Anayasa değişikliği ve “parla­menter sistem”, “yarı başkanlık sistemi” ve “başkanlık sistemi tartışılıyor...
Bizce asıl tartışılması gereken, başkanlık sistemine yakın olan ama gelmiş geçmiş hiçbir sisteme benzemeyen, tamamen orijinal ve yerli “Başyücelik Sistemi”dir. Ne­cip Fazıl’m ortaya koyduğu ve Salih Mirzabeyoğlu’nun müstakil bir eserde işlediği “Başyücelik Devleti” modeli...
Batıdan gelen çözümler sadre şifa olmadı ve olmayacak. Hasan Celal Güzel, yeni yazmaya başla­dığı Vatan Gazetesi’ndeki köşe­sinde milletin kendi anayasasını yapma gereğine işaret ederek şu tesbitte bulunuyor:
“Ne yazık ki bu millet hiçbir zaman kendi anayasasını yapma imkânı bulamamıştır.”
Hasan Celal Güzel, yerli olma­ya vurgu yaparken, karşı olduğu Batının doneleriyle düşünmekten kurtulamıyor ve mevzuu Batı kri­terleriyle tartışıyor ve yüzde yüz yerli olan Başyücelik modelini gündeme getirmekten imtina edi­yor. Garip bir psikoloji veya hâlâ Batının “şuur süzgeci” ile düşün­me alışkanlığı diyebiliriz.
Hem Batıya karşı olmak, hem Batının düşünce kalıpları dışına çıkamamak...
Her şeyi Batıdan almaya çalış­mak, “biz kafasız ve geriyiz” kompleksinin bir ürünüdür. Batı merkezli düşünmek, Batı vesayetidir.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma eserinde, Tanzimat ve Islahat Fermanlarının Batılı devletlerin dürtüsüyle hazırlandığını anlatıp bu durumun “Osmanlı’nın bölünmesine, Hıristiyanların hak kazanmasına yol açmıştır” der.
Türkiye’de "bütün anayasalar Batı dürtüklemesiyle ve onların emellerine hizmet maksadıyla ya­pılmış ve hiçbiri fayda getirme­miştir. 1876 ve 1908 Teşkilat-ı Esasi’den beri bu böyle. Hatta 1839 Tanzimat Fermanı’ndan beri bu böyle...
Neden, ithal reçetelerin kurtu­luş olmayacağı üzerinde durulmu­yor?
Neden, şartlar bize bunun zaru­retini dayatmışken, hâlâ Batının kalıplarını aşamıyor, gerçek bir değişim ve inkılâp yapamıyoruz?
Aslında Batının güdükleştirdi­ği insan tipine misal bunlar...
Batının zihinleri sömürgeleştirmesine misal bunlar.
Hasan Celal Güzel bu hususta eleştirilecek kişilerden belki so­nuncu olabilir ama milliyetçi-muhafazakâr göründüğü için eleştiri­de birinci sırayı da alabilir.
Hasan Celal Güzel “evrensel değerler” diyor, “insan hak ve hürriyetleri”, “çoğulcu” ve “demokratik” değerler diyor. Batının gözlüğüyle bu kavramlar dillendi­riliyor, farkına varılsın varılma­sın. Bir kere, herkesin ağzında sa­kız olan “demokrasi” nedir ki? Metod mu, sistem mi? Hürriyeti yok etme hürriyeti tanımayacağına göre hâlâ demokrasi yalanı ne oluyor? “Demokrasi için zorla­ma” bahsi, Salih Mirzabeyoğ­lu’nun Batı sistemlerini eleştirdiği Başyücelik Devleti kitabından izlenebilir.
Şu “küreselleşme” mevzu... Dünya küreselleşti ama bu bir bi­çim mevzuudur. Çağın meselele­rinin iç içe olması ve teknolojik gelişmeler vs. böyle bir biçimi do­ğurdu ama küreselleşmenin muh­tevası ne olacak? Evet, yeni bir dünya düzeni şart. Fakat onların efendi bizim parya olacağımız ABD’nin hegemonyasındaki bir düzen mi; yoksa bizim İslâm ada­letinin sistemleştirileceği bir Yeni Dünya Düzeni mi?
Onlar (ABD-AB) dünya küre­selleşti derken kendi hegemonik düzenlerini dayatıyorlar. Bizce bu mânâda dünya küreselleşmiyor, şöyle de söyleyelim: Dünyada kü­resel bir adaletsizlik ve buna tepki olarak haklı bir isyan var ve yeni dünya düzenini de emperyalizme ve sömürüye karşı savaşanlar ku­racaktır. Türkiye de bu kaldıracın dayanak noktasıdır. Dengeyi be­lirleyen Türkiye’dir.
İddia ediyoruz ki, savaşın asıl merkezi Türkiye’dir ve Türki­ye’de kazanan dünyada kazanacaktır.
Bırakalım evrensel değerler laflarını, küreselleşme laflarını. Kendimize ve kendi oluşumuza bakalım. Yeniden yapılanmanın fikrî, ahlâkî, hukukî ve İktisadî altyapısını kurmaya bakalım.
“Mahalle baskısı” oluyor diye, Batıcı hedonistleri savun­maktan vazgeçelim. Hiçbir ide­olojik kıymet, olmayan ve soyu tü­kenen pislikleri kaldırıp atmadıktan sonra ne “yeniden yapılanma” olur ne “değişim” ne “kurtuluş” olur.
Yoksa, “bir baba bunu nasıl yapar?” dedirten türde haberleri izlemeye devam ederiz. Hem de daha şiddetli olarak.


Baran Dergisi 194. Sayı 30 Eylül 2010