Bağımsız Bir Devletlerinin Olmaması Müslümanların Utanç Kaynağıdır

Bu hafta İran İslâm Cumhuriyeti’nin ilânının senesi olması hasebiyle İran’dan bahsetmek istiyorum. Demokratik referandumun ardından 1 Nisan 1979’da İran İslâm Cumhuriyeti ilan edildi. Yozlaşmış bir adam olan son İran şahı bir yıl süren isyanın ardından Ocak 1979’da ülkeden kaçtı. Sadece bir inanca sahip olan insanlar değil, sadece Şiiler değil toplumun tüm kesimleri İsrail’in müttefiki olan yozlaşmış rejime ve Amerikan ajanlarına karşı isyan etti.

İran rejiminin kurucusu olan Humeyni, 1978 yılında Fransa’ya iltica etmişti, 1979 yılında ise devrimle birlikte İran’a döndü. Hatırlıyorum, o zamanlar ben Bağdat’taydım. Şah, İran’da etkisi artmaya başlayan Humeyni’nin Irak’tan gönderilmesini talep etmişti ve Irak bu teklifi kabul etmişti. Humeyni, Irak’ın güneyinden, İran sınırından Kuveyt’e girmek istedi; fakat ülkeye girmesine izin verilmedi. Orada bir süre bekledikten sonra başka bir yere gitmek üzere bir süre Irak’ta kalmayı kabul etti. Iraklılar onu Fransa’ya gönderdi. Fransa hükümeti o zamanlar Saddam Hüseyin’le yakındı. Bunlar yaşanmadan evvel Irak’ta bana Humeyni ile görüşmek isteyip istemediğimi sordular. Bir hata yaparak daha sonra tarihî bir figür hâline gelen bu adamla görüşmedim. Bunun neticesinde neler olduğunu hepimiz biliyoruz.

İran devriminin gerçekleştiği süreçte dünyada korkunç şeyler yaşanıyordu. Aynı yıl aynı günlerde, bir darbe ile devrilen Pakistan lideri Zülfikâr Ali Butto, hatalı bir yargılama neticesinde idam edilmişti. 4 Nisan Butto’nun idamının yıldönümü. O süreçte Pakistan’ın kontrolünü elinde tutan hainler tarafından hakkında menfi hiçbir kanıt olmamasına mukabil uydurma şahitlerle idamına karar verilmişti. Ana şahit bir Hıristiyan’dı ve yıllar sonra yalan söylediğini beyan etmişti. Butto bu adamı tanımıyordu bile.

Pakistan’daki bu yozlaşmış hain generaller Pakistan halkını perişan etti. Buttolar tekrar iktidara gelene kadar ülkede iç güvenlik ortadan kalkmıştı. Fakat Buttoların hepsi öldürüldü. Asla unutmadığım bir şey var. Zülfikâr Ali Butto’nun karısı Nusret Begüm Butto, Hindistan Mumbai’de doğmuş bir İranlıydı. Saygıdeğer bir kadındı. Buna mukabil İran devriminin ardından modern bir kadın olması sebebiyle İran’a kabul edilmedi. Zülfikâr Örgütünün sekreteri olmayı düşünüyordu. İki oğlu kadronun başında yer alıyordu, kızları ise siyasî mücadeleye devam ediyordu. Tecrübeleri olmaması sebebiyle bir keresinde beni bu örgütün lider kadrosunda yer almak üzere davet ettiler. Bununla gurur duyuyorum.

Zülfikâr Ali Butto’nun erkek çocukları Şahnavaz Butto Kabil’e ve Murtaza Butto Suriye’ye gönderilmişti. Murtaza örgütü bir süre Suriye’den idare etti. Benazir Butto ise Pakistan’da siyasî mücadelesine devam ederek başbakan oldu. Ülkeye dönen Murtaza, Pakistan’da evinin önünde polisler tarafından öldürüldü. Şahnavaz ise Paris’te zehirlenerek öldürülürken, Benazir de bombalı bir saldırı neticesinde öldü.

İran’a dönersek, Humeyni Paris yoluyla İran’a döndü. Bu adam en büyük Ayetullah olarak ilan edilmesi sayesinde hayatta kaldı; yoksa şah onu idam edecekti. Irak’a sürülmeden önce idam edilmek üzere hapse atıldı, sonra idam edilmesin diye bir gecede en büyük Ayetullah ilân edildi. Akabinde Irak’a sürgün edildi. Humeyni, Irak’ın güneyindeki en önemli Şii liderlerden biriyle çok iyi ilişkilere sahipti. Zannediyorum bu Şii lider hâlâ hayatta.

