II. Dünya Savaşı yıkıcı bir etki bıraktıktan sonra dünya durağan bir sürece girdi. Bu süreç, iki süper güç arasındaki ideoloji savaşının tezahürü olan, sıcak çatışmanın olmadığı ve nükleer tehdide dayalı Soğuk Savaş süreciydi. İki süper güç ise kapitalizmin savunucusu ABD ve sosyalizmin savunucusu SSCB idi…
Soğuk Savaş, 1990’lara girilirken sosyalist kutbun mağlubiyeti ile sona ererken, dünya hareketli bir konjonktüre de adımını atıyordu. Kapitalist güç, sosyalizmi mağlup etmiş ve Doğu Bloğu dağılmış; blok içerisindeki ülkeler bağımsızlıklarını bir bir ilan etmişti.
Soğuk Savaş sonrası “Yeni Dünya”da ABD daha aktif bir role soyunmuş. Modern sömürüde sınır tanımaz bir ülke durumuna gelmişti. Serbest piyasa ekonomisi ile birlikte, küresel bir dünya söylemiyle, serbest piyasayı kabullenen, bilhassa Ortadoğu ülkelerini ekonomik olarak kendisine bağımlı duruma getirdi. Politik olarak da nüfuz kabiliyeti yüksek olan ABD, bu kabiliyetini kullanarak dünyanın her köşesinde yaşanan olaylara müdahil oldu. Desteklediği liderler ülkelerinde iktidar duruma gelirken, ABD’nin çıkarlarını korumayı da ihmal etmediler.
Bu bağlamda misaller verecek olursak Sovyetler’den kopan ülkelerde yaşanmış olan renkli devrimlerde Amerikan etkisini görmek mümkündür. Bu devrimlerde halkın talebi Sovyet düzeni yıkıldıktan sonra Batı tarzı hayat ve demokrasi talebi olarak yansıdı. Aslında bunlar Amerika’nın Sovyetler’den kopan ülkelere nüfuz etmek için düzenlemiş olduğu siyasî suikastlar olarak nitelendirilebilir. Siyasî suikast derken imâ etmek istediğimiz ise bu devletlerin başına kendi amaçlarını hayata geçirebilecek liderleri yerleştirmektir.
Amerika her yerde söz sahibi olmak derdini yaşarken, onun için en önemli bölge, politikalarını 50-60 yıl önceden üzerine kurmuş olduğu Ortadoğu’dur. Bugüne kadar Ortadoğu’daki diktatörlere destek vererek onlar eliyle çıkarlarını korumuştur; fakat 2011 yılının başında vuku bulan isyan dalgaları Amerika’nın bu politikalarını değiştirmesine sebep olmuştur. Kimilerine göre “bu isyanlar Amerika tarafından çıkarılmıştır.” Oysaki bu isyanlar tamamen Amerikan menşe’li değildir. Amerika bu isyanları lehine çevirmek için çaba sarf etmektedir.
İsyanların neden çıktığı hususuna gelirsek: Hepsinin ortak bir nedeni olarak sadece halkın diktatörler tarafından baskı altında tutulması diyebiliriz; fakat bir çok farklı unsuru da bünyesinde barındırmaktalar.
Tunus isyan ateşinin çıktığı yer olarak ele alınabilir. Buradaki problem tamamen sosyo-ekonomik bir problemdir. Halkın büyük geçim sıkıntısı yaşadığı, istihdam oranının çok düşük olduğu ülkede, üniversite mezunu işsiz bir gencin kendisini yakması fitili ateşlemiştir. Senelerce batı bilhassa Fransa tarafından desteklenen ve uyguladığı laik rejimle halka zulmeden Zeynel Abidin Bin Ali’nin üzerine bir çizik atıldı.
