“Ramazan Müjdesi” Horoz Borcu-XVI
 
Arş Horozu ve Telegram -III-
Tahrif edilmiş İncillerden bir-iki iktibas: “Yehuda Fısıh yemeğinde İsâ Aleyhisselâm tarafından gönderildikten sonra belli ki doğruca yüksek kâhinlere gitmişti.” (Yuhanna 13:27).

Not: Fısh: Nasara bayramı: 178.

Mukabele: Karşılık, karşılaşmak. Mücadele. Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma. Yüzyüze olmak: 178.

Fash: Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme. Ayırtmak. Bahsetmek. Seyirtmek. Sıçramak: 178.
“Yehuda kalabalık grubun önünde bahçede ilerlerken İsa’yı elçileriyle birlikte gördü ve doğrudan ona gitti. “Selam Öğretmen!” diyerek İsa’yı sıcak bir şekilde öptü. İsa da ona, “Arkadaş, neden buradasın?” dedi (Matta 26: 49, 50). Sonra İsa kendisi yanıt verdi: “Yehuda, İnsanoğlunu bir öpücükle mi ele veriyorsun?” (Luka 22: 48). Kendisine ihanet edene söylediği tek söz bu oldu.

“Getsemani bahçesinde İsa Aleyhisselâm diz çöküp tüm yüreğiyle Allah’a yakardı. Çok geçmeden kâhinler, askerler ve başka silahlı kişilerden oluşan bir kalabalık onu tutuklamak üzere geldi. Onlara bir işaret vermek için Yuda yaklaşıp İsa’yı öptü. Nitekim Yuda onlara yardım etmek için bir işaret verecekti. Şöyle demişti: Kimi öpersem, İsa odur; onu tutuklayın ve gözetim altında götürün.” (Markos 14: 44)(1)

Ekrem Buğra Ekinci: “Hazret-i Süleyman’ın ölümünden hemen sonra İsrailoğulları İsrail ve Yehuda olmak üzere iki Krallığa bölünmüştür. Yehuda güneyde olan Krallık’tır (m.ö. 900)... Rivayete göre 12 kabileden oluşan İsrailoğulları’nın 10 kabilesi “İsrail”de, 2 kabilesi ise Yehuda’da kalmıştır. Daha sonra İsrail işgale uğramış ve asimile olmuştur. Günümüz Yahudilerinin Yehuda’da kalan 2 kabileden geldiği, diğer 10 kabilenin ise kayıp olduğu rivayet olunur.

Tahrif edilmiş İncil (Matta, Luka, Markos, Yuhanna) müsveddelerinden ibaret olan Yeni Ahit’e göre Yuda, İsâ’yı Roma askerlerine ispiyonlayan bir haindir.

Not: 1800 yıl aradan sonra, tekrardan gündeme getirilen Yuda İncili, diğer İncil müsveddelerinden çok daha farklı bilgiler içermektedir. Yuda İncili olarak tanımlanan el yazmasında Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dirilişi yer almaktadır. İlgimizce aşağıda değinilecektir.

12 havariden biri olan Yuda, Hıristiyan dünyasında da Hazret-i İsâ’yı ele veren hain olarak bilinir. Bütün bir Hristiyan inancı bunun üzerine bina edilmiştir…

Not: Hıristiyan dünyasında Hazret-i İsâ Aleyhisselâma ihanet eden kişinin Yuda olduğunda ortak kanaat var, ancak O’nun çarmıha gerilip gerilmediği mevzuunda ihtilaf henüz giderilebilmiş değildir. Ahir zamanda bu ihtilafın İslâm’ın lehine ortadan kalkmaması için hiçbir sebeb yok. Çünkü birinci elden şahidlik söz konusu olacak, Allah’ın izniyle!

Hazret-i İsâ, Filistin’de ilahî tebliğe başladığında, kendisine putperest Romalılardan ziyade ehl-i kitab olan Yahudiler karşı çıkmıştır. Gerçi Yahudiler, kurtarıcı bir peygamber bekliyorlardı. Ama lütufkâr ve merhametli Hazret-i İsâ, onların beklediği sert kurtarıcıya benzemiyordu.

