Türkiye’de gündemi Türk lirasının değer kaybı, ajan papaz, F-35 savaş uçağı, S-400 hava savunma sistemi, görüşmeler, toplantılar ve kutlamalar belirlerken, hemen güney sınırımızdaki 2,5 milyon sivilin sığındığı İdlib, Suriye rejimi ve İran destekli milisler tarafından kuşatılmış vaziyette… 

Rusya ve İran tarafından desteklenen rejim koalisyonuna bağlı güçler, bir süredir İdlib’e yönelik planlanan saldırı için Halep ve Lazkiye kırsalındaki bölgelere askerî sevkiyat yapıyorlardı. Buna karşılık İdlib’de konuşlanmış Tahriru’ş Şam Heyeti (HTŞ) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) da bir yandan savunma mevzilerini güçlendirip, bölgedeki muhtelif silahlı kuvvetlerin müşterek bir şekilde hareket etmesini sağlamak adına ortak operasyon merkezi tesis ederken, diğer taraftan da rejim ile anlaşmaya yanaşan işbirlikçi grubların lider ve komutanlarını bertaraf etmek suretiyle içerideki birliği de tesis etmek suretiyle savunma hazırlıklarını yapıyordu. Türkiye de bir süredir İdlib çevresinde konuşlu gözlem noktalarının güvenliğini sağlama almak için bölgeye beton duvarlar sevk ediyor. 

Mevcut Durum
Esed artık iyiden iyiye yerini sağlama aldığını düşünüyor olsa gerek, Suriye’nin kendisine en büyük tehdid gördüğü bölgesine, muhaliflerin sığındığı İdlib’e gözünü dikmiş vaziyette.

Rusya, İdlib’te bulunan Tahriru’ş Şam Heyeti’ni terörist olarak nitelendiriyor ve bu saldırının gerçekleştirilmemesi için Türkiye’ye bu grubun tasfiyesini şart koşuyor. Suriye’deki Ehl-i Sünnet muhalif grupların en büyük silahlı gücünü meydana getiren HTŞ ise silah bırakma şartını kabul etmiyor ve bölgede gözlem noktaları bulunan Türkiye’ye yeterince güvenmediğini de açıkça dillendiriyor. 

İran ise bölgede Ehl-i Sünneti hedef alacak ne kadar saldırı varsa hepsine gözü kapalı koştuğu gibi bu saldırı için de İdlib çevresinde çoktan konuşlanmış vaziyette. Hatta bugün (salı) İran Savunma Bakanı İdlib’i hedef alacak saldırının hazırlıklarını yerinde denetlemek için Halep’e geçti.

Birleşmiş Milletler örgütünün yapmış olduğu açıklamaya göre, eğer ki İdlib’e yönelik olarak bir saldırı gerçekleştirilecek olursa, bu asgarî 2,5 milyon sivili etkileyen yeni bir göç dalgasına sebeb olacak. İdlib’teki sivillerin Suriye’den çıkış noktasıysa tabiî ki Türkiye; yani olası bir saldırı, aynı anda 2,5 milyon yeni mültecinin Türkiye’ye giriş yapması manasına geliyor.

Son 24 saat içinde yapılan açıklamalar ve bölgede cereyan eden hadiselere baktığımızda; Türkiye’nin HTŞ’nin tasfiyesi için yapmış olduğu girişimin başarısız kaldığı ve Rusya’dan bunun için iki hafta daha müddet istediği, gün içerisinde İran ve rejim güçlerinin yığınaklarını daha da arttırdığı, sınırın Türkiye tarafındaysa askerî hareketliliğin hızlandığı görülüyor. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’nden İdlib’e gelmesi beklenen 30 milyon dolarlık yardım da yine bugün paranın HTŞ’nin eline geçmesinden duyulan endişe gerekçe gösterilerek durdurulmuş bulunuyor. 

Türkiye’nin İdlib Masasındaki Kozları
İdlib bölgesinin batısında zaten Hatay şehri yer alıyor. Bunun haricinde kalan kuzey, güney ve doğu cihetlerinde ise rejim güçleri ile İdlib arasına yerleşmiş 12 gözlem noktasında Türk askeri konuşlu bulunuyor. İdlib’i hedef alması muhtemel bir saldırının bu gözlem noktalarına temas etmeden yapılması mümkün değil ve Türkiye müsaade etmediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri ile çatışmayı göze almayan hiçbir grubun karadan İdlib’e girişi mümkün değil. Burada Rusya HTŞ’den rahatsız olsa bile Türkiye’ye gelmesi beklenen mültecileri finanse edecek durumu olmadığına göre Türkiye’nin bu gerekçe ile Esed rejimine bağlı askerlerle çatışması hâlinde tarafsız kalacağı açıktır. 

