Esselâmü Aleyküm.
Hayat nasıl gidiyor?
(Av. Güven Yılmaz, iyi gittiğini söylüyor.)
Çok tehlikeli gidiyor ama değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor ve artık her yerin tehlikeli olduğunu söylüyor.)
Fakat bu da bizim hatamız değil tabiî. Emperyalistler ve Siyonistler başlattı bunu. Maalesef, artık böyle.
(Av. Yılmaz, Carlos’a nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Hayattayım, ayaktayım ve direniyorum. Kolay da olmuyor elbette.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl peki?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu ve Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini söylüyor.)
Allah razı olsun.
Her neyse… Bana soracağınız herhangi bir soru var mı bu arada?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak dilerse, 22 Mart 2016 tarihinde IŞİD mensubu İbrahim ve Halid El-Bakravî kardeşlerin Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Zaventem Havalimanı ile Maelbeek metro istasyonunda düzenlediği, 30 civarında kişinin öldüğü ve 300 civarında kişinin yaralandığı bombalı fedâ eylemleri hakkında konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Zaventem Havalimanı’nda yıllar önce bulundum bir defa, o zamanlar yeraltına yeni geçmiştim… Brüksel’de de bulundum hâkezâ… Hoş bir şehirdir orası ve insanları da açık fikirlidir. Yabancılara saygı duyar; kimsiniz, nereden geldiniz diye sormaz, bu şekilde rahatsız etmezler… Kırk yıl öncesinden bahsediyorum… Bu bir gelenektir onlarda… Yine, bir krallıktır Belçika… Bir Alman ailesinin hanedanı sürmektedir…
Çoğu Kuzey Afrikalı olmak üzere, çok sayıda Arab göçmen de yaşar Belçika’da… Yerleşiktirler ve vatandaşlıkları da bulunur… Çoğunun işi vardır ve İslâmî inançlarını muhafaza ederler… Belçika Krallığı’nın iyi vatandaşları olmuşlardır kısacası… Fas Krallığı’ndan daha iyidir tabiî orası…
Söz konusu göçmen nüfusun belli bir kısmı da kanun dışı suçlara karışırlar elbette; kaçakçılık, hırsızlık, vesaire… Âdi suçlulardır yâni ve bunların da bir kısmı kötü insanlar olmayıp, devrimci olmamakla beraber, temelde sosyal adaletsizliklere isyan ettiklerinden ötürü iştirak etmişlerdir bu suçlara… Öbürleri ise analarını bile satarlar; orası ayrı…
Son yıllarda öne çıkan ve kendilerini fedâ eden eylemciler ise, çoğunlukla, kötü insanlar olmayan ve sosyal adaletsizliklere isyan motivasyonu ile bazı âdi suçlara iştirak edip hapse düşen, ama sonra cezaevinde kendi öz inançlarının önemini keşfeden, oturup az biraz okuma fırsatı bulan, İslâmî değerleri takdir ederek mücahid olmaya karar veren, hayatlarını inançları uğruna fedâ etmeye hazır olan insanlardır…
Brüksel’de kendisini fedâ eden insanlar bakımından ilginç olan nokta şudur: Bu insanlar hiç de ölmek zorunda değillerdi. Bombayı bırakıp sağ salim gidebilirlerdi. Ama onlar ölmeyi seçtiler. Yeraltında yaşayıp, peşinden zor şartlarda uzun süre hapis yatmak istemediler. Üstelik boşa da ölmediler, bu şekilde şu mesajı da verdiler düşmana, insanlığın düşmanlarına, Müslümanların düşmanlarına, İslâm adına konuşmayı seven münafıklara, emperyalist ve Siyonist düşmanlara:
Biz ölümden korkmuyor, üstelik seve seve karşılıyoruz. Çünkü cennete gidiyoruz biz. Ve, bizim cennetimizdeki hayatımız da, hem ebedî, hem de şu ân burada yaşamakta olduğumuzdan çok daha iyi olacaktır!..
Çok önemlidir işte bu. Sonuçta intihar etmemiş, silâhlı bir eylemde kendilerini fedâ etmişlerdir onlar.
Kuşkusuz, bu saldırılarda ölenlerin veya yaralananların çoğu masumdur maalesef ve bu tür hâdiselerle bir ilişkileri de yoktur. Ne var ki bir savaşın, bir dünya savaşının olduğu yerde, fiilî olarak bir hedeftir herkes. Diğer yandan, Mezopotamya’daki ve “Büyük Suriye”deki Müslüman topraklarında yaşayan binlerce insan uzun yıllardır katlediliyor. Yetmiyormuş gibi, IŞİD henüz son birkaç senenin hâdisesiyken, daha 1991’de başlamak üzere, bölgede bir milyondan fazla bebek, ABD, İngiliz ve Fransız bombardımanlarda kullanılan seyreltilmiş uranyum yüzünden, ya ölü doğmuş ya sakat doğmuştur. Irak ve Suriye’de de yıllardır insanlar katlediliyor yâni.