Hazret-i İsa, Davud Aleyhisselâm soyundan bir hahamdı. Yahudilerin çoğunun, Musa Aleyhisselâmın şeriatından uzaklaşmalarına karşı çıktı. Haram kılınmış olmasına rağmen, Beyt-Makdis’de (Mescid-i Aksâ’da) tefecilik yapanları dağıtması bardağı taşıran son damla oldu. Kendisini Filistin’deki Roma Vâlisi Pontius Platus’a şikâyet ettiler. Olgun ve entelektüel bir kişi olan vâli, Hazret-i İsa ile görüştü ve söylendiği gibi biri olmadığı gerekçesiyle şikâyeti ciddiye almadı. Bunun üzerine bir plan düşünen Yahudiler, vâliyi endişelendirmek için Hazret-i İsa’yı “Yahudilerin Kralı” iddiasında olmakla suçlayıp mahkûm ettiler. Bu siyasî bir suç demekti. Yahudilerin, mensuplarını muhakeme ettikleri mahkemeleri vardı; ama bunların cezalandırma salahiyeti yoktu. Vâli, halkın reaksiyonundan ve böylece Roma nezdinde menfi pozisyona düşmekten korkup Hazret-i İsa’nın cezalandırılmasına izin verdi. Bunun üzerine Hahambaşı Kifas’ın askerleri Hazret-i İsa’yı yakalamak için harekete geçti.

Hıristiyanlık inancına göre Hazret-i İsâ, 12 havarisi ile yemek yerken, içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini haber vermiştir. Bu “Son Yemek” çok meşhurdur; ekmek ve şarab ile yapılan komünyon (mass, evharistiya) âyini bunun hatırasıdır. Yemekten sonra havarîlerden, ayni Hazret-i Mesih’in 12 kişilik yakın çevresinden Yehuda İşkaryot, 30 dirhem gümüş karşılığında Hazret-i İsâ’yı Yahudilere teslim etti. Yine Hıristiyanlık inancına göre, Hazret-i İsâ, Zeytin Dağı eteklerinde, annesinin evinin yanında zeytin ağaçları bugün bile duran Getsemani Bahçeleri’nde tevkif edilmiştir. Bir gece, şehirde bugün bile mevcut olan bir mağarada mahpus tutulduğu, sonra Via Dolorosa (Elemler Yolu) denilen sokaklardan sırtında çarmıh ile geçirilerek Golgota Tepesi’ne getirildiği masalına ilaveten, mağaradan itibaren yol boyu tökezlediği, elini dayadığı, annesiyle göz göze geldiği 14 yer, bugün mukaddes birer durak kabul edilir ve Hristiyanlar, sırtında sembolik haçlarla bu yolda yürüyerek kendi dinlerine göre bir hac merasimi ifa ederler. Sözde Hazret-i İsâ bu tepede çarmıha gerdirilmiş ve burada öldürülmüştür. Bu arada, Yehuda’nın pişman olup aldığı parayı iade ettiği ve kendisini bir ağaca astığı masalına da yer verilir. Hahamlar, sözde “habis” gördükleri bu parayla mezarlık almayı uygun bulmuşlardır.

Yine Hıristiyanlık inancında, müminlerden birkaç kadının Hazret-i İsâ’ya benzer birinin çarmıhta öldüğünü uzaktan gördükleri ve bunu havarîlere haber verdikleri anlatılır. Havarîlerin de üç gün sonra Hazret-i İsâ’yı diri olarak gördükleri ve sonrasında göklere yükseltildiği anlatılır.

“Muhtemelen bu sırada Yahudiler de yanıldıklarını anlayıp mezarı açtılar. Buradakinin İsâ olmadığını anlayınca cesedi yaktılar. Havarîler, kabre gelince, boş olduğunu gördüler. Şu halde “Hazret-i İsâ çarmıhta öldü, sonra gömüldü, sonra dirilip göğe yükseltildi” zannettiler…

“Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın sözde çarmıha gerildiği, gömüldüğü, fakat daha sonra göğe yükseldiği ve kıyamet günü tekrar ineceğine inanılan bu yere, Roma İmparatoru Constantinos’un annesi Azize Helena bir kilise yaptırtmıştır. Bugün buraya Mukaddes Kabir Kilisesi veya Kıyamet Kilisesi de denir ve çeşitli Hristiyan mezheplerinden ruhbanlarca idare edilmektedir.

