İzlanda’dan sonra dünyanın en güvenilir ülkesi seçilen Yeni Zelanda’da aklı ve ruhu satılık paralı bir katil Christchurch’da camiye saldırdı ve 50 Müslüman kardeşimizi şehid etti. Bu paralı katilin sahipleri küçücük akılları ve leş olacak bedenleriyle 1.5 milyar Müslümana en güvenilir yerde dahi güvenli değilsiniz mesajını vermeye çalıştı. Ve bu paralı katilin sahipleri 70 sayfalık manifestolarında, Türk milletini tehdit ederek fethin sembolü Ayasofya’yı minarelerinden kurtaracağız gibi sözler sarf etti. Saldırı ile verilen mesajlar normal bir insanın anlayabileceği şekilde sarihtir. Fazlaca izaha gerek yoktur.

Saldırıdan hemen sonra ise her ülkenin kınama bakanlıkları şiddetle, öfkeyle, esefle türlü türlü şekillerde kınama açıklamaları yaparak sorumluluklarını üzerlerinden atıp ülke işlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Biz ise bize Müslümanları Ayasofya ile tehdit eden katilin sahiplerine meydan okumak için Ayasofya’da toplandık, gıyabi cenaze namazı kıldık, tekbirler getirdik, açıklamalar yaptık.

Peki şimdi Müslüman olmayan Yeni Zelenda halkının İslam ülkelerine ders verircesine yaptıklarına bakalım: Başbakanı Jacinda Ardern’in bugün (22.03.2019) Cuma namazına katılması ve “Peygamber (sav) dedi ki: ‘karşılıklı şefkat, merhamet ve sempatileri ile inananlar tek bir beden gibidir. Vücudun herhangi bir kısmı acı çekerse, tüm vücut acı hisseder.’ Yeni Zelanda da sizinle. Yasta, biz biriz.” şeklinde ifadeler kullanması, meclisini Kuran-ı Kerim okutarak açması, kendisinin ve halkının başörtüsü takması, ezanın devlet televizyonunda canlı dinletilmesi, halkın camilere gidip Müslümanları korumak için nöbet tutması, bazılarının şehadet getirerek Müslüman olmaları ve daha nice muazzam olaylar... Bizim yaptıklarımız onlara göre bayağı sönük kaldı değil mi?

Saldırganın sahipleri kendilerince İslamofobi ile mücadele işte böyle olur gibi halkın Müslümanlara karşı kin ve nefretini artırmayı amaçlarken sevgi ve kardeşlik bağı arttı, insanlar birbirine daha kuvvetli kenetlendi. Kim ne yaparsa yapsın neyi amaçlarsa amaçlasın, İslâm’ın nurunu söndürmeye kimsenin gücü yetmeyeceği gibi tüm hadiseler de lehimize neticelenecektir. Unutmayın ki Allah’ın da kurduğu bir tuzak vardır ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.

Dinimiz ve ülkemiz ile derdi olanlara karşı yapmamız gereken sadece camilerimizi vakit namazlarında hınca hınç doldurmak değil. Öyle ya da böyle Ayasofya’nın açılmasını sağlamak, gerekirse Yeni Zelanda halkının Müslümanları camide korumak için nöbet tutması gibi tüm Mü’minlerin asker olduğunu gösterircesine kararlı bir duruş sergilemek... Tabi ki yetmez, bir müdîr fikir etrafında kenetlenerek sistemli bir model ile İslâm düşmanlarının karşısına dikilmek, devletimizi ona göre tanzim etmek... Hülasası cemiyet mücadelesi vermek gerek... Allah’ın vadettiği zaferin hak olduğunu bilmek yetmez, bu zaferden hissemizi almak için durmadan, yılmadan, en gür ses ile hangi cephede mücadele etmemiz gerekiyorsa o cephede mücadele etmeliyiz.

Salih Mirzabeyoğlu’nun ifade ettiği ve her Müslümanın kendisine şiar edinmesi gerek büyük nasihat de asla unutulmamalıdır:
“Vazife büyük bir şey yapmak değil, ne kadar küçük olursa olsun, gereken yerde gerekeni yapmaktır.”