Beşar Esad’ın başında olduğu “Nusayrî” rejimin zulmüne karşı başlayan halk ayaklanmasının rayından çıkarak, Suriye’nin Batılılar tarafından işgâl edilip bir Kürt ve Şiî koridoru kurulmasının gündeme gelmesi hadiselerinin başrolünde hiç şüphe yok ki IŞİD lideri Ebubekir Bağdadî vardı. 

Bağdadî, El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’ye bayrak açarak Suriye’ye girdi ve izlediği medyatik vahşet siyaseti neticesinde kendisine karşı olan herkesin Suriye’deki varlığı ve icraatının meşrulaştırılmasında adeta bir manivela vazifesi gördü. 

Rusya’nın, Amerika’nın ve başını çektiği koalisyonun Suriye’ye girmesinin müşterek paydası, IŞİD ile mücadele olmuştu. Hakeza PKK/PYD unsurlarının Amerika ve Yahudi güdümüne girerek, Türkiye’nin Suriye sınırında kantonlar inşa edebilecek cüreti kendilerinde bulmalarının Batılı kamuoylarındaki meşruiyet zeminini de IŞİD’e karşı olmaları yahut görünmeleri teşkil etmişti. Yine bununla beraber, İranlı Şiî Haşdi Şabi milislerinin Irak ve Lübnan üzerinden akın akın Suriye’ye girmesi, burada IŞİD ile mücadele adı altında Haleb başta olmak üzere Suriye’deki Ehl-i Sünnet’in yaşadığı şehirleri talan etmesi ve ardından bu bölgelerin demografisine müdahale edilip, Afganistan, İran ve diğer civardan gelen Şiîlerin yerleştirilmesiyle Türkiye’nin güneyinde kurulmak istenen Kürt Devleti’nin hemen ardına bir de Şiî Koridoru ilâve edilmeye çalışılması da meşruiyetini IŞİD’e karşı oluş ile gerekçelendirmişti.

ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamalarına bakacak olursak, IŞİD Suriye’de yenilmiştir. Bununla beraber, geçtiğimiz hafta Bağdadî’nin öldürülmesinden sonra artık IŞİD diye bir örgütün varlığından bahsetmek mümkün değildir.

ABD’nin başı çektiği IŞİD’e karşı koalisyonun üye sayısı bugün 40 ülke civarındadır. Bunlardan bazıları direkt olarak Suriye’de IŞİD’e karşı gerçekleştirilen operasyonlara hava ve karadan destek verirken, bir kısmı ise finans, politik ve lojistik anlamında destek sağlamaktadır. Suriye’de IŞİD yenilgiye uğratıldığına ve lideri de öldürüldüğüne göre bu 40 ülkeden müteşekkil koalisyonun Suriye’deki varlığının meşruiyetini dayandırdığı gerekçe artık ortadan kalkmış demektir. Şu saatten sonra bu koalisyon unsurlarından hangisi olursa olsun, Suriye’deki fiilî varlıkları, işgâlci statüsündedir. 

30 Eylül 2015’te IŞİD’e karşı rejime destek olmak üzere Suriye’de önce hava saldırıları başlatan ve ardından fiilen sahaya inen güçlerden bir diğeri de Rusya. Hava saldırılarından sonra Suriye’deki Ehl-i Sünnet demografinin değiştirilmesinde Esad ve İran ile beraber hareket eden, Haleb’i adeta halı bombardımanı yaparak yerle bir eden Rusya’nın, Suriye’ye girmesinin başlıca gerekçesi olan IŞİD artık olmadığına göre bu ülkenin de Suriye’deki varlığı meşruiyetini kaybetmiş bulunmaktadır. Her ne kadar Batılı koalisyona nisbetle, Rusya, Esad rejiminin daveti üzerine Suriye’ye girmişse de hadiseye, “Esad’ın Suriye’de ne meşruiyeti var ki, davet ettiği işbirlikçisinin ne meşruiyeti olsun?” nazarından bakılmalıdır.

Suriye toprakları üzerindeki yabancı kuvvetler gibi, yabancılaşmış kuvvetleri de konuşmak gerek. Bunların başında da tabiî ki PKK/PYD geliyor. IŞİD’in Suriye’nin kuzeyine doğru yönelmesi esnasında gerçekleştirilen başarılı bir algı operasyonu ile dünyaya, “terör düşmanı sevgi pıtırcıkları” diye lansmanı yapılan PKK/PYD de IŞİD’in ortadan kalmasıyla beraber sahtesinden bile olsa meşruiyetini yitirmiş bulunmaktadır. Hadiselere kışrından bakmaya alıştırılan dünya, PKK/PYD’ye baktığında, onda, özgürlük ve devrim aşkıyla yanıp tutuşan gençler görüyorsa da biz, üzerine Kürt kimliği geçirmeye çalışan bu soysuz kavrukların devlet, nizam, dünya görüşü gibi dertlerden ziyade Irak, Suriye, İran, Türkiye, Avrupa ve son olarak Amerika ile beraber destekçileri ve bu bölgelerde kurmuş oldukları çeteler vasıtasıyla elde ettikleri yıllık birkaç milyar dolarlık rantın peşinde olduklarını çok iyi biliyoruz. Bunları destekleyenlerin kahir ekseriyetinin derdi de bunlara satacağı silah ile uyuşturucu gibi kara para kaynaklarından müteşekkil bu pastadan hissesine düşen paydan ibaret.