Saddam çok kötü bir hata yaptı. O dönemde Irak’ın yüzde 70’inin Sünnî olduğu düşünülüyordu ve Şiiler azınlıktı. Saddam Şiilerle hep sorun yaşadı. Şimdi ise Irak’ın yüzde 60’ı Şiilerden müteşekkil. Hoşumuza gitmese de bu bir gerçek. Irak Şiiler için ehemmiyetli bir yer ve artık bir Şii ülkesi vaziyetinde. Irak’ta az sayıda Hıristiyan yaşıyor. Diğer bir azınlık olan Kürtlerin çoğunluğu Sünnî; fakat Şii olanlar da var. Özellikle Bağdat’ın kuzeydoğusunda İran sınırına doğru Şii Kürtlere rastlanıyor. Şii Kürtlerin çoğunluğu ise İran sınırları içinde bulunuyor. Ayrıca ülkede hem Şii hem de Sünnî Türkmenler bulunuyor. Bilindiği üzere ülkenin büyük çoğunluğu Arap.

Saddam’ın saygıyı hak eden birisi olduğunu asla unutmamalıyız. Belki İslâmî hassasiyetleri yüksek değildi ve Irak’ın tabiatından kaynaklı bir takım hataları vardı; fakat bu saygıyı hak ettiği gerçeğini değiştirmez. Baas liderleri içerisinde İslâmî hassasiyetlere en fazla sahip olan kişi İzzet İbrahim ed Duri’ydi. Duri, Irak direnişinin sembol bir ismi ve tarihi bir şahsiyet. Nakşibendi Müslümanlar onu destekledi. Türkiye’deki avukatlarım da Nakşibendi. Maalesef Saddam Hüseyin ile birlikte neredeyse ailesinin tamamı da öldürüldü.

Kanaatimce İslâm dünyasındaki en bağımsız ülke İran’dır. İran, Afganistan’dan gelen mücahidlere ve savaştan kaçanlara da tüm eleştirilere rağmen yardım etti. Öte yandan radikal bir yapıya sahip olmasına rağmen ülkede yaşayan Yahudiler parlamentoda temsil ediliyor. İsrail rejimi ise, İran’a düşmanlık ediyor.

Ben Ekim 1975’te Müslüman oldum. Şunu tekrar söylemeliyim ki, İslâm dünyasındaki tek bağımsız ülke Şii İran. İdeolojik farklılıklarına mukabil Rusya ile iyi ilişkilere sahip. Türkiye ile de iyi ilişkileri var. Gerçek bir Müslüman olan Erdoğan, ülkesini tam olarak bağımsız hale getirmeye çalışsa da henüz bunu başaramadı, ülkede hâlâ yabancı askeri üsler var. Bu üslerin hâlâ olmasının sebebi ise kaldırma teşebbüsünde çok büyük sıkıntıların çıkabilecek olması. Erdoğan bu teşebbüste bulunacağı zaman son derece dikkatli olmalı, çünkü bundan önce başaramadılar ama tekrar onu öldürmeyi denerler.

İran’ın İslâm dünyasındaki tek bağımsız ülke olması diğer Müslüman ülkeler için utanç kaynağı olmalı. Samimi Müslümanlar olan Müslüman Kardeşler, İngilizler tarafından bugüne kadar manipüle edildi. Mesela, Sudan’daki yozlaşmış rejimi korumak için kullanıldılar. Müslüman Kardeşlerin önemli liderlerinden birisi, benim Sudan’da illegal bir şekilde Fransızlara teslim edilişime müsaade etti.

Müslümanların büyük çoğunluğu Sünnî; fakat bağımsız olmak hususunda bir tek Şii İran’ın adını zikrediyorsak biraz düşünmek gerekiyor. Saddam’ı şahsi olarak severim. Kendisi ABD’ye karşı duruşuyla beraber bağımsızlığını gösterirken tüm toplumunun desteğini alabilirdi. Fakat bu noktada Baas ideolojisi bir sorun oldu. İşgalin ardından direniş devam ederken Irak’ta asıl düşmanın kim olduğu unutuldu ve Iraklılar birbirleriyle savaşmaya başladı.