci gibi de değil, kahverengi gibi de değil. Siyaha da çalmıyor. Kırmızıya çalıyor, onun için kırmızıderili. Bir de onu Kızılderili olarak tercüme etmişiz. Kızılderili insanlar, Amerika’nın yerlileri. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız beyaz Avrupalılar Amerika’ya çıktıktan sonra buranın yerlilerini yok ederek, bir köşeye topladı. Bugün gitsek bile hâlâ Apaçi milleti, -onlara bir de millet deniliyor- öbek öbek Kızılderililer hâlâ yaşıyor. Ulus olarak, kültür olarak ortadan kaldırılmışlar. Afrika için şöyle derler ya: “Beyaz adam geldi, buğdaylarımızı aldı elimize İncil’i verdi ve gitti.” Kızılderililer için de şöyle diyorlar: “Beyaz adam geldi, mısırlarımızı aldı, elimize içki şişesini tutuşturdu ve gitti.” Bugün bile Kızılderili yerleşim yerlerine gittiğinizde gözünüze çarpan ilk şey içki dükkânları olur.

Bir göçmen toplumu olmasına mukabil Amerika’nın temelinde WASP (Beyaz Anglosakson Protestan) diye tanımlanan insanların olduğunu söylemek doğru mudur?

Tabiî doğrudur. Burada sadece Anglosaksonlar değil, Fransız’ı, Hollandalısı, Alman’ı da var. Bunların hepsinin arasında büyük bir uzlaşma var. Bu büyük uzlaşma “demokrasi” diye anlatıldı. Bu demokrasi falan değil, illa bir isim bulacaksanız buna uzlaşmalı demokrasi (consociational democracy) yahut seçkinler arası demokrasi diyebilirsiniz. Her şeyin bir grup seçkini, eliti var. Mesela mesele sanayi ya da kömür çıkarmak olsun. Kömürcü elitler bir araya geliyorlar, “nasıl çıkacak, ne kadar çıkacak, nereden ve hangi cins kömür, nereye götürülecek?” diye bir uzlaşmaya varıyorlar ve hükümete empoze ediliyor. “İşte böyle olacak!” diyorlar. Siyasette de böyle. İşçi-işveren kavgası Amerika’da çok az olur. Avrupa’dakinin yüzde biri kadar bile olmuyor. Batı Virginia’da bir kömürcülerin ayaklanması vardır, başka da bilinen ciddi, ABD’nin altını üstüne getiren, insanların öldüğü işçi-işveren çatışması da olmamıştır. Çünkü, sendikaların elitleriyle, işverenlerin elitleri bir araya gelirler, mesele neyse onu hallederler kendi arasında. Taraflara da çözüm sunulur. Yani Demokrat Parti kongreye gitmeden önce mutlaka iki partinin komisyonlarından geçer. Bugün bile böyledir. Amerikan parlamentosu dediğiniz şey komisyonlar arası uzlaşma platformudur. Komisyonlar toplanırlar kendi aralarında hallederler, o mesele genel kurula gider, genel kurulda göstermelik konuşmalar yapılır, bir taraf diğer tarafı över. Bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Trump başladığı için gözümüz Amerika’ya tekrar döndü. Benim şahsi kanaatim Trump’ı bu ön seçimde yok edecek Cumhuriyetçi seçkinler. Sorunuza şu cevabı verebilirim: Amerika’da sadece seçkinler arası uzlaşmanın kitlelere onaylatılması vardır. Tam tercümesini Sabri Sayar yaptı, hatırlayamıyorum ama. Taha Parla’nın kitabında da var. Onun kitabında Amerika sistemi için çiçek açmamış faşizm denir. Faşizm falan deyince akla hemen Hitler filan geliyor. Faşizmi anlamamaktır bu. Faşizm aslında sınıflar arasındaki kavgayı ortadan kaldıran, Almanya sebebiyle Avrupa’nın eşiğine geldiği büyük sınıflar savaşını durduran bir diktadır. Bu diktanın temelinde uzlaşmacılık vardır.

Neo-conlar…

Son dönemde küreselci-ulusalcı gibi kavramlar çerçevesinde yapılan sınıflandırmalarla beraber bu uzlaşmanın ortadan kalktığını mı söyleyebiliriz?

Hayır, söyleyemeyiz. Küreselcilerin programları bu uzlaşmadan geçmiştir. İki taraf da bu modele evet demiştir. Neden, isme bakın: kon, yeni konservatifler (Neo-Con). Bunların hepsi Demokrat Partili liberal adamlardır; ama savundukları fikirler, muhafazakârların bugüne kadar savundukları küreselci dünya hegemonu Amerika olma fikriydi, bu adamlara “siz artık yeni muhafazakârlarsınız” diye damga vurdular dışarıdan.

