Selâm ile…

Türkiye Cumhuriyeti, son İslâm devleti Devlet-i Aliyye’nin dışarıdan emperyalistlerin, içeriden ise Batıcıların saldırıları neticesinde yıkılmasıyla, Batıcı esaslar üzere inşa edildi. Cemiyeti Müslüman olan Anadolu’da inşa edilen bu devletin kurgulanması aşamasında İslâm’ın yerinin ne olacağı; onun Batıcı rejime payanda mı kılınacağı yoksa toptan bu topraklardan tecrit mi edileceğine bir müddet karar verilemedi. Batıcıların İslâm’ı tecrit etme fikrine mukabil bunun başarısız olacağını bilen Batılıların İslâm’ı kontrol etme gayesine matuf olarak Diyanet İşleri Reisliği, tam da hilâfetin ilga edildiği 3 Mart 1924’te, 3 Mayıs 1920 tarihinde Devlet-i Aliyye’deki Şeyhülislâmlık yerine ihdas edilen Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması üzerine kuruldu. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 136. Maddesinde geçen “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” ifadeleri Diyanet’in bu misyonunu göstermektedir.

Müslüman Anadolu 100 yıllık bir badireyi atlattı; Batıcıların tüm çabalarına rağmen Müslümanlar öz memleketlerinde tekrar hâkimiyeti ele almaya başladı. Ayasofya’nın açılışını da Müslümanların hâkimiyet nişanesi olarak kabul edebiliriz. Fakat hâlâ bir İslâm rejimi teşekkül ettirilemedi ve Batıcı rejimin ihdas ettiği müesseselerin yerine İslâm anlayışından neşvünema bulan yenileri inşa edilemedi. Dolayısıyla niyetler ne kadar hâlis olsa da, ortada yapısal bir problem olduğu için devlet müesseselerinin bir çoğu Batıcı rejime hizmet eder vaziyette yaşamaya devam etti, ediyor. Diyanet müessesesi de bunun en önemli misallerindendir. Kadrosunda Ehl-i Sünnet vel Cemaat çizgisine bağlı personelin yoğunluğuna ve çabasına rağmen Diyanet’in kuruluşunda atılan temel bu müessesenin seküler bir anlayış çerçevesinde Batıcı Kemalist rejime hizmet etmeyi sürdürmesine sebep oluyor.

Kapağımızda Diyanet örneği üzerinden bu meseleyi işledik ve Diyanet’in vazifesi ile alakalı anayasa maddesiyle birlikte “İyi Niyet de Bir Yere Kadar!” diyerek “Diyanet Lâik Kemalist Rejime Değil, İslâm’a Hizmet Etsin!” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Diyanet: Varlık Sebebini Anayasa Güvencesi Altında İnkâr Eden Bir Müessese” başlıklı yazısında değerlendiren Ömer Emre Akcebe, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslâm’la bağdaşmayan, İslâm’la bağdaşmadığı gibi aynı zamanda akılla da bağdaşmayan ne kadar absürt temeller üzerine kurulu olduğunu izah ediyor.

Kapak mevzuumuzla alâkalı Hak-Bir-Sen Başkanı Nail Sarıkaya ile bir mülâkat yaptık. Sarıkaya Hoca, Diyanet’in tarihî sürecinden bahsederken, bugünkü ahvâlinin de portresini çizdi. Samimi, sohbet havasında geçen röportajı alâkayla okuyacağınızı düşünüyoruz.

Carlos, ABD’de yaşanan hâdiseleri analiz etmeye devam ediyor.

Suriye’deki savaşın patlak vermesi üzerinden tam on yıl geçti. Savaşın ne zaman biteceği hâlâ muammayken Abdullah Said, “Suriye Üzerine” kronolojik bir yazı kaleme aldı.

Kâzım Albay, Seyyid ve Şeriflerle ilgili ehemmiyetli işlere bakan Nakîbüleşraf müessesesinden bahsediyor.

Oğuz Can Şahin’in yazısının başlığı, “Sokak Sanatından Müzeye: Basquiat”…

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Nice sayılarda görüşmek dileğiyle.

Allah’a emanet!