Ukrayna’daki karışıklığın Kırım Özerk Cumhuriyeti’ne sıçramasından sonra Rus Ordu unsurlarının Kırım’a girmesinin Türkiye için tarihî bir fırsata vesile olduğu acaba fark ediliyor mu?
Belki ilk bakışta Kırımlı Müslüman Türk kardeşlerimiz hatırımıza gelerek özelde onlara yoğunlaşsak ta, resmin bütününe bakıldığında manzara daha farklı görünüyor bizce…

Bilindiği üzere Ukrayna'daki devrik hükümetin geçtiğimiz Kasım ayında Avrupa Birliği ile "Ortaklık Anlaşması" imzalamak yerine Rusya'yla olan ilişkilerini güçlendirmek kararı alması ve Ticaret Anlaşması imzalaması üzerine Batı tarafından desteklenen Avrupa Birliği yanlısı muhalefet sokaklara inmişti. Bu hâdiseden başlayarak niçin “Bağımsızlık Adına Bir Fırsat Daha!” diye bir bakış açısı getirmeye çalıştığımızı aktarmaya çalışacağız bu yazıda…

Ukrayna

SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) yıkılmasından sonra bağımsızlığını ilân eden ülkelerde Batı destekli çeşitli devrim hareketleri gerçekleştirildi. Kadife Devrimler olarak anılan bu devrimlerden “Turuncu Devrim” olanı Ukrayna’da gerçekleştirildi.

Turuncu Devrim'i kısaca hatırlayalım:

"Seçimlerde Viktor Yuşçenko ve Viktor Yanukoviç aday olmuşlardır. Seçim sonucu olarak Yuşçenko'nun 46,69 oy oranına karşılık Yanukoviç'in 49,42 ile seçimleri kazandığı ilan edilmişti. Yuşçenko Donetsk ve Lugansk bölgelerinde seçime hile karıştırıldığını belirterek taraftarlarından Kiev'de gösteri düzenlemesini istemişti. Gösteriler ilk olarak Kiev'deki Maidan Nezalezhnosti (Bağımsızlık Meydanı) ve Ukrayna Parlamentosu olan Verkhovna Rada'nın önünde başlamıştı. Gösterilerin büyümesi üzerine 429 milletvekilinden oluşan Verkhovna Rada seçimleri 255[3] oyla geçersiz ilan etmiş ve 26 Aralık 2004'te seçimler tekrarlanmıştı. Tekrarlanan seçimlerin sonucunda, 10 Ocak 2005'te Ukrayna Merkez Seçim Komisyonu katılımın %77, Yuşçenko'nun %51,99, Yanukoviç'in %44,20 oranında oy aldığını resmi olarak açıklamıştır. Yanukoviç'in Yüksek Mahkemeye yaptığı itiraz bir sonuç vermemiş ve Viktor Yuşçenko 23 Ocak 2005 tarihinde yemin ederek cumhurbaşkanlığı görevine başlamıştı."

2010 senesinde yapılan seçimlerdeyse Viktor Yuşçenko seçimleri yeniden kazandı ve Turuncu Devrim’in sonuçlarının başında gelen Avrupa Birliği ile olan ilişkileri askıya alarak Rusya yanlısı politikalar izlemeye başladı.

Rusya yanlısı Yanukoviç'in, 2010 senesinde yeniden iktidara gelmesiyle beraber, Ukrayna'nın izlediği Batı yanlısı politikalar değişmiş ve Ukrayna, Kasım ayında Avrupa Birliği İle "Ortaklık Anlaşması" imzalamak yerine Rusya ile 17 Aralık'ta Ticaret Anlaşması imzalamıştır.

Ukrayna Hükümeti'nin popüler anlamıyla Rusya istikâmetinde "eksen kayması" yaşamasının ardından, ülke içerisindeki Batı yanlıları sokaklara döküldü. Yine Batı'nın da desteğini alan bu gruplar Kasım ayından beri meydanlarda protesto gösterileri gerçekleştirerek Viktor Yanukoviç iktidarını devirmeyi bildiler. Yanukoviç'in yerine kurulan geçici hükümet ise ülke içerisindeki kaosu sona erdiremedi.