Neo-conların Cumhuriyetçi olduğu düşüncesi daha yaygın.

Temeline bakın neo-conların hepsi demokrattır. Neo-con denmesinin sebebi de bu adamların demokrat, liberal görünmelerine rağmen 1915’te Wilson’ın kaleme aldığı ve Avrupa’ya kabul ettirdiği, İngiltere’den dünyaya nizam vermek yetkisini-anahtarını devraldığı 1915-18 Paris Konferansı -Osmanlı’yı yok edeceğiz, şunları kuracağız diyenler- bu teoride gelişti. Clinton’un adamı olan bir neo-con Trump’a hizmet etti ve hatta Bush’a bile hizmet etti. Ama adam güya demokrat bir başkan. Amerika’nın dış politikasını, savunma siyasetini vs. güya demokrat bir ekip yönetiyor; ama insanlara bakıyorsunuz cumhuriyetçilere de hizmet etmiş insanlar.

Bu nasıl oluyor?

Birçok şeyler var. Amerikalı Komünistlerin bile değişik açıklamaları var. Bence Amerikan hegemonyası veya kapitalist hegemonyanın iki sebeple tehlikeye düştüğünü görüyorlar. Birincisi Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1995’te “Tamam biz kurtulduk, hegemonyamız devam eder.” dedikleri sırada Putin denen adam Sovyetler Birliği’nin şahsında simgelenen tehdidi tekrar ortaya çıkardı. Siz bu dünyanın hegemonu değilsiniz biz de varız, dedi. İkincisi ise tam Amerikan hegemonyası yerine oturuyor, mesele kalmıyor dediğimiz sırada Çin ters mühendislik yoluyla, çalıp çırpıp imal eden zavallı Çinli imajından bugünkü dev Çin’e döndü. Çin korkusu onların ödünü koparmaya devam ediyor. Neden, çünkü Komünizmden vazgeçmediler ki… Komünist felsefe Amerika’nın can düşmanıdır. Amerika’nın yarım akıllıları da oraya gitti. Dolayısıyla demokratıyla, cumhuriyetçisiyle, neo-conuyla uzlaştıkları nokta Rusya Federasyonunu parçalamak. Sonra ise meşhur teori “Pekin’e giden yolu açmak.” Pekin’e giden yol açıldıktan sonra ise hepimizin çok haklı bir davası olan Sincan meselesi denilen Doğu Türkistan meselesi ve Uygur Türkleri üzerinden, ki insan hakları bakımından Çin’in zaten temeli zayıf, o temeli kullanarak Çin’i yok etmek veya küçük parçalara bölmek.

Zaten Milli Güvenlik ve Strateji Belgelerinde de asıl düşmanın Çin olduğunu vurguluyorlar.

Evet. Yani şunu bir türlü anlatamadım kimseye. Kimse okumuyor da tabii. Biden’ın ulusal güvenlik belgesi, Trump’ın ulusal güvenlik belgesi ile aynı. Cumhuriyetçilerle demokratları uzlaştıran mesele budur. Yani ulusal güvenlik stratejisinde bir uzlaşma sağlanmıştır. Tamam, Trump deli; ama bütün bunlar makyaj.

Kutuplaşma…

Kongre baskını diye bir hadise yaşandı. Amerika’da geçen sene kürtaj yasası, silah yasası, lgbt filan derken birbirlerine girdiler. En ufak bir meselede birbirlerine giriyorlar içeride. Bu uzlaşma bir yerde son bulmayacak mı?

Bunların hepsi makyaj. Şunu diyor, bu anayasada belirtilen bir şey değildir, böyle bir hak yoktur. Birkaç eyalette bir şey yasaklandı. Yanındaki eyalette yasak değil, geçersiniz oraya. Yani eyalet dediğiniz zaman buradan Suriye'ye gitmek gibi falan bir şey değil bu.

