Son yıllarda çevremizde cereyan eden hadiseler karşısında Türkiye’nin takındığı tavır ve tutum ne kadar da gerçeklikten uzak ve çocukça, farkında mısınız? PYD-PKK’nın Türkiye’nin Suriye sınırında kurmayı planladığı devlete karşı, “güney sınırımızda ‘seküler’ bir Kürt devleti kurulmasına asla müsaade etmeyiz.” diyen lâik Kemalist devlette milletvekilliği yapan siyasetçimiz de var, Barzanî’yi Irak’ın kuzeyinde kalkıştığı bağımsızlık referandumundan dolayı İsrailci olmakla suçlayanımız da... Cereyan eden her hadise, bir bakımda kendi görüntümüzü seyretmemize vesile teşkil eden ayna hüviyetinde oluyor. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olanlar, ayna da gördüğü suretin yalnız ama yalnız hakikat olduğunu bilir ve ayna ile polemiğe girmek yerine, kendisinde gördüğü eksik ve yanlışları düzeltmekle meşgul olur. PKK-PYD’nin kurmak istediği devlet ve Barzanî’nin bağımsızlık referandumu, aslında bir bakıma Türkiye’nin güney sınırındaki iki farklı aynadan bizim kendi yansımamız. Büyük analistlerimiz her gün televizyon ekranlarına çıkıp diyorlar ya; “birinci dünya savaşından sonra bu bölgede sınırlar, ilerleyen günlerde yeniden parçalanmaya ve kaosun devamına yönelik olarak kurgulanmış” diye. İyi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin sistemi ve devletiyle beraber aynı kurgunun bir parçası olarak tezgâhlandığını niçin görmüyorlar? Bilhassa Devlet-i Aliyye’nin bakiyesi olan toprakların aynasında, hoşumuza gitmeyen her ne görüyor isek, onun aslında bizim aynadaki aksimiz olduğunu anlamak gerçekten de bu kadar güç mü? Suçu devamlı olarak başkasında aramak, başkasını eleştirmek, başkalarının muhasebesine girişmek bizim meselelerimize çözüm getirmediği gibi, işin esasının da gözden kaçmasına ve çözümsüzlüğe sebeb oluyor. Dedik ya çocuk gibi diye... Kırılan bardağı yere düşürenin, çocuğun beyan ettiği gibi oyuncak ayı olmadığını biliyoruz değil mi? Yoksa bilmiyor muyuz?
Habis İdare Ruhu
Açık açık izah edelim. Bugün hiç kimsenin beğenmediği, hani herkesin Batılılar tarafından, onların çıkarına göre içe ve dışa doğru sakat bir şekilde dizayn edildiğini kabul ettiği Ortadoğu ülkeleri var ya, işte Türkiye Cumhuriyeti de, tıpkı o ülkeler gibi aynı dönemde, bu sistemin parçası olarak, devleti ve sistemiyle beraber “aynı el tarafından kurgulanmış” bir ülkedir. Bu sebeble, mevcut statükoyu korumak suretiyle bölgede cereyan eden hadiselerde, Türkiye, figüranlıktan öte hiçbir rol üstlenemez.
Son senelerde bu vaziyetin farkına varılıyor ve bilhassa müşahhas plandaki idare şekline yönelik olarak çeşitli değişikliklere gidiliyorsa da, Türkiye Cumhuriyeti’nin “habis” idare ruhu olduğu gibi yerinde duruyor. Hâl böyle olduğu için de, bilhassa dış politikamız, hadiseleri teshir edici olmak yerine karşı tarafı suçlamak, öfkelenmek, bağırıp çağırmak üzerine kurgulu. Vicdan müessesesi açısından da hep karşı taraf suçlu olduğu için, biz hep masum(!)uz da.