“Kur’an-ı kerim, Hazret-i İsa’nın çarmıha gerilmediğine ve ölmediğine, bu hususta insanların bir şüpheye düşürüldüğünü söyler. O’nu çarmıha gerilmiş halde görmüşlerdir; ama aslında böyle bir şey olmamıştır. O’nun yerine bir başkası çarmıha gerilmiştir.

“İslâm kaynaklarına göre; Vehb, İbni İshak gibi ilk devir âlimleri, Hazret-i İsa göğe çıkmadan evvel kısa bir zaman için vefat etti diyorsa da, sahih olan Hazret-i İsa’nın hiç ölmediğidir. İslâm tarihlerinde bu ihbarı yapanın kim olduğuna dair enteresan bilgiler vardır. Ekseri İslâm tarihçileri ve tefsircileri, umumiyetle sonraki Hristiyanların rivayetlerini alıp yazmak durumunda kalmışlardır.

“Büyük İslâm tefsircisi ve tarihçi Taberî, İsrailiyat rivayetleriyle tanınan Tâbiîn âlimi Vehb bin Münebbih’den, bu ihbarcının bir havarî olduğunu nakleder; ama isim zikretmez. Sahabe-i kiramdan Abdullah ibni Abbas der ki, Yahudi hâkiminin adamı Filtiyabus, Hazret-i İsâ’yı yakalamak üzere bulunduğu yere girince, melekler İsâ’yı göğe kaldırdı. Arkadan gelenler Filtiyabus’u Hazret-i İsâ’ya benzetip çarmıha gerdiler. Müfessir Kurtubî ise, ihbarcı Yehuda’nın, havarîlerden değil; oradaki âdi Yahudilerden biri olduğunu ve Hazret-i İsâ’ya benzetilerek çarmıha gerildiğini söyler. Yehuda (Judas), o zaman yaygın bir isimdir.

“Tâbiîn âlimlerinden tarihçi Dahhâk’ın rivayetine göre, Hazret-i İsâ, bulunduğu yer Yahudilerce basıldığı sırada, Rabbinin göğe yükseltme iradesi kendisine bildirilince, “Bu gece kim kendisini benim için feda eder de cennette yanımda olur?” diye sorduğunda, havarîlerden en cesuru olduğu anlaşılan Yehuda, “Ben” diye öne atılınca, Hazret-i İsâ, kaftan, sarık ve asasını ona vermiş ve Yehuda’yı, İsâ sanıp çarmıha germişlerdir. Hazret-i İsâ ise göğe yükseltildi.” (2)

Yukarıda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ile ilgili tüm söylenenler, kendisi bir Prof. olan Ekrem Buğra Ekinci’nin “Hazret-i İsâ’ya Hâinlik Eden Kim?” başlıklı makalesinden derlenmiştir. Vurgular ise bana aittir… Pek çok kaynaktan devşirilen bilgilerin harmanlandığı bu yazıda, bizce yazı başlığı çok kafa karıştırıcı, çünkü; cevabı malûm bir mevzuda böyle bir soru kafalarda sadece şüphe tohumları eker, istifham oluşturur.

Yehuda figürünün hâdiseye sonradan sokulmuş olduğunu söyleme cesareti göstermek ve ardından Yehuda’nın aslında bir hain olmadığını ima etmek, dahası Yehuda’nın bir kahraman olduğunu ispata tevessül etmek akıl kârı değildir. Söz konusu yazıdan devamla:

1970’lerde Mısır’da bulunup, nice maceralardan sonra 2006’da ortaya çıkarılan Yehuda İncili’nde hâdise klasik Hristiyan teolojisinden farklı şekilde anlatılmaktadır. Buna göre Yehuda’nın yardım istemeye gittiği bir dost, kendisini takip edip Hazret-i İsâ’nın yerini öğrenmiş ve Yahudilere ihbar etmiştir. Buna mukabil Yehuda, hâdiseye sebep olduğunu düşünerek kendisini feda etmiş; çarmıha gerilerek idam olunmuştur.” (3)

