Babamın vefatı, 21 Mayıs 2020 Çarşamba gününün gecesi saat 23:00 sularında yoğun bakımda olduğu Kavacık Medistate hastanesinde gerçekleşti. Kanamaya bağlı beyin ödemi sonucu vefat etti. Allah rahmet etsin. Hicrî olarak 28 Ramazan 1441 Perşembe gününe denk geliyor. Ramazanın 4. günü hastaneye kaldırıldı ve yoğun bakımda 25 gün kaldı. Yaşı da epey ilerlemiş idi, 1930 doğumluydu.

Vefat haberinden hemen sonra amcaoğlu Nuri Albayrak aradı. “Hacı Asım Albayrak doğru, merhametli ve mücahid bir insandı. Benim ve senin baban gibi böyle adamlar pek kalmadı. Bunların ilmi pek yoktu ama imanları kuvvetli idi. Camiler yaptılar, kursları desteklediler, muhtaçlara yardım ettiler. Hayır hasenat işlerine koştular. Mekânları cennet olsun. Cenazeyi eve getirin. Torunları ailesi vs. ölümü görsün, tefekkür etsin. Evde yıkayın. Bu olayı hissedin!” dedi.

Haklısın, dedim. Öyle de yaptık. Eve getirip, balkonda gece vakti yıkadık, sonra da kefenler içinde salonun ortasına yere yatırdık. Klima ise odayı devamlı soğuttu. Yeğenlerim ve 17 yaşındaki torunumun ölümü serinkanlı karşılayışına şahit oldum. Ölüm etrafında manevi bir hava oluştu. Hazreti Ömer’in hadis diye bilinen “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz!” mealindeki sözünü bir nebze yaşamaya vesile oldu.

Ertesi gün evin kapısında caminin hocası duasını yapıp helallik aldı. Cenaze arabası ile müridi olduğu ve çok sevildiği İsmailağa Camine götürdük. Saat 14:00’de avluda cenaze namazı kıldık. Covid 19 salgınından dolayı herkes maskeli idi. Öyle ki, cenaze namazına gelenleri tanımakta zorlanıyordum. Bazıları kendilerini tanıtıyordu, temas olmadan baş sağlığı diliyorlardı. Sosyal mesafeye dikkat edilmeye çalışıldı. Cenazeyi İsmailağa’nın seçkin hocalarından Nedim Hoca kıldırdı. Babamın dostları oradaydı. Rahmetlinin yol arkadaşı İzzet Abi tabutun başında ağlayarak dua ediyordu. Otuz sene babam ile emr-i bilmaruf faaliyetinde beraber olan İdris (50 yaşında) bana rahmetliden bahsetti. Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu, İsmailağa Vakfından Seyfettin Hoca, Hasan Efendi’nin oğlu Abdullah Hoca, müezzin Hamza, esnaftan Davut ve öbür dostları, ortamın riskli olmasına rağmen son yolculuğunda bulundular. Güzel bir enstantaneyi de nakledeyim: Evi caminin karşısında olan babamın sevgili dostlarından Hasan Efendi camdan el sallayarak cenazeyi teşyî etti. Hatta bana ve biraderlerime haber yolladı, biz de aşağıdan ona el salladık. Tam bu esnada caddeden geçen, beni tanıyan motosikletli birinin durup bana baş sağlığı dilemesi de ayrı bir duyguydu.



Gönüldaşlara özellikle haber etmedim, Covid 19 vs. sebeplerden dolayı. Ancak yine de cami avlusu ve mezarlık kalabalıktı. Çoğu akrabalar ve İsmailağa’dan babamın dostları idi. Mezarlık daha kalabalık idi, çünkü gelmek isteyenleri sosyal mesafe kuralından dolayı cenaze namazından ziyade define yönlendirdik. Cenazeyi kabre yeğenim Cüneyd’le birlikte indirdik. Başucunda biraz toprak kalmıştı, naaşın başı sıkışmasın diye temizledim. Sonra Cüneyd yardım etti, mevtayı kıbleye döndürdük. Yasin okundu, dualar yapıldı ve telkin verildi. Mevtayı Edirnekapı Şehitliği'ne (Sakızağacı) defnettik, Allah ve Resulü’ne emanet edip ayrıldık. Allah günahlarını affetsin, mekânını cennet etsin. Âmin.

