2015 tarihinden beri Avrupa’yı hedef alan 14. saldırı, geçtiğimiz hafta Londra’da gerçekleşti. Manchester’da gerçekleşen saldırının daha dumanı tüterken, alarm seviyesi hâlen en üst seviyelerde seyrederken gerçekleşen bu saldırı ve diğer saldırılar, okumayı bilen göz için çok geniş anlamlar ihtiva ediyor.
***
IŞİD ile başlayalım... 2010 senesinde patlak veren Arab Baharı ve bu sakıt ihtilâller zincirinin içinde dünyaya gelen IŞİD... Benimsediği esaslar ve usuller açısından bakacak olursak, Suriye ve Irak’tan başlayarak Kuzey Afrika ve hattâ Afganistan’a kadar kendisine taraftar bulan; fakat son kertede bakıldığında İslâm’dan ve Müslümanlardan başka herkese hizmet eden bir oluşum. Bu tarifte, Şehid Saddam Hüseyin’in sivil ve askerî bürokratlarından oluşan, Amerikan-Şiî ittifakının Irak işgaline direnen kısmının müstesna olduğunu da ifâde etmek gerek. Zaten bugünden bakıldığında, IŞİD’in, kuruluşundaki o devlet aklından saptığını ve bunun yerine muhtemeldir ki, içine sızmış olan istihbarat örgütleri tarafından doğrudan yahut dolaylı yollardan sevk ve idare edildiğini söylemek mümkün.

Avrupa’ya dönecek olursak... Bize kalırsa, IŞİD’in son derece alâka uyandıran bir veçhesi Avrupa’dan devşirdiği militan kadrosuydu. Avrupa ülkelerinde Suudîlerin finanse ettiği tahrifatlardan biri olan Vahhabîlik malûm.