Bugün Cumhurbaşkanından Başbakana, vekillerden yazarlara kadar birçok kesimin temsilcisinden şu ifâdeyi duymak mümkün; “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor.” Bu ifâde esasında Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun otuz yıl önce ortaya koyduğu bir tesbit. Bugün birçokları bu ifâdeyi rahatlıkla kullanıyor; fakat “Türkiye tarihî misyonunu üstlenmeye hazır mı?”, “rejim bu misyonu yerine getirmeye uygun mu?”, “Türkiye kendi içinde bu misyonun gereği olan ahlâk, adalet ve kültür gibi şartlara haiz mi?” gibi sorular sorulmuyor. Sorulmadığı için de ne cevab verilip gerçekle yüzleşiliyor, ne de bu misyonun karşılanması için gereken şartların ne olması gerektiği ve nasıl yerine getirileceği hususunda çalışmalar yapılıyor. İş slogan zaviyesinden yürüyüp gidiyor... Nasılsa hep karşı taraf suçlu ya...
İBDA Mimarı MirzabeyoğluŞartlar Türkiye’yi tarih’i misyonunu üstlenmeye zorluyor.” derken, tüm bu soruların yanıtlarıyla beraber, üstlenmek zorunda olduğumuz misyona uygun misilsiz devlet modelini de geliştirerek, sözün havada kalmasına müsaade etmiyor oysa ki. Beşerî olan her şeyin altüst olduğu dünyada ve Türkiye’de mevzu kadın-erkek meselesi olduğunda namus kumkuması olan aydınlarımızın, fikir mevzu bahis olduğundaki fahişelikleri de ayrıca bir yazı konusu. 
Türkiye’nin ve Devlet-i Aliyye’nin bakiyesi olan topraklarda meydana gelen hadiseler şartları belirlerken, içeriden ve dışarıdan gelen müdahalelerse zorlamayı ifâde ediyor. Tüm bu şartların zorladığı misyonsa, İslâm Birliği’nin kurulması olarak karşımıza çıkıyor. İslâm Birliği nasıl mı kurulacak? E tabiî bu da karşı tarafın suçu, biz masum(!)uz ya. 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Bugün Barzanî’ye İsrail ve PYD-PKK’ya ABD ile iş tuttuğu için kızıyoruz. Peki biz bugüne kadar ne teklif ettik, ne vaad ettik, neye davet ettik de icabet etmiyorlar diye kızıyoruz? Bu iki yapı da, yarın referanduma gitse ve özerk bir şekilde Türkiye’ye bağlanmak istiyoruz dese, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna göre üniter devlet oluşu dolayısıyla bunu peşinen reddettiğini biliyor muyuz? Hadi daha öteye gidelim ve Türkiye Cumhuriyetine dahil olsunlar diyelim. İyi de niçin? Bizim neyimiz var ki, bu adamlar bize dâhil olsunlar. Erbil ve sair şehrin meydanlarına “Atatürk heykeli dikmekten” başka, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kime ne teklif ediyor ki, sonra bir de herkese kızacak hakkı kendisinde buluyor.
***
Başyücelik Devleti, kuruluşuna göre “Birleşik Devlet”tir. Anadolu merkezli olan bu devlet, bütün İslâm Âlemi’ni bir bayrak altında toplamayı hedefler. Bu yüzden aynı zamanda hilâfet devletidir ve kuruluşunun tamamlamasının şartı, hilâfet devletinin haiz olması gereken şartları taşımasıdır. Devlet olarak hilâfet devletinin taşıması gereken şartları haiz olduktan sonra, gerekirse beyâtını almak adına “zor kullanmak dâhil” her metoda başvurarak İslâm Birliği’ni tesis eder.
Milliyetçilik Anlayışı
Kürt Barzanî, “Türk”iye Cumhuriyeti’ne neden bağlansın? Kürt-Türk kardeştir palavrasının artık bir hükmü olmadığı açık değil mi? Kız aldık verdik seviyesinde bir devlet politikası olmayacağına göre, Anadolu’nun ve hinterlandının etnik yapısının böylesi bir milliyetçilik anlayışıyla yönetilemeyeceği anlaşılmıyor mu?