Kabirden ayrılırken oğlum Selim, “Ali Haydar Efendi burada, uğrayalım mı?” dedi. Çok iyi olur dedim ve ziyaret ettik. Şehid Bayram Ali Hocayı buraya defnettiğimizi hatırladım ve onu da ziyaret ettik. Şehit Hızır Hoca da oradaydı, ancak onu unuttuk. Onun cenazesinde bulunamamıştım. Eyüp’ten geçerken Selim, “Üstad ve Kumandan’ı ziyaret edelim mi?” dedi. Bu güzel teklife de evet, dedim. Piyerloti’den aşağı inerken önce Kaşgarî Dergâhı’nın kapısından Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî’yi anarak dua ettik. Kumandan’ın kabri başında onu selamlayıp Yasin okudum. Peşinden Üstad’ı ziyaret edip dualar ettim. Büyüklerin şefaatini bizlere nasip etmesini Allah’tan niyaz ettim.

Gençlik yıllarında babamın sahip çıktıkları beni arayıp baş sağlığı diliyorlar. Rahmetli kendisi ile teması olanlarda sıcak bir ilgi uyandırmayı başaran biriydi, eli açık idi, yardımı severdi, âdeta bunun için yaratılmış ve bu uğurda koşar dururdu. Tabiî ki şuur ve ilim seviyesi kadar etrafı ile ilgilenirdi. Amellerin kabulü için ihlas şartını da hatırlatalım. İnsanları hemen etkiler ve hoş bir eda bırakır idi. İmam Hatip’ten arkadaşım Hüseyin Kurt, Hacı ile her görüştüğünde şakalaştığını, büyükle büyük, küçükle küçük olduğunu söyledi. Yine İmam Hatip’ten arkadaşım Eyüp Ensarî Ergin de baş sağlığı diledikten sonra, öğrencilik yıllarındaki muhabbetinin aynı şekilde sürdüğünü, biz cezaevine girince (İBDA-C davasından) annesinin Kur’an okuyup yolladığını ve bizler için çok üzüldüğünü söyledi. Akrabalardan Ali Ak, “Hacı, halk eğitim adamı idi. Ölünün arkasından güzelleme yapmak için söylemiyorum. Bu bir gerçeğin tesbiti.” dedi. Mikdat Yılmaz Hoca ise, “İnsan sevdiklerini kaybedince kendini yalnız hissediyor.” dedi.

Mevlüt Koç gönüldaş ise telefonla arayarak ölümü değerlendiren bir sohbet yaptı benimle. Mevlüt Bey’in felsefî-hikemî tesbitleri ise şöyle:

“Ölüm büyük gerçeklik… Hayatı anlamlı kılan o… Eğer ölüm olmasa, bu sefer ölmek için çare arayacağız. Sınırlı bir ömrümüzde bile herkes sıkıntıdan, dünyanın dert ve kederlerinden muzdarip iken… Babanın rızası ve duasını almak iyidir. Ömür boyu zürriyetinde devam eder. İnsanda zamanla müşahede ettiklerinden dolayı bir hâl meydana gelir. Bu açıdan yaşlılar samimîdir, onlarda sahtelik kalkar. Dualarında samimîdirler. Mesela annemi, biraderimi yitirdiğimizde, Allah’a, “Senden geleni üzerime bir tül gibi kabul ettim.” diye dua ederken duydum. Onların yakarışları, duaları içten ve kıymetlidir…

Aslında dünyaya hiçbir kimse bakkallık, mühendislik için gelmedi. Eğer insan yaradılış gayesini yakalarsa, asıl kıymet odur. Yaratılış gayesine uygun bir hayat sürmesi insanı mutlu eder. İnsanın talihsizliği, yaradılış gayesine uygun yaşamamasıdır. Bütün musibetler de buradan gelir. Cumhuriyet devrimleri hastalara okunan ve üflenen dualar için “üfürükçüler” diye alay etti. Şimdi karı-koca birbirinin nefesini çekemiyor. Hâlbuki nefeste bir şey vardır… Necip Fazıl’ın Çile şiirini zevken idrak olarak kendimize indirmedikten sonra gerçek BD-İBDA’cı olamayız. Çile’de geçenlerden pay sahibi olmak, oradakileri içselleştirmemiz gerekiyor. Çile’nin hiçbir mısrâı boşuna yazılmadı…”