Bölgede 2,5 milyon sivilin varlığından bahsediliyor ve Türkiye mevcut ekonomik şartları içinde maddî ve manevî olarak yeni bir mülteci dalgasını kaldırabilecek durumda değil. Dolayısıyla burada artık konuya müdahil olması gereken Avrupa’dır. Avrupa, 2,5 milyon mülteciyi barındırmaya hazır mı, değil mi? Şimdi bu sorunun Avrupa’ya açık bir şekilde sorulması gerekiyor.  

Türkiye’nin sınırlarına yığılması muhtemel 2-3 milyonluk bir göç dalgası, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik daha geniş kapsamlı bir askerî müdahalesine milletlerarası meşruiyet kazandıracak olması bakımından da önemli.

Nasıl Bir Siyaset İzlenmeli?
Suriye’de 10 milyon civarındaki insan ile Esed rejimi arasında kan var. Bu sebeble Esed iktidarda kaldığı sürece Suriye’de barışın tesis edilmesinden bahsetmek bile abesle iştigâl olur. Böylesi bir hâlde Esed rejimi askerlerinin İdlib’i hedef alması da aslında akılla mantıkla pek de uyuşan bir hareket tarzı değil. Velev ki Türkiye müsaade etti ve hattâ oradaki silahlı muhalifler de teslim oldular; sonra ne olacak? Sınırları içinde yaşayan halkın meşru görmediği ve arasında kan olduğu bir rejim Suriye’ye nasıl hâkim olacak, nasıl düzen kuracak? Esed’in şu ana kadar koltuğunu büyük bir maharetle koruduğu muhakkak; fakat bununla beraber artık atacak yeni bir adımı kalmadığı da açık. Bundan sonra ya o koltuktan gidecek yahut milletiyle arasındaki kin ve nefreti daha da büyütüp, Şam’ın saraylarından birinin kapısında idam edilecek! Artık Rusya’nın da bu vaziyeti tam mânâsıyla idrak etmesi kendi çıkarına olacaktır, çünkü bugüne kadar bölgeye yerleşmek için bir fırsat olarak gördüğü Esed’e vermiş olduğu destek, artık Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarını tehlikeye atmaktadır. Çünkü yarın Esed’i devirecek olan, onunla beraber iş tutanları bağrına basmayacaktır muhakkak. Türkiye burada çok ince bir siyaset izlemeli ve Rusya’nın Suriye’deki çıkarları ile Esed’in varlığının orta ve uzun vadede örtüşmediğini açık bir şekilde izah etmeli ve Putin’i de buna ikna etmelidir. 

Bunun haricinde, bir oldubittiye getirip İran destekli Suriye rejimi ordusu İdlib’e girmeye kalkacak olursa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok hızlı, güçlü ve şiddetli bir şekilde buna karşılık vermesi şarttır. Böylesi bir karşılık verilmezse, Türkiye’nin Suriye’nin diğer bölgelerindeki varlığı da tehlikeye girecektir, çünkü kendisine yönelik itimad kaybolacak ve aynı meşruiyet meselesi bu kez Türkiye için de gündeme gelecektir. 

Türkiye’nin acil bir şekilde harekete geçirmesi gereken bir diğer unsur ise, bahsettiğimiz üzere, Avrupa... 2-3 milyonluk bir mülteci yükü ile Avrupa yüzleşmek istemediğine göre bölgedeki taraflar üzerindeki baskıya arttırıp, İdlib’i hedef alması muhtemel bir saldırının önüne geçmek için elinden gelen herşeyi “şimdi” yapması gerekiyor. Aksi takdirde “Türkiye neden böyle yapıyor” diye, diplomatik diplomatik hiç ağlamasın. 
***
Esed koltuğunu bırakacak olursa, yeni bir anayasa hazırlanır, yeni bir seçim yapılır ve geçiş dönemi ile beraber Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasının ardından, Türkiye de Suriye’den çekilir.

Sonra da Suriye’nin yeniden ihyası ve inşasına başlanır.

Fakat Esed şimdilik koltuğunu bırakmadığına ve mültecilerle beraber 10 milyonu aşan bir nüfus toplamı ile rejim arasında kan davası olduğuna göre, Türkiye’nin artık Fırat’ın doğusu ve Haleb de dâhil olmak üzere Suriye’nin kuzeyine yönelik geniş kapsamlı bir harekâta girişmesi, bu bölgeyi rejim ile beraber terör unsurlarından arındırması ve ardından mültecilerle birlikte içerideki muhaliflerin yaşayabileceği bir şekilde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarından sonra yaptığı gibi bu bölgeyi düzenlemesi gerekiyor.

Afrin’e doğru uzanan “Anadolu dalı” artık yeşermek, serpilmek, gelişmek, yayılmak ve bölgede varlığını her bakımdan hissettirmek zorunda. Bu bakımdan İdlib’in nelere vesile teşkil edeceğini zaman gösterecek. 


Baran Dergisi 607. Sayı