Bazıları arkadaşının batışını yahut yavaş yavaş ölüşünü seyretmekten büyük haz duyar. Bıçak kemiğe dayandıkça, ihtiraslarını dostluktan üstün gören kişi, “dostum” dediği kişiye bir parça dal uzatmak yerine, kesici aletin ihtişamlı parıldayışlarını seyreder. Çok aniymiş gibi gelen şeylerde bile iyiyi seçme hakkı olmasına rağmen, insan arkadaşının çöküşünü seyretmeyi yeğler; tam da canını dişine takıp doğru olanı yapması gereken yerde... İnsanların üçe ayrıldığını düşünüyorum: Yaşadığı zannıyla hareket ederek diğerleri karşısında birkaç pozluk biblo kadar kıymet görenler, yaşamayı deneyenler ve tüm varlığıyla hayata tutunanlar. Onlara gıpta ediyorum.

Bu hususta kendi yerini tayin edecek olanların çok fazla düşünmesine lüzum yok, selim akıl neredeyse her pozisyonda kendi yerini bilecektir; çünkü o kişi zaten her işte bu sorunun cevabını arayan kimsedir. Biblolar başkaları tarafından bir yerlere yerleştirilip, öylece dururlar. Nereye koyulursa orada sıradan bir motif misali durağandırlar. Çoğu uyumsuzdur, “yanına ne koysam olur?” diye düşünür durursunuz. Bu şaşaalı gibi gözüken aslında basit varlık, kendisi yahut efendisi için kötülük maksadıyla fayda devşireceği anı kollar. Fark edilip, kendisine şans tanınması için yapmayacağı şey yoktur. Bu tipler, aşağılık varlıklarını kendinden daha yetkin bir şahsa gösterebilmek için sirkteki bir mahluktan ya da iskambil kağıtlarını türlü numaralarla karıştıran herhangi bir hokkabazdan daha tuhaf hareketler yaparlar. Dedikodu, laf ebeliği, yeri geldiğinde ketumluk –tam da öyle kalmaması gereken bir noktada- türlü ahlâksızlıklar onlar için farz gibidir. Ölçüler onlar için lüzumsuzdur. Çatallı dilleri, engebeli uzuvlarıyla kendi nefsleri için onları zedelemeye çalışmaktan imtina etmezler. Çabuk iltifat eder, daima sevgi beklerler; yaratıcıyı vaaz edermiş gibi yapıp, sinsice kendilerinden bahsederler. Had bilmez, edebiyattan dem vurup, başkalarının hikayelerinden kendilerine atıf yapar; paçalarına kadar sarkmış ezikliğinin üzerine muşamba çekmeye çalışırlar. Bu sarraf özentileri, kendileri hariç her şeyi satarlar, bir şey bulamadılar mı, sakince seyrediniz, deryalara sığdıramadığı o paha biçilemez benliklerini iki paraya nasıl da peşkeş çekiyorlar... İnsanın istinat noktası cüzzamlı suratı olursa, murakabesi de böyle olur!

İnsan, yaptığı işin iyiliğe nisbeti ile parıldar. Zarif ve kendinden emin bir kadın, dedikodu yaparken bile karşısındaki erkeğin merakını ve ilgisini cezbedebilir. Zorda kaldığı bir an tabii bir şekilde dudaklarından dökülen kelimeler yalan olsa bile karşısındaki erkeği kolayca kandırabilir. Kıvrak bir zeka ve ona uyumlu hareketler sergileyen kadınlar son derece tehlikelidir, fakat kendi melun emelleri için mukaddes bir şeyi zedeleyen, bir kadından daha beter bu işi becerebilen adamlardan kendinizi sakınınız. Bu sendromlu insanları neye değer verdiğinden ve değer verdiği hususta ne kadar çok ‘ben’ dediğinden anlayabilirsiniz. Tabii siz de ona benzemiyorsanız...

Şehvet düşkünü olmak her ne kadar kötü bir şey olsa da, bu tipler için mubahtır. Şehvet dediysek de bunu sadece kadın bazlı algılamayınız. Bu melunların doyumsuzlukları “hepsi benim olsun!” düşüncesinden meydana gelir. Bunların açlıkları, sefil gururlarından dolayıdır. Kendilerinden başkalarını daha yüksek mertebede görmek istemezler. Hasetleri, cüzi miktardaki mevcut kudretlerini harekete geçirir ve yine düzenbazlıklara başvuracağı ana kadar intikam hissiyle yanıp tutuşurlar. Sanırsınız ki iblisten daha çok şey bilirler, kendilerini satmayı severler demiştik değil mi? En ucuz tembellik, bu sırtlanların bin farklı mesaisinden evladır.

Arkadaşlıktan ne istediğini bilmeyen birtakım insanlar, bu tipleri gördüğünde kalifiye biriyle karşılaşmış gibi sevinebilir. Niteliksiz kişilerin önüne türlü kategorilerden, eşsiz, kıymetli eserleri koysanız dahi özümseyeceği şeyler kısıtlıdır. Bunlar yaşayıp koskoca bir ömrü heba ettiklerinden bihaberdir. Realiteyi ortaya koyarsın, tek gerçekliğin hayallerde gizli olduğunu öne sürerler, “hayal” dersin şimdiki anın mucizevîliğinden bahsedip trajikomik numaralarına devam ederler! Koskoca boşluk olan geçmişiyle övünür, şimdiki anın zannı içine kaybolur ve geleceği için hiçbir şey yapmaz. Rezilliğin bini bir para. Filvaki bataklıktan farksızdırlar, yine de keşfedilmeyi beklerler!

Her kim neyi tevekkül haliyle yapıyorsa, o şey kişinin gerçeğidir. Arkadaşlık,  yani güzide bir bağ kurabilmek için önce cesaret sonra da ahlâk gerektirir. Birbirine bağlı bir yahut birkaç arkadaşın arasındaki münasebet kaderin kırılmaz zincirleriyle bağlıdır ve bu bağ birçok teori ve kanunların üzerindedir. Hudutsuzluğa erişmiş dostluklar, bu yeryüzü üzerindeki çoğu çetin imtihanı kolaylıkla geçebilir.

“Madem ki vakitsiz bir ölüm seni,
Ruhumun yarısı olan seni alıp götürdü,
Yeryüzünde varlığımın yarısından,
En aziz parçasından yoksun yaşamakta ne anlam var?
O gün ikimiz birden öldük.” (Horatius)

Birine karşı bu mısraları hissedebilecek kadar çok sevmek ancak büyük dehaların işi. Yersiz cüretkârlık ise ahmaklıktır. Bize düşen pay, kulağa hoş gelen bu armoninin izlerini aramaktır. Kim bilir yürümek için bulsak bile, farkına varamayız belki de…


Baran Dergisi 648. Sayı