Vahhabîlik, İslâm’ın estetik ve inceliğinden kendisini tecrid etmiş, ham yobaz sapkın bir kol oluşu hasebiyle, Hristiyanlık sosuna bulanmış pagan Avrupa’da kendisine oldukça geniş bir tesir alanı buldu. Bir yandan Avrupa’da yaşayan göçmenler ve diğer taraftan bu sapkınlığa pervane gibi koşan Hristiyanlar, IŞİD’e katılmak üzere Irak ve Suriye’ye akın etti. Avrupa, bu akışın geri dönüşünde nasıl bir maliyetle karşılaşacağını hâlen tartışa dursun, gün geldi çattı ve geri dönüşler başladı. Bununla beraber IŞİD, Suriye ve Irak’ta alan kaybettikçe geri dönüşler hızlandı. Avrupa’da bu sürate ayak uyduramadığı için takibatı elinden kaçırmış görünüyor.
***
Batı, son birkaç asırda, beklenmedik bir süratle maddî olan her şey üzerinde tahakküm kurmasını bildi de, bir tek insan meselesine nüfuz edemedi. Maddî olandan maksimum verim elde etmekte kullandığı metodları insan ve cemiyet meselelerine bir çözümmüş gibi dayattı. Bununla beraber, insan meselesinin çözüm çekirdeklerini de maddî olanda aramak ve buna inanmak gibi de bir gaflete kapıldı.
Bir organizasyonu kurarsın, düzenlersin, işletirsin, yönlendirirsin; ve yaptığın hesaba kitaba uygun da bir netice beklersin. Bu varsayım, fabrikada mal işlemek noktasında son derece verimlidir muhakkak. Peki ya insan üzerinde ne kadar geçerlidir?
***
Spekülasyonların hepsini peşinen kabul ettiğimizi ve IŞİD’in Batılı istihbarat servisleri tarafından kurulduğunu ve yönlendirildiğini varsayalım... Baştan sona tutarlı bir dünya görüşü ortaya koymamış, esası ve usulü her seferinde hizmet ettiği mihrakların arzularına göre karma karışık şekillenmiş bir organizasyona kim, ne şekilde tam mânâsıyla hâkim olabilir ki? Üst kadroları baştan sona sen teşkil etsen, ara kadrolara sızsan ve aşağı kadrolarda bulunsan bile, bu sefer sempatizan kitlesi üzerinde nasıl tam tasarruf sahibi olabilirsin? Eğer ki kendini –haşa- tanrı yerine koyuyor ve geri kalan insanları, insan değil de basit birer eşya şeklinde idrak ediyorsan, ancak o zaman tıpkı Batı’nınki gibi bir iddia sahibi olabilirsin. Dedik ya iddia... Bir yerden başlar, güzel güzel gider ve sonuna gelindiğinde bir de bakarsın ki; işler karmakarışık olmuş, içinden çıkılmaz raddeye gelmiş. Hadisenin içinde insan faktörü varsa, orada Allah’tan başka hiç kimse mutlak mânâda hâkim değildir.  Çünkü ne sen tanrısındır ve ne de geri kalan insanlar eşya...
***
Şimdi, Avrupa’da IŞİD ile organik bağı olmadığı hâlde sempati besleyenlerle, Irak ve Suriye’de IŞİD saflarında bulunup bugün Avrupa’ya geri dönen geniş bir kitle var. Bunların geri dönmesi bile emir komuta zincirinin dağıldığı ve her militanın kendi başına birer hücre hâline gelmiş olması demektir ki; bu kadro için yapılacak tek şey, Suriye ve Irak’ta izlenen stratejiyi Avrupa’ya taşımak olacaktır. -Ki görüldüğü üzere öyle de oluyor.- 2015 senesinin Ocak ayından beri Avrupa ülkelerini hedef alan 14 saldırıda yaşanan can kaybı 341. Yüzlerce yaralı ve Avrupa’da meydana gelen histerik iklim de cabası. Son Londra saldırısı esnasında da görüldüğü üzere, senelerdir bizlere işin zirvesi diye işaret edilen istihbarat ve emniyet teşkilâtları inisiyatifi kaybetmiş, ne yapacaklarını bilmez hâlde, çaresizlik içinde kıvranıp korkuyu büyütmekten başka bir amaca hizmet etmiyorlar.
***
Menfî görülen hadiseler birbirini kovalıyor ve biz Anadolu’da hakikaten sıkıntı çekiyoruz. Bu bir gerçek. Bununla beraber bir diğer gerçek ise şu ki, bütün dünya bizim gibi sıkıntı çekiyor ve içinde bulundukları buhran, vaziyeti kavrayacak donanıma haiz olmadıkları için her geçen gün derinleşerek sürüyor, sürecek.

Dünya’nın Nizam Arayışı
Rönesans, reform ve akabinde cereyan eden Fransız İhtilâliyle bugüne dek uzanan süreçte, bütün değerlerin içi boşaltılıp yeniden yükleme yapıldı; değer değişimi meydana geldi. İnsan meselesinden başlayarak beşeriyeti alâkadar eden bütün meseleler yeni bir anlayış ile yeniden yorumlandı. Bu değişim ilerleyen yıllarda son derece zalimce, açgözlü bir şekilde dünyaya hâkim olmasını bildi bilmesine de, bir türlü nizamı tesis etmeyi beceremedi. Nizam arayışı dünyayı önce Birinci Dünya Savaşı’na itti. Bu savaş sonrasında galibler yeni bir düzen tesis edemedikleri için hemen birkaç sene sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Kazananlar dünyaya yeni bir nizam getiremediler; fakat nizam arayışının üstünü örtmek gibi bir strateji izlemeyi seçtiler. Soğuk Savaş döneminde aynı ipte oynayan iki cambazı seyre dalan dünyayı kutuplaştırdılar, soyup soğana çevirdiler ve bütün unsurlarıyla beraber tüm müesseseleri bu gerilim üzerine bina ettiler. Sonra cambazlardan biri ipten düştü. Diğerinin de tek başına ip üstünde bir cazibesi kalmadı ve dünya yeniden işine gücüne döndü. İşine gücüne dönmek, yani nizam yokluğunun yeniden idraki ve şuurlu yahut şuursuz bir düzen arayışının yeniden başlaması.
***
İyiler iyilikten, kötüler ise kötülükten beslenirler. Bugün dünyaya hâkim olan kötülüğün besledikleri de, kötüdür elbette. Kötülüğün vücud bulmuş hâli Yahudilerden başka içinde bulunduğumuz ahvâlden kâr eden de yok açıkçası. Her ne kadar dinî inanışları gereği İngilizler ve Amerikalılar kötülük ederek doğrudan Yahudi’ye ve dolaylı yoldan da dinlerine hizmet ettiklerini zannediyorlarsa da, yanılıyorlar. Bugün dünya siyasetine bakanlar, büyük bir cihan savaşının eşiğinde olduğumuzdan dem vuruyorlarsa da, bize kalırsa bugünkü manzara daha çok büyük bir cihan savaşının sonrasına işaret ediyor.

