Selâm ile…

Ayasofya-i Kebir Camii aslî hüviyetine kavuştuktan sonra Müslüman Anadolu insanının dikkatleri, son altı yıldır aile müessesine saldıran, cinsî ve fikrî türlü sapkınlıklara yol açan İstanbul Sözleşmesi’ne döndü. Ne hikmetse dikkatlerin bu noktaya dönmesinin hemen akabinde yine dört bir yandan “kadın cinayeti” haberleri gündem edilmeye başladı. Mesele her zaman olduğu gibi yine sathî bir boyuta çekildi. Oysa mevzubahis tartışma, tam da hayatın göbeğinde yer alan insan (erkek-kadın) meselesi olması bakımından elzemdir.

Mevzu aktüel bakımdan ele alındığında, İstanbul Sözleşmesi ve mezkur sözleşmeden doğan 6284 sayılı kanun ihtiva ettikleri absürtlükler bakımından dikkat çekiyor. Kadının beyanının esas kabul edilmesi, müddeinin iddiasını ispattan beri tutulması, erkeğin şiddet yanlısı gösterilmesi gibi meselelerin yanı sıra gerek sözleşme, gerekse de mevzubahis kanun bir çok muğlak ibare içeriyor. Bu muğlak ibarelerle kadın erkeğe karşı her bakımdan müdafaa edilirken ortada aile müessesesine dair hiçbir şeyin kalmamasının da yolu açılıyor. Hem erkeği, hem de kadını fıtratı dışında bir mecraya doğru sürüklerken, erkeği kadının istediği zaman yönetip yönlendirebileceği bir varlık hâline getiriyor.

İstanbul Sözleşmesi ile alâkalı diğer ehemmiyetli mesele ise sözleşmenin birçok maddesinde “cinsel özgürlük” adı altında kendisini LGBT-İ+ diye ifade eden envai çeşit sapıklığa yol açılması. Sapıklık yasal güvence altına alınıyor. Hülasası; cemiyetimizi öz değerlerinden koparmak adına her türlü pislik meşrulaştırılıyor.

Esasında Cedaw, İstanbul Sözleşmesi veya 6284 sayılı kanun bataklığın üzerindeki sinekten başka bir şey değil. Meselenin özü ahlâk ve kültür davasıdır. Dolayısıyla cevabı verilmesi gereken, “kadın nedir?”, “erkek nedir?” ve hepsinden de öte “insan nedir?” sualleridir. İnsanın niçin yaşadığını izah edemeyen bir beşeri sistemin insan fıtratına aykırı bu tip sözleşmeler, yasalar, kanunlar türetmesi mukadderdir. Çünkü hukuk, ahlâkın pıhtılaşmış hâlidir.

Kadın yahut da erkek, yeryüzünde tekâmül etsin diye yaratıldı. “Tekamül”den kasıt, Mutlak olana yaklaşmak üzere “yaşanmaya değer hayat” istikâmeti üzerinde olmak, bu çizgide olmaya çalışmak... Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun alt başlığı “Erkek ve Kadın” olan “İnsan” isimli eserinde geçer: “İnsan, nisyan’dan gelir; unutmak. Allah’a yakın olmanın, ‘hatırlamak’ olduğunu, Allah Kur’an’da bizzat Resûlü’nün şahsında, ‘Ona öğrettiklerimiz, hatırlattıklarımızdır’ meâlinde bir âyetle bildirmiştir.” Öyleyse “tekamül”den kasıt Allah Resûlü, Sahabe-i Kiram, Tabiîn, Tebe-i Tabiîn’in çizgisinde mümkün mertebe ilerleyebilmek. Mesele dönüp dolaşıp ahlâk ve kültür davasına, oradan da devlet ve sistem meselesine gelmektedir. İnsanların önüne müteal-aşkın bir ideal konulmadığı müddetçe o ideale ulaşma iştiyakına sahip olması beklenemez. İşte temel mesele!..

Kapağımızda bu meseleyi işledik ve Yalçın Turgut Balaban’ın bir çalışmasıyla birlikte “Sadece Erkek-Kadın Değil, Topluca İnsan Meselesine Nereden Bakıyorsunuz?” diye sorarak “Müslüman mısınız, Gavur mu?” manşetini attık. Ömer Emre Akcebe “Fikrî Merkezi Yitik İnsan Görüşü ve Organize Sapıklık” başlıklı yazısında kapak mevzuumuzu işledi.

Faruk Hanedar, "Kadın-Erkek Cinayetleri Etrafında" başlıklı yazısında kapak mevzumuzu farklı bir veçheden ele aldı.

Prof. Dr. Sefa Saygılı ile İstanbul Sözleşmesi’nin cemiyeti hangi açılardan ifsad ettiğini konuştuk.

Sosyolog Av. İlhami Sayan, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayısı kanunun hukukî ve toplumsal boyutlarını Baran okurları için değerlendirdi.

M. Taha İnci, “Kadına Şiddet Kılıfı Altında Eşcinsellere Serbestlik” başlıklı yazısında, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun türlü sapkınlığa yol açtığını değerlendirirken, bu mesele çerçevesinde en çok tartışılan müesseselerden biri olan KADEM’e de temas ediyor.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), Saddam Hüseyin’in kahramanca direnişi ve şehadetinin yanı sıra Fransa’daki insan hakları ihlallerine temas ediyor.

Bayram Aydın’ın “Sanal Hayata Mağlubiyet” başlıklı kısa ve öz yazısını alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Harun Şimşak, Mevlana Hazretlerinin internette rastladığı bir sözü vesilesiyle velî kelâmı, hadisler ve ayetleri nefsine ve arzularına göre kullananları tenkit ediyor.

Oğuz Can Şahin “İstanbul’un Deryâçesi” başlıklı yazısı ikinci bölümünde Osmanlı’nın iki müessesesi vesilesiyle Boğaziçi’ndeki hayatı işlemeye devam ediyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz. Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…

Allah’a emanet olun…