Ekrem Buğra Ekinci, kuvvetle muhtemel, söz konusu makalesini şu tür bir bilgi doğrultusunda kaleme almıştır:
2006 yılında, National Geographic Society tarafından yaklaşık 1800 yıl önce yazılmış “Yehuda’nın Müjdesi”ne ulaşılmıştır. Yehuda’nın Müjdesi, İskariot (katil) olarak adlandırılmış Yehuda’nın İsa’yı Romalılara ve Yahudilere ispiyonlamasının arkasında başka güdüler olabileceği ve suçsuz olabileceği tartışmalarını gündeme getirmiştir.”(4)
Not: Bizce söz konusu el yazması metin, Hıristiyanlar nezdinde Yuda’nın şahsında Yahudilerin temize çıkartılmasını hedefleyen bir metindir. 1800 yıl önce paylaşılan bir kaygının 2006’ta tekrar gündeme getirilmesinin geçerli bir sebebi olsa gerektir. Bizce bu sebeb, topyekûn Hıristiyanlık dünyasının “İstikbal İslâmındır” mânâsı ile tanışma sürecine girmiş olmasıdır. Korku dağları sarmıştır. Yahudiler, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın nuzülünün yakın olduğu endişesine binaen bu tür bir metni tekrardan gündeme getirmiş olabilirler. Hıristiyan Avrupa ve Amerika kıtalarında servis edilen İslamofobyanın arka planında aslında Yahudi’nin istikbal endişesini aramak lazım gelir. Haliyle de, Hıristiyan ve Yahudi itikadı üzerinden, merkezinde Küresel sermayenin olduğu ve Kristal Krallık hayâli güden Deccal taifesinin son noktada muktedir olamama endişesini!.. Nacizane ben bu kanaatteyim.

Maksatlı servis edildiğini düşündüğümüz bu tür bilgilere Ekrem Buğra Ekinci’nin niçin bu kadar itibar ettiğini bilmiyoruz, ama bu tür bilgilere hiç mi hiç itibar edilmemesi gerektiğini de salık veririz. Ekrem Buğra Ekinci, kafalarda şüphe tohumları eken veya istifham oluşturan sözlerine şu şekilde devam eder:

“Peki, Hristiyanlıktaki Yehuda telakkisi nasıl ortaya çıkmıştır? Hristiyanlığı başka forma sokuşu ile tanınan Pavlus, Yehuda’yı tanımış olsaydı, rahatça bu bilgiyi yayan odur denebilirdi. Yehuda, muhtemelen Hazret-i İsa’yı tanıyan ve yerini ihbar eden bir Yahudi idi. Sonradan bu kimse ile Havarî Yehuda birbirine karıştırıldı. Bütün Hristiyanlık inancı, bu temelsiz bilgi üzerine kurulmuştur. Yehuda, hatta kendini astığı erguvan ağacı bile kötülüğün sembolü sayılmıştır. Yehuda, soylu bir Yahudi ailesinden geliyordu. Entelektüel olduğu, kendi adını taşıyan İncil’in üslûp ve ifadesinden anlaşılmaktadır. İşkaryot, Latince “kâtil” (sicario); İbranice “arslan” veya “Keryot’lu Adam”; Aramice, “kızıl renkli” veya “asılmış kimse” kökünden gelen bir kelimedir. Keryot, Filistin şehirlerindendir. İhtimal, kelimenin farklı menfi manaları, sonradan bu hikâyenin yakıştırılmasına sebep olmuştur.” (5)

