Geçtiğimiz sene Nisan ayıydı. Amerika ve onun paralı katil pilotlarını kullanan kukla Afgan hükümeti, bir hafızlık kursunun mezuniyet törenini bombalamış ve 100’ü çocuk olmak üzere toplam 150 Müslüman’ı şehid etmişti. Müslümanları hedef alan yüzlerce saldırı içinde belki bu saldırıyı hatırlamazsınız; fakat o saldırıda şehit olmuş evlâdını defnetmek üzere hazırlanan babanın, çocuğunun elini son kez tuttuktan sonra bırakmak istediğinde şehit çocuğun elinin babasının elini bırakmadığı ve bunu gören Müslümanların arzı ve arşı tekbirleriyle titrettiği o ânı belki hatırlarsınız. Bu saldırının üzerinden daha bir sene geçmemişken, Allah’ın 99 Güzel İsmi’nden biri olan “Muntakîm” ismi Taliban Mücahitleri vasıtasıyla tecelli etti.

Şorab Hava Üssü Harekâtı
Afganistan’ın Hilmend ilinde son dönemin en büyük saldırısı geçtiğimiz günlerde Şorab Hava Üssü’ne gerçekleştirildi. Taliban, üsse yönelik saldırıda 137 ABD askerinin, 260 Kabil hükümeti mensubunun öldürüldüğünü öne sürdü. Bu saldırı, ABD’nin ülkeden çekilmeyi zamana yayacağı söylentilerinin ardından geldi. Taliban, saldırıyla ABD’ye ve milletlerarası kamuoyuna “Afganistan’da güvenli olan hiçbir nokta yok.” mesajı verirken, diğer taraftan geçtiğimiz sene gerçekleştirilen hava saldırısı ile şehid edilen 150 Müslüman’ın intikamını da almış oldu.

İlin diğer bölgelerinde çatışmalar hâlen devam ediyor. Hilmend’de çatışmaların en yoğun olduğu bölgelerden biri olan Sengin ilçesinde, Taliban, Kabil hükümetinin saldırısında 49 kukla rejim askerinin öldüğü ve yaralandığını, 12 askerin ise yakalandığını ifade etti. Yakalanan askerlerin fotoğrafları da yayınlandı.

Taliban’dan Diplomasi Dersi
Bilindiği üzere Taliban ile Amerika arasındaki barış görüşmeleri hâlihazırda sürüyor. Amerikan tarafının bu görüşmelerden evvel öne sürdüğü şartlardan biri ateşkesti; fakat Taliban tarafı, bu şartı kabul etmedi ve masaya yine de oturuldu. Şimdi bir yandan Amerika ile barış görüşmeleri sürerken, diğer taraftan Taliban, şartlarını kabul ettirmek adına Afganistan’ın işgâl altındaki bölgelerini ABD için cehenneme çevirmekle meşgul.

Aynı şartlarda Amerika ile Taliban değil de Türkiye masaya oturmuş olsaydı, Amerika ve NATO güçlerine saldırı düzenleyen askerleri iyi niyet göstergesi olarak peşinen Amerikan tarafına iade ederdi, Türkiye. 

Taliban’ın bu diplomasi tarzının bilhassa Türkiye tarafından iyice incelenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Senelerdir ABD’ye biatlı “Monşer”ler tarafından idare edilen Hariciye, bilhassa Amerika ve diğer büyük güçlere karşı “ne istiyorlarsa ver kurtul” zihniyeti ile işlemektedir. Bu “Monşer”lerin belki de tiksinerek baktığı Taliban, bugün diplomatik bir destan yazmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar ve dışarıdan kesintisiz bir şekilde üzerimize gelen tazyik dolayısıyla yeni bir diplomasi anlayışına muhtaç olduğu açıktır. Bu bakımdan Taliban’ın izlediği siyaset ve diplomasi tarzının Türkiye tarafından incelenmesi ve memleket diplomasisine yeniden şekil verilmesi gerekmektedir. 