Rusya

SSCB’nin yıkılmasının ardından Rusya’dan fiilen kopan fakat hâlen Rusya’nın nüfuz alanında bulunan ülkelerde Batı destekli bir takım devrim hareketleri gerçekleştirilmek istendi. Gürcistan’da “Gül Devrimi”, Ukrayna’da “Turuncu Devrim” ve Kırgızistan’da “Lale Devrimi” ile başlayan “Kadife Devrim” sürecinin bugün geldiği noktaya bakacak olursak, Batı'nın bu bölgelerde kendi piyasa ilkelerini işletmeye başladığını söyleyebiliriz. 

 “Turuncu Devrim ”den sonra Rus yanlısı bir hükümetin iktidara gelmesinden rahatsız olan Batı’nın, Ukrayna içindeki Batıcıları kışkırtarak neden olduğu kaostan rahatsızlık duyuyor ve devletlerarası hukuka da uygun şekilde, Özerk Kırım Cumhuriyeti Meclisi’nden çıkan bir karar ile Kırım topraklarına asker çıkartarak bu sefer işin öyle kolay olmadığını Batılılara gösteriyor.

Batılıların Ukrayna gibi ülkelerde işbirlikçileri ve Batıcılar marifetiyle sinsice yaptıkları operasyonlara nisbetle Rusya gürültü çıkartarak nüfuz alanını muhafaza etmeye çalışıyor. Bu konuda Rusya'nın handikaplarından bahsetmek gerekirse; uluslararası hukukun normlarını Batı belirliyor ve bu hukuk normları içindeki bütün yolları karşısında bulunan ülkelere karşı en acımasız şekilde işletiyor. Hâl böyle olunca, Ukrayna’daki işbirlikçilerini kullanarak güya halk ihtilâli yapan Batı hukuk çerçevesinde hareket etmiş olurken, aynı amaca yönelik olarak Rus Ordusu’na manevra yaptıran Rusya suçlu pozisyona düşmüş oluyor. Bugün sürekli medya ve gündemde Batı'nın kendisine pazar açtığı şeklinde lanse edilen bir algı var ya, esasında, Batı kendi piyasa ilkelerini dayatıyor. Bu piyasa ilkelerini kabul eden ülkelerde din, inanç, yönetim şekli, idare biçimi ne olursa olsun Batıyı ırgalamıyor. Piyasa ilkelerini kabul etmeyenler ise hedef tahtasına konuyor ve uluslararası hukuk(!) bu devletlere karşı sonuna kadar işletiliyor.

Kırım Özerk Cumhuriyeti Meclisinden çıkan karara istinaden Kırım'a asker yollayan Rusya'da Batıyla sıcak bir savaş yaşanmasa da ekonomik alanda şiddetli çatışmaların yaşandığını söylemek mümkün; Rusya Borsası yapılan manipülasyonlarla %12 oranında değer kaybederken Ruble, Dolar-Euro karşısında tarihin en düşük seviyesine geriliyor ve faiz artırımına gitmek zorunda kalıyor. Batı tarafından gerçekleştirilen bu ekonomik operasyonun Rusya'ya olan maliyeti 72 milyar dolar olarak açıklanıyor. Rusya, Kırım'a asker yolladıktan sonra Batıyla sıcak bir çatışmaya girmese de, arka planda ekonomi alanında büyük bir savaşın cereyan ettiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Son olarak Rusya Ekonomi Bakanı Sergey Glaziyev'in bu durum karşısında "dolardan başka bir para birimini tercih edebiliriz" diyerek, Rusya'nın özellikle enerji alanındaki alışverişinden hâsıl olan büyük miktardaki paranın yüzünü dolardan başka bir istikamete çevirerek, Batı'nın elindeki en büyük güç olan doları tehdit ediyor.