Amerika'nın içerisinde yasal farklılıklardan dolayı iç göçün çok arttığı, toplumsal ayrışmadan dolayı Amerika Bölünmüş Devletleri bile denilen makaleler yayınlandı. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Biz Maryland içinde oturduk, Virginia eyaletinde çalıştık. Federal başkentte hiçbir yere ait olmayan Kolombiya bölgesinde çalıştık. Virginia’da da okula gitti eşim. Yani sabah evden kalkıyordu Maryland eyaletinden tıngır mıngır Virginia eyaletine gidiyordu ders vermeye. Gözümüzde çok büyütüyoruz ülke büyük olduğu için. Tamam eyaletten eyalete farklar var. Ama kimsenin hayatımda hiçbir şey değişmedi, değişmiyor da. Bütün bu gürültüler, kavgalar, dövüşler, hep bir tiyatro gibi. Parlamento baskını tamam… İnsanlar binaya zaten gireceklerdi, o 1200 kişi kuyruk olsalardı ve x-rayden geçselerdi ellerindeki taşı sopayı kapının önüne bıraksalardı zaten gireceklerdi içeriye. Ama x-rayden geçmeden girdikleri için adı “parlamento baskını” oldu. Parlamento baskını dediğin zaman Amerika'da demokrasi tehlikeye girdi, insanlar parlamentoyu yok etmeye yürüyüş yaptılar, ayağa kalktılar falan deniyor. Öyle bir şey yok. Yani küçümsemiyorum olanı, evet ileride tarih böyle bir kalkışmayı da önemli bir şekilde yazacak. Evet, Sovyetler Birliğini kurulmasını sağlayan baskını da sadece 60 kişi gerçekleştirmişti. Sayıya anlam yüklemiyorum; ama bir etkisi olmadı toplum üzerinde.

Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumsal ayrışmanın aslında kuruluş aşamasından itibaren olduğu ve bunun mason olan kurucular babalar ile püriten atalar ayrımından kaynaklandığı bazı yazarlarca belirtiliyor. Bugün ise gelenekselci ve modernist diyebileceğimiz bir kutuplaşma bu. Amerika’da bu mümkün mü?

Mümkün tabiî ki. Bütün bunları kabul ediyorum. Trump gibi abuk sabuk bir adam bile ortaya çıktı ve bir şeyleri değiştirdi; ama baştan beri büyük bir uzlaşma var, ortada büyük uzlaşma için kurulmuş bir sistem var. Uzlaşmak için ayrı görüşler olması lazım. Niye Osmanlı'da uzlaşma ihtiyacı yoktu? Niye Osmanlı'nın bir parlamentoya, bilmem neye, böyle bir kooperatif sisteme ihtiyacı yoktu? Çünkü ayrı fikirler yoktu. Ayrı fikirler olduğu gün de imparatorluğu batırdı başka bir takım güçler dışarıdan gelip. Yani belki bizde de öyle bir takım komisyonlar, parlamentolar, uzlaşmalar olacaktı. Biz kendimizden pay biçiyoruz ve hemen Amerika'ya da bunları atfediyoruz. Hayır. Amerika'da uzlaşma kültürü var. Bu böyle bir şey var. Kurulurken köylü ve şehirli farkı var.

Külli bir yapıdan bahsediyoruz; fakat toplumsal olarak bir bütünlükten bahsedemiyoruz.

Gayet tabii.

Yani son derece esnek bir yapıdan söz ediyoruz.

Evet, uzlaşmacı bir sistem var. Bunun da temeli, göçmen toplumu olmasına gidiyor. Yani farklı milletler, farklı insanlar, farklı dinler; ya kavga edeceksin ya uzlaşacaksın. Zencileri baskıyla yola getirdiler. Kızılderilileri yok ederek yola getirdiler. Ama beyaz insanların; Almanla Fransızın, İtalyanla Hollandalının uzlaşması gerekiyordu ve uzlaşıyorlar.

Kurumsal devlet…

Başkanı, Senatoyu, Temsilciler Meclisini; CIA, FBI, Pentagon gibi kurumları bu yönetimde nereye yerleştiriyoruz?

Amerika'da derin devleti ve uzlaşmayı yöneten yapı bunlardır. “Deep state” Amerika'da ilk günden beri vardır. Bunun adına “establishment” denir. Yani bu saydığınız devlet kurumları ve ticaret odaları, barolar, bankalar… Adamların merkez bankası bile yok. Yani paraları basan, bir mason şirketi.

FED’in bugüne kadarki başkanlarının neredeyse tamamı Yahudi. Hatta bir çoğu İsrailli…

Gayet tabii, bankaların tamamı Yahudilerindir. Eyaletlerdeki federal bankaların hepsi Yahudilerin elinde, bütçe sermayesini kuranlar Yahudi. Sermayesini verenler Yahudi, çünkü federal bankalar özel Amerika'da…

Toplumun temeli uzlaşma; ama Katolik’le, Protestan’ı kim uzlaştıracak? Yahudi uzlaştırıyor. Her yerde, her zaman.

Devlette bir devamlılık esası da var.

Var tabii, kurumsal devlet. Yani o gider, bu gider, herkes gider; ama kurumsal devlet kalır.

Teşekkür ederiz cevaplarınız için.

Ben teşekkür ederim.