Cenazenin ertesi günü de arayanlar çok oldu. Hacı, yardımsever biri idi. İmam-Hatip’ten okul arkadaşlarımdan arayanlar çok oldu. Onların Whatsap grubunda cenaze haberi paylaşıldığından malumatları olmuş idi. İrtibatım kesik olanlar dahi aradılar. Osman Develioğlu bunlardan biriydi. Hepsi de ilk gençlik yılları arkadaşlığı gibi gönüllerinin aynı olduğunu söylediler. Necati Özdemir, “Rahmetli baban evlenirken bana ev buldu. İsmailağa’da ona uğrar görüşürdüm. Onun gibiler az. Babacan bir insan idi. Kimlere yardımcı olmadı ki. Manevi babam idi.” dedi. Rahmetli amcamın hanımı baş sağlığı dileğinden sonra şunu nakletti: “Hoca Efendiden (Mahmud Efendi) duydum. Ölü bir dilenciye benzer. Hergün okuyup yollayacaksın.”

Siyasi makamlara geçince eski arkadaşlarını unuttuğu söylenen bir arkadaş aradı. Ona hafiften sitem ettim. Bunun üzerine, “Ben seni hiç unutmadım, arkadaşlar meclisinde kulaklarını çınlatırız.” dedi ve bazı hatıraları paylaştı. Kalbim yumuşadı ve gönüllerimizin tekrar buluşması beni mesud etti. Bütün arayanlardan Allah razı olsun.

Gençlik arkadaşları üst üste arayınca baş sona bağlanıyor gibi bir his doğdu içime. Başlangıca döndük. Bu, ölüme de yanaşmak sayılabilir. Zaten hep ölüme yakın değil miyiz? Ne mutlu ölüm karşısında ruhen iki büklüm, ancak dünyada da dimdik yaşayanlara!

Gölge ve Akıncı Güç’ten arkadaşım Hayri Adalı aradı, “Rabbim cennetiyle müjdelesin” dedi… Eyüp Küçükçelik ağabey ise ağlamaklı bir ses tonu ile, “Emir Allah’ın, başın sağolsun, ruhu şad olsun. Dualarımız sizlerle. Asım Abiden Allah bin kere razı olur inşaallah. Çok çok hizmetleri olmuştur.” dedi. Arayanlardan bazıları ile karşılıklı ağladığımızı da söylemeliyim. Çoğu kişinin kendiliğinden hatimler, Yasinler okuyup rahmetliye yolladığına da muttali oldum. Ölüm istenmez ancak ölümün de güzellikleri bunlar.

Kendi hislerime fazla yer vermedim, vaka anlatımı, ibret ve hikmet yönüne ağırlık verdim. Belki de hadisenin sıcaklığından olsa gerek. Şu kadarını ifade edeyim ki durumu ağır ve vefat haberini bekliyor olmamıza rağmen ölüm haberini duyunca donup kaldım. Sonra hemen Allah’ın kitabına elim uzandı. Babam için çok üzüldüğüm bir husus son döneminde beynindeki rahatsızlıktan kaynaklı Kur’an okuyamaz oluşu idi. Zira devamlı Kur’an okuyan biriydi.

Bir hatıramı nakledeyim: Üstad Necip Fazıl’ın vefat ettiği günlerde Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye doğru inerken bir kitapçının vitrininde Üstad’ın his dünyamıza derinden hitap eden mısralarından birini gördüm ve ölüm söz konusu olduğunda hep hatırlarım:

“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?..”

Bence çok manası olan şu anımı da anlatayım: Kumandan Bolu F Tipinde yatarken (tahminen 10 yıl kadar önce)  babam bir hatim okuyup Kumandan’a yollamış idi. Avukatlardan hatimleri alan Kumandan’ın babamın adını hassaten zikretmesi ve onu kabul etme tarzı dikkatimi çekmiş idi. Her şeyin doğrusunu bilen ve kullarını mutlak olarak yöneten Rabbim hepsine rahmet etsin.