İslâm ordularının Anadolu’yu fethi ve farklı kavimlerden insanların Müslüman olarak bu topraklara yerleşmesinden sonra, birçok millet İslâm potasında erimiş ve böylelikle “bir” olmuştur. Ne var ki Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber insanımızın biricik ortak paydası olan İslâm’ı reddederek, ulusçu bir anlayışa yönelen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anadolu’daki ahengi bozmuş ve bugün muhatabı olduğumuz bir çok sıkıntının da tohumlarını ekmiştir.
***
Türkiye, bugünkü rejim anlayışı dolayısıyla gayr-ı mütecânis/heterojen bir devlettir. Yeni bir anlayış ve yeni bir bakışla merkeze alınan paydayı değiştirmek ve yeniden İslâm’a iltica ederek mütecânis/devlet ve milletin birbirlerinde tam ifadelerini buldukları bir devlet olmaktan başka bir çaresi de yoktur. Arab Baharı’ndan başlayarak Anadolu’ya dayanan Siyonist-Emperyalist saldırının bertaraf edilmesi için, Anadolu birliğinin tesis edilmesi her geçen gün daha çok ehemmiyet kazanıyor. Büyük Doğu-İBDA ideolocyasının milliyet anlayışında ortak paydada İslâm vardır. Bu bakımdan Başyücelik Devleti, millet hakikatini reddetmeyen ümmetçi bir devlettir.
“Başyücelik Devleti”, alt başlık olan bir ulusu değil, üst bir başlık olan Müslümanı millet olarak tanımlar, ümmetçidir. Bu bakımdan gerçekten Anadolu ve İslâm Birliği’nin tesis edilmesi noktasında samimiysek, mevcut sistemi ve Büyük Doğu-İBDA’nın teklif ettiği “Başyücelik Devleti” modelini korkmadan, çekinmeden konuşmak ve tartışmak zorundayız.
Gözü Yenilemek
Aynı aynaya şimdi bir kez daha bu gözle bakalım. Barzanî mi, yoksa biz mi kabahatliyiz? Esad, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, İran, IŞİD, PYD-PKK ve İsrail mi kabahatli, yoksa biz mi kabahatliyiz? Evvelâ teşhisi doğru koymak lâzım. Tüm bu saydığımız ve saymadığımız ülke ve grublara ömür boyu kızsak da, suçlasak da bir şey değişmeyeceğini artık anlamak gerekmiyor mu?
***
Barzanî, İsrail ile iş tutarak hata yapmıştır. PYD-PKK’da, Kürtleri bin yıla yaklaşan ulvî misyonundan saptırıp, Batılı efendilerine, tıpkı Kemalistlerin bizleri peşkeş çektiği gibi, mayın eşekliği yaptırdığı için kabahatlidir. Beşar Esad, içinde bulunulan şartları doğru şekilde okuyamadığı ve Siyonist-Emperyalistlerin istediği gibi bir iç savaşın çıkması için ateşe körükle gittiğinden dolayı suçludur. İsrail, Müslümanlara ait olan topraklarda işgalcidir. Amerika, Müslümanların petrolünü sömüren bir hırsız ve katildir. İngiltere ve Fransa ise işgâl ettikleri topraklardan çekilirken, sınırları Türkiye’ye hizmet edecek şekilde değil de, kendi çıkarlarına dönük olarak çizdikleri için ayıp etmiştir.
İnanın ki, bunları böyle söyleyerek değil bir, bin ömür geçer gider de, biz bir adım bile mesafe alamayız. Mesafe alamadığımız gibi, yarın bunların hepsi birleşip üzerimize çullanmaya davrandığında da, kötülemeye ve karşı tarafa kabahat bulmaya devam ederek tarih sahnesinden silinip gideriz.

​Baran Dergisi 558. Sayı