Pakistan ile Hindistan Çatışmasının Arka Planı
Öncelikle ne olduğuna bakalım. 4 Şubat’ta Keşmir bölgesindeki Hint polis konvoyuna yönelik yapılan intihar eyleminde 44 Hint polisi öldü. Saldırıyı Ceyş-i Muhammed adlı grubun gerçekleştirdiğini iddia eden Hindistan hükümeti, teröristlerin Pakistan tarafından desteklendiğini ileri sürdü.

Geçtiğimiz günlerde Hindistan Pakistan’a hava saldırısı düzenlendiğini ve bazı terör kamplarını vurduğunu iddia etmişti. İslamabad yönetimi ise hava sahasını ihlal eden 2 Hint jetini vurduğunu açıklamıştı.
Pakistan vurduğu bir jetin görüntülerini paylaşırken diğer jetin sınırın Hindistan tarafına düştüğünü duyurmuş, Hindistan ise bir Pakistan jetini vurduğunu ileri sürse de bir delil gösterememişti.

O günden beri Pakistan tarafı tansiyonu düşürecek açıklamalar yapmaya devam etse de her nedense Hindistan tarafı her gün gerilimi arttıracak açıklama ve hamleler yapmakta ısrarcı. 

Mesele Yalnız Keşmir Mi?
Kriz doğurma potansiyeli mutlak kimi ihtilâflar, onlarca hatta yüzlerce yıldır bile isteye çözümsüzlüğe mahkûm ediliyor. Her biri kendine has hususiyetleri ile diğerinden ayrılıyorsa da Suriye ile İsrail arasında Golan Tepeleri, Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ, Hindistan, Pakistan ve Çin arasındaysa Keşmir, sanki “lâzım olur da yarın bir gün buralardan kargaşa çıkartırız” hesabı bir türlü çözüme kavuşturulmaya yanaşılmıyor. 

Evet, belirttiğimiz üzere Pakistan ile Hindistan arasında bugün yaşanan gerilimin kaynağı Keşmir, üç ülke arasında saatli bomba. Keşmir bugünün taze meselesi değil, dolayısıyla Pakistan ile Hindistan arasında başlayan çatışmalar için tek başına bu bölgenin varlığı sebeb teşkil edemez. Bu sebeble bugün kimin, hangi saikle, ne için Keşmir vasıtasıyla yeni bir krize zemin hazırladığına odaklanmanın daha sağlıklı olacağı kanaatindeyiz.

Fantaziler Arasında Güme Giden Hakikatler
Milletlerarası planda analiz yapmanın en kolay yolu, büyük oyuncuların bazılarını mutlaklaştırıp, cereyan eden her hadisenin onların kontrolü ve büyük planı çerçevesinde gerçekleştiği fikri üzerinden hareket etmektir. Meselâ Takvim Gazetesinde “Feriştahın Fantezileri” köşesinde yazan Ergün Diler’in hadiseleri ele alış tarzı buna misâldir.

Eşya ve hadisler üzerinde mutlak mânâda tesir sahibi olduğu iddia edilen birkaç aile ve bu aileler ile ittifak yahut çatışma hâlinde olan devletler üzerinden, Brezilya dizilerine rahmet okutacak seviyede siyasî analizler... Cereyan eden tüm hadiseler, normatif şuur hatası mahsulü senaryo içinde bir yere oturtulabildiği için, yani akıl zaviyesinden sımsıkı kavranabildiği ve son derece basit bir şekilde izah edildiğinden alıcısı da çok. Çünkü insan yaradılış memuriyetinin şuurunda olsa da olmasa da eşya ve hadiseler üzerinde teshir edici olmak yahut olamıyorsa bile onu aklî bir zaviyeden kavramak zorunda hissediyor kendisini. Hadiseleri bu seviyeden ele almak, insanın herşeye vâkıf olma, herşeyi düşünemeden, bir tefekkür çilesine girmeksizin izah ve idrak edebilmiş olmak arzusuna hizmet ettiği için çok tutuluyor. Putperestliğin kaynağı da buralarda bir yerlerde esasında. 