Gelelim Şiî milislere... IŞİD’in Suriye’ye geçtiği ândan itibaren onunla mücadele adı altında Suriye’de Ehl-i Sünnet’e yönelik olarak gerçekleştirilen soykırımın başlıca faili olan Şiî milisler de artık Suriye’deki “varlık sebeblerini” yitirmiştir. Azgın Nusayrî bir azınlık tarafından idare edilen Ehl-i Sünnet Suriye’nin demografik yapısını değiştirmek için senelerdir faaliyet gösteren Şiî milislerin Suriye’den uzaklaştırılması bilhassa Türkiye için PKK/PYD’den bile daha öncelikli bir mesele olarak ele alınmalıdır. Türkiye, bölgede senelerdir Rusya desteği ve mezkûr Şii katiller eliyle gerçekleştirilen Ehl-i Sünnet katliamını yoğun bir şekilde gündemde tutarak bunların Suriye’den dehlenmesini sağlamalıdır.
***
Siyaset ile alâkalı çalışmalar yapan ve yazılar yazanlara ilk öğretilen husus, siyasî liderlerin ne söylediklerine değil de ne yaptıklarına bakmak gerektiğidir. Demokrasi ve doğurduğu popülist iklim hasebiyle siyasî liderlerin konuşmalarının büyük çoğunluğu hitab ettikleri seçmeni hedefleyen sözlerdir. Bu sebeble Donald Trump’ın dediklerinden ziyade yaptıklarına bakmakta fayda var.

Amerika Birleşik Devletleri, üzerinde söz sahibi olduğu ekonomik büyüklük her ne olursa olsun, gelir dağılımındaki eşitsizliğin en kesin şekilde ayyuka çıktığı ülkelerin başında gelmektedir. Son yıllarda emeğe dayalı sektörlerde faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin bir bir kapanması ve iş gücü maliyetinin dünya ortalamasının çok üzerinde olması sebebiyle işsizlik ABD’nin en önemli sorunlarından birini teşkil ediyor. Trump’ın Çin ile başlattığı ticaret savaşı ve Avrupa’yı dahî istisna tutmayan gümrük uygulamaları aslına bakılacak olursa Amerika adına son derece yerinde adımlar. Amerika, dünyanın jandarmalığı rolünü yerine getirdiği takdirde dünyanın bütün zenginliklerinin kendi ülkesine akacağı ve uzak kıtada refah içinde yaşayacağı hayalinin gerçek olmadığını artık biliyor. Tabiî bu süreç global mânâda bir değişimi de peşinden getiriyor. Amerika dünya siyaseti hiyerarşisinin tepe noktasından gitgide çekilirken/çekilmek zorunda kalırken, mevcut hiyerarşik düzene dayalı olan müesses nizâm da böylelikle yıkılmış oluyor. 

Popüler kültüre teslim olan dünya, algı tezgâhında satılanlar içinden kendisine uygun, hoşa giden, tatmin olduğu şuur seviyeleri satın ala dursun, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından çok daha ehemmiyetli günlere şahitlik ediyoruz. 

Mutlak Adalet Korkusu
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyini hedef alan operasyonuna karşı Batı, Yahudi ve onların işbilikçisi Arab rejimlerinden müteşekkil orkestranın, en kakafonik bestelerinden birini nasıl icraya kalktığını hep beraber gördük. Tabiî şartlar içinde Türkiye gibi “lâik, Kemalist, demokratik” bir memleketin Suriye’nin kuzeyini hedef alan bir operasyonunu ayakta alkışlamaları beklenirdi. Türkiye’nin mevcud manzarası ile ihtiva ettiği potansiyelin ayrımını yapmakta son derece mahirler.

Batı ve Yahudi, herkes ile taktik ittifaklar içine girebilir; fakat bu bölgedeki tek stratejik hedefi, hakiki bir İslâm ihtilâli ve inkılabının önünü almaktır. Bugün Türkiye’nin mevcut manzarasından ziyade vehmettirdiği mânâ Batı ve Yahudi ile işbirlikçisi Arab rejimlerini dehşete düşürüyor. Herkes ilk bakışta sanıyor ki “Osmanlı gibi emperyal bir gücün bu bölgede yeniden doğması ve yayılmacı bir siyaset izlemesinden” korkuluyor. Biz buna katılmıyoruz. Onların asıl korktukları, burada “Mutlak Adalet”e dayalı bir düzenin ortaya çıkmasından itibaren, dünyanın gelmiş geçmiş “en mükemmel” sistemi olduğunu iddia ettikleri demokratik düzenlerinin sefaletinin anlaşılacak olmasıdır. Bir takım çıkar zümresinin bütün bir dünyayı tek bir kurşun atmadan “barış” içinde nasıl da keyifle sömürdüklerini, dünya siyasetini buna göre dizayn etmeye çalıştıklarını hesaba katacak olursak, korkularında pek de haksız sayılmazlar. 
***
Suriye politikası ile alâkalı olarak yukarıda ortaya koymuş olduğumuz argümanları Türkiye’nin büyük bir muvaffakiyetle işlemesi, elini pek çok bakımdan rahatlatacak ve önünü açacaktır. Bundan da önemlisi şudur ki; az evvel dediğimiz üzere Batı, Yahudi ve kuyrukçusu Arab Rejimlerinin korktuklarını başlarına getirmek, Anadolu için bir varlık yokluk meselesi hâline gelmiştir. 

Geçtiğimiz hafta dediğimiz gibi Türkiye’nin giriştiği en küçük çaptaki bir aksiyon bile dünya çapında bu kadar ses getiriyorsa, “Mutlak Fikir”in emrine tahsis edilmiş hakiki aksiyonların ne büyüklükte ses getireceğini varın siz hesab edin.


Baran Dergisi 668. Sayı