Selâm ile…

Her sene 24 Nisan’a denk gelen hafta “ABD Ermeni soykırımını tanıyacak mı, tanıyacak mı?” tartışmalarıyla geçerdi. Zannediyoruz bu hafta, Türkiye’yi 70 yıldır müttefiklik martavalıyla uyutup akla gelecek her kötülüğü yapan ABD’nin Başkanı Biden ve Dışişleri Bakanlığının açıklamalarıyla bu tartışmaların sonuna gelmiş bulunuyoruz. Başkan seçildiğinden beri Türkiye’ye karşı sert bir tavır takınan Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesiyle Türkiye’nin tepesindeki Demokles’in kılıcı kalkmış oldu. Ayrıca ABD, elinin ne kadar güçsüzleştiğini de bu kozu oynayarak ortaya koydu.

Bilhassa 2010’lu yıllar ile birlikte iç ve dış politikada Türkiye’ye düşmanlık eden hangi unsur varsa, başta ABD olmak üzere neredeyse tüm Batı devletlerinin o unsurlar yanında saf tuttuğunu gördük. Bu vaziyet gün geçtikçe daha aşikâr bir hâl aldı. Örnek vermek gerekirse; Suriye’de PKK/YPG, Libya’da Hafter, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Karabağ’da Ermenistan, Ortadoğu’da işbirlikçi BAE ve Suud şeklinde çoğaltılabilir. Küfür ocağı CHP’nin başını çektiği içeridekileri saymamıza lüzum dahi yok zannediyoruz. Tüm bu kavgaların bir tarafında olan Türkiye, giriştiği her kavgada ABD’yi karşısında buluyor ve bu tavrın bir korkunun tezahürü olduğu rahatlıkla anlaşılıyor.

Evet Türkiye geçmişe nazaran ayakları üzerinde durmayı becerebilen bir ülke hâline geldi; fakat bugünlerde içeride iktidar düşsün diye memleketi satacak bir muhalefet, lideri tüm düşmanların hedef tahtasındayken al gülüm ver gülüm oynaşan iktidar partisi unsurları ve salgın dolayısıyla artan iktisadî sıkıntılarla uğraşıyor. Vaziyet böyle olunca da “Türkiye’den niçin bu kadar korkuyorlar?” sorusu akıllara geliyor. Esasında bu sorunun cevabını biz de, Batı da çok iyi biliyor. “Türkiye’nin tarihî misyonunu üstlenmesinden” öylesine korkuyorlar ki, Anadolu’da saklı olan özün müesseseleşmesi durumunda kurdukları sahte dünyanın başlarına yıkılacağını biliyorlar. Dikkat ediyorsanız eleştirirken de sadece bunun olmasını sağlayacak şeylerden vurmaya kalkıyorlar.

Dolayısıyla Türkiye’ye de tek bir yol kalıyor, kendisine yapma denilen şeylerde ısrarcı olup, özüne dönmek. Bu öze dönüşün yolu ise Batıcı rejimin yerine İslâm’a muhatap anlayış çerçevesinde teşekkül edecek bir rejimden geçiyor. Engel olmak istedikleri de zaten bu düzenin tesis edilmesi.

Kapağımızda bu mevzuyu işledik ve “Batı ne olmanı istemiyorsa bir an evvel ol!” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “Korktuklarını Başlarına Getirelim O Zaman” başlıklı yazısında ele aldı.

ABD’nin sözde Ermeni soykırımını kabulü çerçevesinde Batı’nın Türkiye düşmanlığını ve ABD’nin dış politikasını gazeteci-yazar Bercan Tutar ile konuştuk.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), bu hafta çatışmada öldürüldüğü iddia edilen İdris Debi’den bahsediyor ve “Ölen Çad Cumhurbaşkanı Alkolik Bir Haindi” diyor.

İbrahim Tatlı, “Davası Meçhul Dava Partisi” başlıklı yazısında sürekli “dava, dava” deyip de davalarının ne olduğunu izah edemeyen, Erdoğan’a yük olmaktan başka bir vasfı olmayan Ak Partililerden bahsediyor.

Abdulkerim Kiracı, Ramazan yazılarına “Niçin Oruç Tutarız?” başlıklı yazısıyla devam ediyor.

Harun Şimşak, alâka ile okuyacağınızı düşündüğümüz “Mihmandar-ı Resûlullah” başlıklı yazısında Halid bin Zeyd Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerini anlatıyor.

Kâzım Albay, “Hadislere Yönelik Saldırının Kökeni”ni anlattığı yazısında hadisle ilgili tartışmaların temelinde oryantalistlerin ileri sürdüğü iddiaların bulunduğunu belirtiyor.

Eren Haklı, “Neden Kitap Okuyamıyorum?” başlıklı yazısında gençlerin dikkat dağınıklığı sebebiyle kitap okuyamamasından bahsediyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…

Allah’a emanet olun.