Bir kere en başta iman tazelemek adına şunu ifâde etmekte fayda var; Allah’tan başka eşya ve hadiseler üzerinde mutlak teshir sahibi hiçbir güç yoktur. Dönem dönem kimi güçler eşya ve hadisler üzerinde teshir sahibi olmuşlarsa da bu mutlak değildir. Bugünkü dünya manzarası ise kimi güçlerin muktedir olmasından ziyade iktidardan düşmeye başlamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Yani bir kere bunu doğru şekilde idrak etmekte fayda var. Birileri kontrol ettiği için değil, edemediği için böylesi büyük bir kaos ortamında bulunuyoruz. Hattâ, kontrol etmek şöyle bir yana dursun, hadiselerin cereyan edişinde müthiş sürat dolayısıyla birçok vakıanın idrak edilip, edilemediğinden bile şüpheliyiz. Global siyaset planındaki yegâne hakikat budur ve bunun dışındaki bakış açısı ve görüşler iktidardan düşmekte olan güçleri putlaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmez. 

Amerika ile Çin Düşman Mı?
Global plandaki birçok analiz, Amerika ile Çin arasında peşin kabul edilmiş bir husumete dayanarak yapılıyor. Yerleşik bir güç ile yükselişteki bir güç arasında gerilim olasılığı yeni bir durum değil. Harvard’da yapılan bir çalışma, tarihte yükselişte olan bir güç ile yerleşik bir gücün etkileşime girdiği on beş örnekten onunun savaşla sonuçlandığını göstermiştir. Tarihe bakıldığında benzer bir ikili münasebet Birleşik Krallık ile Almanya arasında görülüyor ve ABD-Çin münasebeti umumiyetle bu iki ülke ile kıyaslanarak değerlendiriliyor. Genel kanaat, Çin’in kalkınma sürecinde ihtiyaç duyduğu kaynaklara ulaşmak için Amerika ile çatışmak zorunda olduğu. Oysaki bugünkü dünya, klasik sömürgecilik mantığı ile çalışmadığı gibi (2. Dünya Savaşı özelinden konuşacak olursak) Birleşik Krallık ile Almanya arasındaki gerilimin merkezinde olan da çeşitli kaynaklara erişmekten ziyade dünya görüşü farklılıklarıydı. Almanya faşizmin, Birleşik Krallık ve Fransa ise demokrasinin temsilcileri olarak farklı kutupları teşkil ediyorlardı. Hakezâ Soğuk Savaş Döneminde bile Amerika demokrasiler tarafına hamilik ederken, Rusya Komünist Bloğun başını çekiyordu. Peki, bugün Çin ile Amerika arasında hakikaten bir dünya görüşü farkı var mı? Ayrıca, Almanya ve Birleşik Krallık’ın her ikisinin de kaybettiği tecrübenin dumanı henüz tüterken, bu iki ülkenin kapışması için ortada hiçbir neden yoktur.

Amerika’nın Çin’den yana kaygısı, Amerikan ekonomisini tehdit etmesi ve çevresindeki bölge ülkeleri üzerinde hegemonya kurması yönünde. Çin ise 1,5 milyara yaklaşan ve büyük çoğunluğu hâlen alt gelir grubunda, açlık sınırının az üstünde yaşayan ve nüfusu her geçen gün yaşlanan ülkesini doyurmak endişesi taşıyor. Aralarındaki ihtilâflar ve karşılıklı tonu giderek yükselen hararetli konuşmalar olsa olsa yapılması muhtemel karşılıklı bir anlaşmada tarafların ellerini kuvvetlendirmeye çalışmalarından öte bir amaca hizmet etmiyor.

Amerika, Çin üzerinde hegemonya kuramayacağının ve Çin de bir süre daha Amerika ile askerî planda dünya çapında rekabet edemeyeceğinin şuurunda. Dolayısıyla buradan bir çatışma değil, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Amerika ile Avrupa arasındaki Kuzey Atlantik münasebetine benzer bir Pasifik münasebeti tesis edilmesi bekleniyor. 