Ekrem Buğra Ekinci’nin mevzuun ana temasına dair söyledikleri eleştiri oklarımıza hedeftir. Ancak, Yehuda İşkaryot’un mânâlarına dair verdiği bilgiler mevzuumuzun hasrı içerisinde oldukça önemlidir. Bu açıdan kendilerine teşekkür. Bu çerçeveden olarak, İşkaryot kelimesinin kelime mânâları üzerinden kısa bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Her şeyden evvel İşkaryot kelimesinin muhtevasından “Arş horozu” mevzuuna ve bu vesileyle de muktedirlik alanı veya muktedirlik makamına sarkmak mümkün gözükmektedir. Ama önce İşkaryot kelimesinin ilgili mânâlarından hareketle birkaç bir şey söyleyelim. Her şeyden evvel, İşkaryot’un Latince “katil” mânâsını Yuda ile beraber kullanmak demek, Hazret-i İsâ’nın çarmıha gerdirildiğini kabul etmek olur ki, böyle bir şey söz konusu bile değil. Çünkü semaya yükseltilen İsâ Aleyhisselâm’a karşılık, Yuda’nın bizzat kendisi çarmıha gerdirilmiş olduğundan, değil katil, olsa olsa maktul manasını ifade eden uygun bir kelime bulmak icab ederdi. İbranice “arslan” mânâsını Yuda ile birlikte zikretmek, Yuda’nın bir “fedaî” olduğuna hükmetmeyi gerektirir ki, bunun da mümkün olmadığı aşikâr. Üstad Necip Fazıl’ın “Hıristiyanlara, onun, kendisini insanlığa feda ve kurban ettiği şeklinde bir masal bırakılmıştır” sözü hatırda! Yâni Yuda, Ekrem Buğra Ekinci’nin kafalara kazımak istediği gibi, kendisini İsâ Aleyhisselâm uğruna “feda” eden bir kahraman değildir. Hakikate en uygun bir değerlendirme olarak, Aramice “kızıl renkli” ve “asılmış kimse” mânâları üzerinden bir değerlendirme yapmak mümkün gözükmektedir. İlkin “asılmış kimse” mânâsı ile çarmıha gerilme arasında bariz bir ilişkilendirme söz konusu. Çünkü İsâ Aleyhisselâm zannedilerek çarmıha gerilen kişi Yuda’nın bizatihi kendisidir. Dolayısıyla da çarmıha gerilmiş veya asılmış kimse mânâsına Yuda İşkaryot! Ama biz daha ziyade “kızıl renkli” mânâsı üzerinden bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Her şeyden evvel, “kızıl renk” ile Yehuda’nın bir pişmanlık neticesinde kendisini astığı denilen erguvan ağacı, dolayısıyla da hakikatte gerdirildiği çarmıh arasında bir bağlantı kurmak pek uygun düşmektedir. Bilindiği üzere, ebced değeri 259 olan ergüvan, Osmanlıca-Türkçe lûgatta “güzel ve parlak kızıl renkli bir çiçek” mânâsınadır ve bu çiçek, “Boğaz’ın mor güzeli: Erguvan çiçeği” olarak da bilinir…

Not: Erguvan’a Batı’da ercuvan denilir… Ercu van… Ercu kelimesinin Arapça karşılığı kadı’dır… Kadı, tarihte İslâm ülkelerinde insanlar arasında meydana gelen hukukî anlaşmazlıkları sonuçlandırmak, hukuka aykırı davranışların cezasını hükme bağlamak, verdikleri hüküm ve cezaları infaz etmek üzere devletin yetkili kurumları tarafından görevlendirilmiş kimsedir… Ercuvan, Van kadısı!.. Van veya ban veya ben, dolayısıyla da ruh kadısı, daha doğrusu ruhçuluğun hakikatini temsil eden İslâm olduğundan dolayı Şeriat kadısı!.. “İslâm devletsiz yaşanmaz!” hakikatinden mülhem, Devlet kadısı!.. Bu arada şunu da söyleyelim ki mesele daha bir netlik kazansın:  Nasıl ki tüm Peygamberler, Peygamberler Peygamberi olan Allah Resûlü’nün kadrosudur, aynı şekilde, Hazret-i Adem Aleyhisselâm’dan beri tüm dinler de “Allah indinde din olan İslâmdır” mutlak ölçüsüne tâbidir. Dolayısıyla da, Devlet kadısı sözünün hakikatinin aslında İslâm kadısı veya Şeriat kadısı olduğu hakikati de böylece aşikâr olsun! 