İsyan ateşi Tunus’tan Mısır’a sıçradı. Mısır’da da 30 yıllık bir Hüsnü Mübarek hakimiyeti söz konusuydu. Bu 30 yıl içerisinde muhalifler hep baskı altında tutulmuş ve Müslüman Kardeşler başta olmak üzere bir çok muhalif grup siyasî yasak yemişti. Diğer taraftan zengin kaynaklara sahip olan Mısır’da halk sosyo-ekonomik problemlerle boğuşuyordu. Gelir dağılımındaki eşitsizlik halkın canına tak etmişti; başkent zengin Kahire ve fakir Kahire olarak iki ayrı şehir görüntüsü veriyordu. Bu adaletsiz düzen Mübarek’in ipinin Tahrir Meydanı’nda çekilmesine sebep oldu.
Amerika bu iki isyanda da olaylar biraz piştikten sonra, senelerce desteklediği; fakat gidici olduğunu gördüğü diktatörleri elinin tersiyle kenara iterek halklara “yanınızdayız” mesajı vererek şirin görünmeye çalıştı. Böylece Müslüman coğrafyası üzerindeki saldırgan tutumundan dolayı kendisi aleyhine oluşan anti-Amerikancı tavrı bir nebze olsun kırmış olacaktı.
Libya’ya geldiğimizde ise diğer isyanlarla pek bir ortak yönünü bulamıyoruz; belki sadece ortak yön olarak Muammer Kaddafi’nin de diğer liderler gibi çok uzun dönemdir iktidarda olduğunu söyleyebiliriz. Libya’da diğer ülkelerdeki gibi sosyo-ekonomik bir problem olduğunu söyleyemeyiz; halkın refah düzeyi ve gelir seviyesi yüksek… Ekonomik koşullar iyi olunca da isyana sebep olacak sosyo-ekonomik bir problem olmadığını söyleyebiliriz. Libya’daki ayaklanmanın sebebi iktidar kavgası ve güç mücadelesinden başka bir şey değildir!
30 küsur aşiretten oluşan bu ülkede dört baskın aşiret var ve bunlardan biri Libya lideri Muammer Kaddafi’nin mensup olduğu aşirettir. Ve isyanlardan önce ABD’nin diğer baskın aşiretlere silah ve para yardımında bulunarak, isyanı tetiklediğini görüyoruz. Peki ABD neden Libya’da devrim olmasını istedi?
Yüzeysel olarak baktığımızda, herkesin dilinde olduğu gibi petrol diyebiliriz; çünkü Libya petrolü dünyanın en kaliteli petrollü ve yüzeye çok yakın şekilde çıkarıldığı için maliyeti de çok düşük. Fakat sebepleri sadece petrol ile sınırlandıramayız, petrol sebeplerden sadece biri...
Kaddafi’nin diğer Ortadoğu liderlerinden farkı bir Amerikan kuklası olmaması… Ayrıca Kaddafi ülkesine yabancı sermayenin girmesine izin vermeyerek, memleketinin modern sömürüde bir parça olmasını reddetmiştir. Amerika, Libya’da da serbest piyasa ekonomisinin işlerliğini sağlayacak birilerinin iktidara gelmesini istememektedir. Bu sebeple isyancılara destek vermiştir. Yani ekonomik suikastlarla mağlup edemediği ve kafakola alamadığı Libya’yı siyasî bir suikastla ele geçirmek istemektedir.
Amerika bu politikayı güderken, diğer isyanlarda gütmüş olduğu anti-Amerikancı tavrı kırma hamlesini sekteye uğratmamak için doğrudan müdahale etmemiştir. Avrupa’da itibar kaybeden ve yakın dönemdeki yapılacak seçimlerde bir koz elde etmek isteyen Sarkozy’inin Fransa’sını ve ebedi dostu İngiltere’yi yanına alarak operasyona başlamış ve daha sonra bu operasyonu NATO şemsiyesi altına almıştır.
“Uluslararası hukuk, insan haklarının korunmasını gerektiriyor” diyen ABD, bu hukukun kendi inisiyatifine göre işlediğini bir kez daha ortaya koymuştur. NATO operasyonu Libya’nın içişlerine müdahaledir ve uluslararası hukuk Libya’da bir kez daha iflas etmiştir!