Rusya, Putin'in yönetiminde Batıcı oligarkları temizlemiş ve neticesinde kendi içinde birliğini sağlamış, bağımsızlığını perçinlemiş bir ülke. Bugün çeşitli ekonomik manipülasyonlara maruz kalsa da nihayetinde kendi içerisinde birliği sağlamış olmasından ötürü bu şekilde yönlendirilebilecek bir ülke konumunda değil. Amerika'nın temsilcisi olduğu Batı anlayışı karşısında Çin'le beraber yeniden denge unsuru konumuna gelmiş bir devlet Rusya.

Batı

Batı’da siyâset, demokratik yollarla iktidara gelen siyâsîler tarafından değil  Global Sermaye tarafından yönetiliyor. Bu sebeble Batı’nın çıkarlarını bile Batılı milletlerin menfaati değil, Global Sermaye'nin çıkarları belirliyor.

Batının Rusya ile olan münasebetlerine dönecek olursak, son 20 senedir Rusya'nın nüfuz alanı Batı tarafından kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Batı’nın belirlediği uluslararası hukuk incitilmeden, ülke içindeki Batıcı siyâsîler ve işbirlikçileri ile halk ihtilâlleri tezgâhlanıyor ve ardından kurulan iktidar Rusya'ya değil de Batıya biat ediyor.

Eklemek te fayda var, Batı, hâkimiyetini tesis etmek için ekonomik anlamda hukukî(!) işgâller gerçekleştiriyor. Kendi piyasa ilkelerini, globalizmi de vesile kılarak dayatıyor ve ilkeleri kabul eden ülkeler bir süre sonra her türlü manipülasyona, yâni kontrole açık hâle geliyor.

Dünya siyasetine yön veren global şirketler de bu vesileyle işgâl edilen ülkelerdeki gelirlerini maksimize etmiş oluyorlar.

Ukrayna gibi ülkelerde yapılan operasyonlar bu sebeblerden ötürü hem Rusya'nın siyâsî nüfuzunu kırmak hem de global şirketlerin menfaatlerini korumak ve geliştirmek adına yapılıyor.

Türkiye

Son yıllarda Mısır, Suriye ve İsrail politikasında Batı tarafından yalnız bırakılan, iplerini Batının tuttuğu cemaat tarafından kendisine birçok kez darbe yapılmak istenen hükümetin artık menfaatlerini yöneltebileceği, Türkiye adına seneler sonra ilk defa bağımsız adımlar atmasına vesile olabilecek bir imkân hâsıl oldu...

Rusya'nın Kırım'daki askerî unsurlarını çekmemesi Batıyı ayağa kaldırırken, Türkiye adına Çeçen, Çerkez, Tatar, Suriye ve İsrail ile alâkalı olan problemlerin giderilmesinde Amerika'dan başka bir yol daha olduğunu ihtar ediyor.