Mevlüt Koç gönüldaş cenazenin ertesi günü (Ramazanın son günü) tekrar aradı. “Yoğun olduğun için daha önce aramadım ancak bir hal-hatırını sorayım.” dedi. İçinde bir rüyayı da barındıran hikmet ve tecrübe mahsulü şu sözleri sarfetti:

“Allah babana rahmet etsin, seni de bağışlasın. Daha yeni baba oldun sayılır. Çünkü anne vefat ettiği zaman insan çocukluğundan çıkar, baba vefat ettiğinde ise babalığını ancak anlar. Acısı ise sonra ortaya çıkar. Bende öyle oldu. Babam öleli ise uzun yıllar oldu. Davranışlarını muhasebe ediyorsun, keşke şöyle yapsaydım diyorsun. Rüyamda seni gördüm, hayır olsun: Yan yana yatıyoruz Kumandan ayakta. Üst kattan sesler-patırtılar geliyor. Sen silahla ateş etmeye davranıyorsun. Kumandan sana müdahale ediyor, “Buna gerek yok, buna müsaade etmem.” diyor. Elindeki silahı engelliyor.”

Gönüldaşla muhabbet hikmet dolu oluyor tabiî. Abdullah Kiracı gönüldaşla telefonda görüştüm. O da bana cenazeyi haber vermeme tavrımdan dolayı biraz sitem ettikten sonra Hz. Peygamber ve Kumandan hakkında bazı tesbitlerini söyledi. Güzel ve ibretli şeyleri paylaşmak ilkesince sizlere aktarıyorum:

“Cenaze gayet dini bir durum. Sevaptır. Haber vermekte fayda var, gelebilen gelsin. Allah mevtaya rahmet etsin. Neticesi Hak vaki oluyor. Ölüm olmasaydı, din olmazdı, hayat olmazdı. Din olmazdı, zira müeyyide de olmazdı. Her şey inkar edilebilir, ancak ölümü hiç kimse inkar edemez. Seküler-kafir kişi dahi ölüm karşısında durur, ölüm onu korkutur. Müslüman ise ölümden ziyade, amellerinin azlığından korkar, sonrasından korkar. Ölümden hiç korkmayanlar, onu hiç düşünmeyen, kalbi sertleşmiş nasipsizlerdir. Çünkü ölüm ibret olsun diye yaratılmıştır.”

Gönüldaşın bu sözlerinden sonra Mevlüt Beyin gördüğü rüyayı ona anlattım. Hayra yordu ve Kumandanın rüyadaki müdahalesine dikkat çekerek şu ifadeleri benimle paylaştı:

“Kılıç kınından çekilince daha keskin olur. Kumandan, “Bu işi bitirmeden ben ölmem.” demiş idi. Öte âlemden tasarruf etme yetkisi olmasına şaşmamak gerekir. Peygamberdeki kuvvet kimsede yoktur. Hâlâ müdahil olan bir peygamberimiz var. Onunla ilgili bir şey oluyor, karikatür krizi gibi, binlerce Müslüman ölüyor. Salavatlarla peygamberimiz her an aramızda yaşıyor. Batıda böyle bir peygamber algısı yok. Onların Hz. İsa inancı böyle değil. Bundan dolayı Batı Hz. Peygamber bağlılığını ve tevatüren gelen Kur’an’ı hasetleniyor. Çünkü onların İncilleri tahrif edilmiş ve çelişkilerle dolu. Kur’an gibi sağlam değil. Kumandan davasını tamamlayacak, devrini tamamlayacak, ondan sonra ölecek, benim inancım o cihette. Sosyal siyasî her bakımdan BD-İBDA’ya ihtiyaç döneminde yaşıyoruz.

Peygamberimize, şehitlerimize, Allah dostlarına bu mânâda ölü demiyoruz, öldü tabirini kullanmıyoruz. Zira mümin ölmez. Hakka yürüdü, dar-ı bekaya intikal etti, diyoruz. İslâmın Batıyı korkutması ise Hz. Peygamberin ve onun varislerinin canlılığından meydana gelmektedir.”

Evet, mümin ölmez! Hz Peygamber ve onun vârislerinin tesiri sürer, kalplerde ateşi yanar, heyecanı hiç sönmez. Yunus Emre’nin, “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.” mısralarını hatırlamadan edemedim. Allah, tüm geçmişlerimize rahmet etsin ve Resûlünün ruhaniyeti üzerimize olsun! Bizi de “ölmeden ölme” sırrına erdirsin!


Baran Dergisi 698.Sayı

28.05.2020