Hindistan-Pakistan Bu İşin Neresinde?
Amerika ile Çin münasebetinden bahsetmemiz aslında Pakistan ile Hindistan arasındaki gerilimle doğrudan alâkalı. Biraz evvel ifâde ettiğimiz üzere hadiseler üzerinde mutlak bir güç unsuru olan herhangi bir devlet yok; fakat hadiseleri teshir etmek üzere hareket eden birçok güç odağı var. Bu sebeble Hindistan ile Pakistan’ın bir savaşa sürüklenmesi daha büyük bir planın parçası olmamakla beraber, hadiseleri kontrol altında tutmak isteyenlerin neticesini kestirmeleri mümkün olmayan büyük bir yangına küçük ve hasis hesabları vesilesiyle benzin dökmesi işine benziyor. 

Şöyle ki, Pakistan uzun zamandır Hindistan’ı kendisine mahallî rakib olarak gören Çin tarafından destekleniyor. Hindistan ise Çin’i kendisine rakib olarak gören Amerika tarafından. Böylesi bir denklem, Amerika ile Çin’i birbirine peşinen düşman kabul eden bir anlayışla hadiseye yaklaşıldığında son derece açık bir şekilde anlaşılabilir. Her iki ülke de Hindistan ve Pakistan üzerinden birbirlerine yoklama çekiyorlar denilerek işin içinden çıkılabilir. Peki, ya Amerika ile Çin ilk bakışta zannedildiği gibi birbirlerinin düşmanı değillerse? Ya Amerika bölgede şimdilik nüfuzunu kabul etmiş olan, ikili münasebetleri son derece güçlü bir şekilde sürdürdüğü Çin’den başka bir güç ile de uğraşmak istemiyorsa? Veyahut Çin, Amerikan’ın abiliğini kabul etmesine karşılık olarak kendisine rakib olması muhtemel Hindistan’ın parçalanmasını şart koşuyorsa? Bunun gibi bir çok soru sorulabilir.

Demografik yapıları ve sahib oldukları imkânlar değerlendirildiği takdirde Hindistan’ın Pakistan ile bir savaşa girmesi hiç de işine gelecek bir hareket olarak görünmüyor. Amerika’nın tarafında saf tuttuğu Hindistan’ın son derece pervasız bir şekilde savaş çıkartmaya çalışıyor olmasındaki anlamsızlık, bizi bu düşüncelere sevk ediyor. Yani, aslında bakacak olursanız bir bakıma sesli düşünüyoruz. 

Düzen Merkezi Değişiyor Ama Düşman Aynı
Müesses dünya nizâmı, Amerika ve Avrupa’ya göre Atlantik merkezli olarak ihdas edilmişti. Şimdilerdeyse bilhassa geçer akçe olan finans gücünün doğuya kaymış olması ve Avrupa’nın artık bir unsuru olmaktan çıkıp kambur hâline dönüşmüş olması dolayısıyla dünya düzeni kendisine tabiî olarak yeni merkez olarak Pasifik’i seçmiş vaziyette. Geçen asır boyunca Amerika ile Avrupa arasında tesis edilen münasebetin bir benzerini önümüzdeki yıllarda muhtemelen Uzak Doğu ile Amerika arasında göreceğiz. 

Görülen odur ki, değişmeyen tek husus, Amerika Avrupa ittifakında olduğu gibi Uzak Doğu Amerika ittifakında da İslâm düşmanlığı olacak; ve muhtemeldir ki Ortadoğu’da resmettikleri menfî manzarayı muhafaza edip, bu sefer bir de Asya içlerine, Horasan, Türk ülkeleri, Pakistan, Hindistan ve Endonezya, Filipinler, Malezya takım adalarına ihraç etmeye çalışacaklar. 


Baran Dergisi 634. Sayı