Not: Boğaz’ın mor güzeli: Erguvan çiçeği!.. Boğaz?.. İlkin zihnî bir tuluat yapalım. Ortaya bir üçgen çizip, Türkçe alfabedeki son harfin “z” olması hasebiyle, “son boğa” esprisini üçgenin bir yanına, “ZE harfi-Allah’ın “Hayy” ismi, Hava mertebesi, Kamer menzillerinden “Hayy-Hayat”a işaret eder” hakikat bilgisinden mülhem “canlı veya diri veya yaşayan boğa” esprisini ise diğer yanına koyalım. Yine, Anadolu kültüründe yer eden bir deyim hâlinde, “Dünya Kızıl Öküzün veya Kızıl Horozun üstündedir”(6)  sözünü üçgenin diğer yanına koyarsak, “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman”ın ve “Berzah sırrı”nın, “boğazın Anadolu ve Avrupa yakasını bir arada tutan, daha doğrusu, “İslâm tasavvufu karşısında Batı tefekkürünü hesaba çeken” bir çerçevede, doğu ile batıyı kendi şahsında cem eden bir mizaca işaret ediyor olması kuvvetle muhtemeldir. Diğer taraftan, mor rengin eflatun rengi olduğu hatırda ve zevke hitab eden yönüyle de, Sokrates’in, horoz borcunu Eflatun’a (Platon) havale etmiş olması! Bütün bunlarla bir muhakeme yapmak gerekirse, o da şu: Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl ile İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu arasındaki fikrî münasebetin Sokrates ve Eflatun arasındaki fikrî münasebet ile örtüştürülmesinin derin mânâlarından biri de, üzerinde durduğumuz “kızıl renk” (şafak vakti, namaz vakti!) veya “mor renk” veya “erguvan” olsa gerektir; bu da Arş horozu ile ilişkilendirilebilir gözükmektedir. Buradan içimize doğan mânâlar ise: Halifeliğin merkezi, daha doğrusu gökyüzüne kaldırılan Halifeliğin tekrardan yeryüzüne ineceği veya indirileceği ve sahibini bulacağı vakte kadar, “insan düştüğü yerden kalkar” veya “bir şey nerede kaybedilirse orada aranır” esprisine de uygun olarak, tekrardan Halifeliğe mekân olma istidadında olan İstanbul; İstanbul’un “sur içi” oluşu ve İBDA’nın ise Büyük Doğu’yu çevreleyen “sur” olarak belirmesi, aynı zamanda kıyamet öncesi İsrafil Aleyhisselâm’ın sur’a üflemesi neticesinde kıyametin kopması sürecine girilmesi, bununla birlikte Arş horozunun üçüncü ötüşünden sonra tekrar ötmesine müsaade edilmemesi ve kıyametin kopacağının haberine delalet etmesi, ama ondan önce Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın zuhuru ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın tekrardan yeryüzüne inişi; Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ve Hazret-i İdris Aleyhisselâm’ın mekânlarının ise 5. felek olan Güneş feleği olarak belirmesi ve hassaten, Üstad Necip Fazıl’ın İstanbul isimli şiirinde geçen, “O mânâyı bul da bul ille İstanbul’da bul!” mısraları!.. Mor renk, Kundalini Yoga’da başın tepe noktasında yer alan 7. Çakra / Taç veya Tepe Çakranın da rengidir. Beyaz veya mor rengin hâkim olduğu Taç veya Tepe Çakra, melatonin, serotonin ve dimetiltriptamin / DMT hormonları salgılayan epifiz bezi ile de doğrudan ilişkili olması ve epifiz bezinin ise, Descartes tarafından “ruh ve bedenin buluşma noktası” olarak değerlendirilmesi bir yana, hadîs ile sabit olduğu üzere, nefsin de açık adresine işaret ediyor olması ayrıca hatırda!.. Hakeza, Boğaz’ın Troya Savaşı ile olan ilgisi, Troya Savaşı’nın Paris ile, Paris’in ise Fransa ile ilgisi de hatırda! Fransa’nın sembolünün ise horoz olduğuna ayrıca dikkat!.. Düne kadar “Beşer zekâsının sekreteri” olarak görülen Fransa’nın elinden bu sıfatın bugün “Beşer zekâsının sekreteri İBDA” olarak belirmesi hakikatine ise hassaten dikkat!

İBDA Mimarı’nın şifahen söylediği ve şahidi olduğumuz bir sözü: “İstanbul! Bir gün benim olacaksın!”