Türkiye bugün Rusya ve Batı arasındaki siyâsî krizi, eğer ki incelikli bir denge siyâsetine vesile kılar ve bu siyâseti sürdürebilirse, hem ilk defa bunca senedir içinde bulunduğu boyunduruğu kırıp atar, hem de kendi bağımsızlığının önünü açacak bir ortam sağlar. Bugüne kadar  “bağımsızlık” mevzuunda problem olmuş olan NATO üyeliği bile böyle bir siyâset güdülerek faydaya tahvil edilebilir.
Meselâ Suriye'de Esad'ın iktidar kalması probleminin çözüm mercii artık Batı değil Rusya'dır. İsrail ile olan gerilimde destek aranması gereken mercii Batı değil esasında Rusya olmalıdır... Kırım Tatarları, Çerkezler, Çeçenler ve Doğu Türkistan'daki Müslümanların yaşadıkları sıkıntıların giderilmesinde Rusya ile yapılacak olan işbirliğinin meyveleri alınabilir. Böylelikle hem Batı’ya karşı yeni bir politik ilişki ağı kurulması bir yana, bu ilişki ile birlikte Türkiye’nin unuttuğu ve biraz önce saydığımız Müslüman ve Türk azınlıkların yeni haklar kazanması hususunda adımlar atılmış olur ki Türkiye için bu türlü kazanımlar büyük ehemmiyet arz etmektedir. Batı, Türkiye'nin dış politikasındaki neredeyse hiçbir konuda başvuracağı, destek arayacağı mercii konumunda değildir. Tüm bu meselelerin hâlli noktasında temas etmesi gereken mercii gelinen nazik noktada Rusya'dır ve aynı zamanda bu temasın sağlanmasıyla beraber Batı'da oturduğu masada artık eli güçlü olan bir Türkiye olacaktır.
  Akıllı ve incelikli bir dış politika üretilerek artık tamamen bir yük hâline gelmiş olan Batı boyunduruğu kırılabilir, bu noktada hiç olmazsa hareket kaâbiliyeti kazanabilir... Ulu Hakan Abdülhâmid Han'ın Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere ve Almanya arasındaki siyâsî gerilimden elde ettiği siyâsi başarılar ve bu gerilimin üzerine bina ettiği bağımsızlık yeniden bu gözle incelenmeli ve artık dış politika, bu tarz politik atraksiyonlarla millîleştirilmelidir.

Dış politikada bu adımları atmanın bir yönü de elbette içeridedir. Rusya'da Putin'in bürokrasiye ve oligarklara yaptığı muamele, ayniyle içerideki urlaşmış sermaye unsurlarına ve medya kartellerine de uygulanmalıdır. Eğer ki medya, sermaye, bürokrasi ve siyaset Türkiye'de millet ile bir noktada buluşturulabilirse, 90 senedir süren bu garabet sona erdirilebilir ve yalnızca bağımsızlık değil hâkimiyet adına da çok önemli adımlar atılabilir. İçeride uygulanacak adımlar da dış politikada uygulanacak adımlar kadar ehemmiyetlidir; içte birlik ve dirlik sağlanabilmesi adına, artık bugün söylene söylene milletin dilinde tüy bittiği 28 Şubat mağduriyetleri, ordudan atılan subaylara rütbe ve maaş, okuldan atılan başörtülü öğrencilere haklarını iade gibi kısmî düzenlemelerden çıkarılıp, o dönemde ve sonrasında hukuksuzluğa uğrayan herkesi kapsayacak (sembolleşmiş bir isim olduğu için burada ismini zikredelim, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu gibi) bir çerçeve içine alınmalıdır. İçte birliğin (Müslümanlar arasındaki birliğin) en önemli adımı budur ve bu adım, bütün milleti ve inanç hürriyetlerini kapsayacak bir biçime de getirilmelidir!

Baştan beridir saydığımız iç ve dış politikaya dâir bütün konularda hâlen adımlar atılmaz, seyirci kalınır, yanlış hesaplar yapılırsa Ukrayna'da yaşananların bir benzerinin çok yakında Türkiye'de de sahneye konacağını da unutmamak gerekir. Ve bunun hemen yanı başında, ortalık karıştığında kim kimin yanında duruyor ve durmaya devam edecek iyi hesap edilmeli; 7 Şubat Krizi, Gezi hâdiseleri, 17 Aralık Operasyonu, 25 Aralık Operasyonu ve bugünün analizi, 31 Mart Seçimleri’na bağlanıp geçilebilecek hâdisler değil, söylediğimiz iç ve dış politika atraksiyonlar yapılarak alt edilebilecek hâdiselerdir.

Son söz olarak ekleyelim ki, Davutoğlu’nun gelişen hâdiseler üzerine takındığı müphem tavır ilk tepki olarak yerindedir ve bizce yapılması gereken, bu yazı boyunca ana hatlarını çizdiğimiz politik hamlelere doğru evrilmelidir.