Bu bakımdan, berbat suçlar işlemiş olduğunuz için düşman olmayabilirsiniz belki, ancak bu şekilde saldırdığınız insanların da düşman topraklarında berbat suçlar işlemesine hak sağlıyorsunuz böylece. Teknik olarak böyle bir hakları vardır kısacası. Fakat bu kadar da değil; burada bir diğer nokta daha var:
Mücahidlerin, fedaîlerin hava kuvvetleri, aynı şekilde, düşman hedeflerini bombalamak için gerekli tüm o modern askerî malzemeleri de yoktur. Sadece fedâ ettikleri kendi bedenleri ve zamanında bizim her yerde bulabildiğimiz patlayıcılardan ziyâde, şimdi kendi imâl ettikleri patlayıcıları vardır.
Bir diğer nokta da şudur ki, onlar bizi böyle vurduğu ve dünya da şimdiki gibi buna aldırmadığı müddetçe, yâni Batı topraklarında yaşayanlar buna müsaade ettiği sürece, bizzat Batıdaki bu insanlar da yaşananlardan sorumlu olmaktadır. Çünkü bu rejimler, Batıda yaşayan insanlar, oralarda yaşayan nüfusun çoğunluğu tarafından benimsenmekte, seçilmekte ve hoş görülmektedir. Yönlendiriliyor olsalar bile, oradaki sistemler gerçekten o kadar demokratik olmasa bile, bu şekilde onlar da sorumlu olmaktadırlar yaşananlardan.
İnsanlar bugün dünyada neler yaşandığını anlamak zorundadır kısacası. Üstelik, henüz bir hiçtir bugün yaşananlar. Sadece Müslümanlar da olmamak üzere baskı altında olanlar tarafından başlatılan bu tür misillemelerin daha en başındayız şu ân.
Türkiye için de böyle. Bugün Türkler ve Kürtler de ölüyor bu tarz patlamalarda ve hakikaten çok üzülüyorum bunlara ben. Fakat bu meselelere müdahale etmeye kim başladı ilk olarak?..
Türkiye hükümetine gelince; başta düşündüğümüz kadar bağımsız değillermiş bence. Hükümet partisi tarafından Gülencilere yönelik adlî bir takibat sürdürülüyor olsa bile, Türkiye hâlâ aktif bir NATO üyesidir ve Türk ordusu da İsrail ordusuyla barışıp dost olmuştur yine. ABD hâlâ hâkimdir tüm NATO ülkeleri üzerinde.
Kendisine ve aldığı cesur kararlara olan tüm o sempatime rağmen, Gönüldaş Erdoğan berbat yanlışlar yapmıştır bu çerçevede ve çoğunlukla masum insanlar ödemektedir şimdi bunun bedelini. “İslâm Devleti”ne karşı saldırıları desteklemekte, hattâ “İslâm Devleti”ne karşı bizzat saldırılar düzenlemektedirler. Türklerin tarihî dostu olan Rusya’yı, yine bizzat kendilerinin başlattığı saldırılar yüzünden kendilerine düşman etmektedirler. Rusya veya Suriye, Kürtleri silâhlandırıp eğitebilirler kolayca. Bu bakımdan, çok kötü bir bedel ödeyecektir Türkiye. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi Putin’in bulunduğu pozisyonda ve herkesten çok daha fazla etkili olmalıydı bölgede. Ruslar, bölgede ABD’den daha etkilidir bu bakımdan.
Belçika hükümeti de ABD’li efendilerinin emirleri istikametinde harekete geçmiş, meseleyi kanun kaçaklarını yakalamak gibi anlaşılır bir çerçeveden öteye taşırmış, bunda hiçbir çıkarları olmadığı hâlde çıkıp saçmasapan açıklamalar yapmış ve tüm bu gürültülü propagandalarının bedelini de işte bu şekilde ödemiştir. Bu sadece işgal altındaki Filistin’de tehlikede olan İsrail’in çıkarınadır hâlbuki ama diğerleri gibi onlar da İsrail’in etkisi altında kalmıştır. Ne var ki, akademisyenler bile bu yapılan absürd propagandalardan etkilenebiliyorlar bugün.
Biz Türkiye’nin kurtuluşunu dört gözle beklerken, bu tuzaklara Türkiye de düşüyor aynı şekilde. Her şey daha da kötüye gidiyor üstelik. Cumhurbaşkanı Erdoğan inşallah gerekli tedbirleri alır ve sonu hüsranla bitecek bu oyuna bir dur der. “İslâm Devleti”nin her ay, her hafta bir liderini öldürseniz bile değişecek hiçbir şey olmayacaktır çünkü. Yol bitmiştir artık onlar için ve ben bunları “Devrimci İslâm” kitabımda da 15 yıl önce yazmıştım zaten. Hiç yanılmadım o yazdıklarımda.
Yaşananlardan hiç ders almamış gibi, şimdi Portekiz de katılıyor bu hiçbir çıkarı olmayan oyuna ve Fransa’ya 150 asker gönderiyor asayişe yardım için. Hiçbir işe yaramayacak bu 150 asker yüzünden şimdi o da yeni bir hedef oluyor. Amerikalıların baskısı altında nasıl olup da böyle bir karar alabiliyorlar?..
Her neyse…
Her şeyin en iyisinin olmasını umalım ama bu tarz fedaî saldırılarının daha en başındayız; daha Batıdaki nükleer santraller var çünkü sırada. Emperyalist ve Siyonist saldırganlığa karşı bunun gerçekleşeceğine eminim ve bu yüzden de çok üzgünüm.
Allahü Ekber.
 
26 Mart 2016 

Baran Dergisi 481. Sayı