Bu mevzuya devam edeceğiz.

Son dakika notu: Malum olduğu üzere, 22 Mayıs 2017 tarihli gazete sayfalarında, “Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde 55 ülkenin katılımıyla gerçekleşen ABD-Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi’nin ardından “İtidal” Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi’nin açılışı gerçekleştirildi. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, ABD Başkanı Donald Trump ve Mısır’ın cuntacı Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi açılış münasebetiyle dünyayı temsil eden küreye ellerini koydu” şeklinde bir habere yer verilmişti. Bu haberin muhtevası ile ilişkili olarak 6 Aralık 2017’de ABD başkanı Donald Trump, kendi aklınca Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etti ve ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması kararını aldı.

Kürenin etrafında poz veren Deccal taifesi ne yana düşer, sahici insan soyunu temsilen ve İstikbali avuçlarında tutan fikir ve aksiyon adamı Yağmurcu ne yana!.. Bu çerçeveden olarak hatırlanması gereken, İBDA Mimarı’nın Baran Dergisi’nde tefrika edilen “Ölüm Odası B- Yedi”nin ara başlıkları “Abdülhakîm Mührü (Abdulhakîm Koltuğu)”, “İman ve Tefekkür (Kiliseyi Fethetmek) ve Mihnet (Şatranc-ı Urefa’dan) olan ve üst başlığı ise “Kıstî (Bend-i Din…)” olan yazısı çok dikkat çekicidir. Söz konusu yazıda söylenenler, “İstikbâl İslâmındır” mânâsının sembolik ifadesi olan “Dünya Çapında Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” mânâsı çerçevesinde gerçekleşecek olan büyük hadiselerin müşahhas planda zuhuruna mı işaret ediyor acaba? Kudüs mevzuu etrafında kopacak büyük fırtına, topyekûn Hıristiyanlık dünyasını İslama teslim olmaya kadar götürecek bir müjdeyi de içinde barındırıyor olabilir mi? Allahü âlem!.. Avrupa’da ilk tepkinin Fransa’dan gelmiş olması müjdenin mahiyeti açısından ziyade önemli olsa gerektir. Kim bilir!

Son söz: İstikbâli kollayan ve zamanın sahibinin elinden ve gönlünden çıkan söz konusu yazının tamamı bizce dün, bugün ve yarına işaret ediyor gözükmektedir.

Söz konusu yazıdan bir-iki not:

“Bend-i Din-Din Bağı: 1120= 121: Hilâfet”…

“DERVİŞ MUHAMMED. “Büyük ebcedle”: 833: VAHDET-İ VÜCUD + VAHDET-İ ŞÜHUD.”

“İMAN VE TEFEKKÜR: 1812: ŞAH-I NAKŞİBEND…”

“Biat-Nasara Kilisesi: 482: Biat-Bağlılığını, itimadını bildirmek…”

“Tebi’-Sığır Yavrusu: 2480= 482: Salih İzzet Mirzabeyoğlu…”

“Şatranc-ı Urefa’nın 19. Kabı, MİHNET-Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. İmtihan. Tecrübe: 498: FETHÎ-Fetihle alâkalı…”
“Süryanice, MAVDYONUTO-Mihnet: 529: DESTİNE-Bilezik; yüzük, mühür…

“SALAHAT-Salihlik: 529: MİFTAH-Açan âlet. Anahtar.”(7)
 
1*https://www.jw.org/tr/yayinlar/kitaplar/kutsal-kitap-ne-anlat%C4%B1r/isa-mesih-%C3%B6ld%C3%BCr%C3%BCl%C3%BCyor/
2*https://isamesihruhullah.wordpress.com/2011/10/27/12-havari/
3*https://isamesihruhullah.wordpress.com/2011/10/27/12-havari/
4*https://isamesihruhullah.wordpress.com/2011/10/27/12-havari/
5*http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=550
6*http://blog.milliyet.com.tr/Neden_yemeklerde_hep_tavuk_adi_gecer__horoz_adi_gecmez_/Blog/?BlogNo=557515
7*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-kist-bend-i-din-393-h3827.html

Baran Dergisi 570. Sayı