Batı İçin Tek Bir Çıkar Yol Var 
Nasıl ki büyük savaşlardan sonra konferanslar düzenlenir ve sınırlar yeniden çizilerek, herkes yeniden yerini ve haddini bilirse; bugün de benzer bir barış konferansı düzenlenmeli ve dünya haritası adilce, Yahudi fitnesinden uzak bir şekilde yeniden çizilmeli. Büyük bir iddiaymış gibi görünüyorsa, asıl şimdi diyeceklerimize kulak verin; yeniden çizilecek haritanın Sevr, Lozan ve Misak-ı Millîyi bir kenara bırakın, Birinci Dünya Savaşı öncesine göre düzenlenmesi gerekiyor.

Biz bunu ifâde ederken diyoruz ki; Batılılar eğer topraklarında hayatta kalmayı ve varlıklarını idame ettirmeyi arzuluyorlarsa, senelerdir sömürmeye doymadıkları topraklarımızdan defolup gidecek, insanımızdan da ellerini çekecekler. Ama yok bunu değil de, kötüye, yani kötülüğe, yani Yahudi’ye hizmet ederek tarih sahnesinden silinip gitmeyi arzuluyorlarsa da, kendilerinin bileceği şey. Bizde ölen şehid, kalan gazi. Ya sizde?

Bu işin artık lâm’ı cim’i yok. Ehl-i Sünnet Vel’Cemaat’in yıkılmaz kalesi Anadolu’ya saldır, Batı’nın ezeli müttefiki İran sopasıyla Yahudi tıynetli Suudîleri korkutup Müslümanların parasıyla kendini finanse et, araya nifak sok, FETÖ-Vahhabî-Şiî sapkınlığını coğrafyaya pompala ve sonra da yukarıdan silah ve bomba yağdırıp evinin emniyetinde aşağıdaki vahşeti seyret. O devirler çoktan geçti. Hayatta kalmak isteyen, varlığını idame ettirmek isteyen tarafını seçsin. Batılı siyaset düşünürlerinin de açıkça ve defaatle ifâde ettiği üzere, siz, dünyayı sevk ve idare etmekten yana acizsiniz. Çünkü sizin, insanlığa kötülükten başka bir şey getirmeyen, rezil fitneden ve sunî gerilimlerden başka bir nizam teklifiniz yok!

Artık herkes her şeyi görüyor ve senelerdir kuyrukçu iktidarlar vesilesiyle perdelediğiniz o süflî düzen çatır çatır çökerken, alan, ulvî mimari için açılıyor
***
Bir Yahudi atasözü der ki; “Cam demire vurursa, vah cama. Demir cama vurursa, vah cama.” Şimdi oturun da düşünün bakalım; 15 Temmuz’da camı kaldırıp da demire vurmak gibi bir gaflete nasıl kapıldınız? Ve şimdi demir kalkıp cama vurduğunda, ne yapacaksınız?
***
Üstad Necib Fazıl Anadolu’yu merkeze alan, dünya çapında bir nizam mimarıdır; ve Salih Mirzabeyoğlu da bu nizama göre “Mutlak Fikir” ölçüleri çerçevesinde bütün değerlere yeniden değer veren Mütefekkirdir. Dünyanın bugün içinde bulunduğu ahvâl, arayış, çırpınış ve buradan kaynaklanan buhran içinde, Büyük Doğu-İbda’yı eşsiz kılan tam da budur.

Baran Dergisi 543. Sayı