İktisadî güçler ile siyasî güçlerin görünmez mutabakatı çerçevesinde inşa edilip, girdiği krizlerden genişleyerek kendini yenilemek suretiyle kurtulan kapitalist dünya, esasında köklerini arkaik çağlara dayandıran Batı medeniyeti zihniyetinin aksülamelidir. Avro-merkez ile başlayıp Anglo-Sakson ve akabinde ise Anglo-Amerikan hâkimiyetinde devam eden bu çağ (bir bütün olarak Batı medeniyetinin ve dolayısıyla kapitalist sistemin hâkim olduğu dönem kastedilmektedir) Batı’nın medeniyetin beşiği olduğu ön kabulünün idraklere işlenmesine dayanmaktadır.

Rudyard Kipling’in dediği gibi “Beyaz adamın bir sorumluluğu vardır.” ve yine İngiliz şairin işaret ettiği gibi hegemonik güç el değiştirip “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olan Britanya’dan yeni dünya olan Amerika Birleşik Devletlerine geçse de bu misyon değişmez. Batı medeniyeti, dünyanın geri kalanını “medeni”leştirmekle mükelleftir. Bu uğurda her yol mubahtır. Tabiî onlar bunu böyle ifade ediyor; bizcesi ise şöyle: “Emperyal kapitalizmin kılıfı sözde medeniyet ihracı.”

Batı, medeniyetin beşiği olduğu ön kabulünü insanına teyid ettirmek maksadıyla kendi cemiyetine medenî olduğunu vazetmiştir. Bu suretle cemiyetinin gözünde işgali meşrulaştıran emperyal kapitalist anlayış başta Afrikalı zenciler* olmak üzere dünyanın geri kalanına, onları ehlileştirmek adına hayvandan aşağı bir muameleyi reva görmüştür. Tek bir bağlamda ele alınması gereken “doğru” ile “güzel” arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıran emperyal kapitalizm sadece kendisi için “doğru” olanın peşinde koşmaya başlayınca, hiç bir kabahati olmayan insanların ellerini-ayaklarını zincirleyip boynuna prangalar vurarak maddî menfaat için köleleştirmek de tabiî bir netice hâline gelmiştir. Elbette, onları bu şekilde ehlileştirip idraklerine Batı’nın üstünlüğünü aşıladıktan sonra, değişen dünya şartlarıyla birlikte sözde özgürlüklerini iade edip özde “modern köle” hâline getirmekte de bir beis yoktur. Çünkü o, artık Batı’nın üstün olduğunu, kendisinin ise aşağılık olduğunu kabul etmiş, itaatkâr bir “hayvan”dır.

Annales Okulu mensubu tarihçi Fernand Braudel, Üstad Necip Fazıl’ın “Yunan aklı, Roma nizamı ve Hristiyan ahlâkı” temel sac ayakları üzerinde yükseldiğini söylediği Batı medeniyetini ve Batı merkezli tarih anlayışını “Batı önce tarihçilerini yaratmış ardından tarih yazdırmıştır.” diyerek bir yandan tenkid eder, bir yandan da resmî tarihin bir tahayyülden ibaret olduğunu ortaya koyar. Esasında medeniyetin beşiği; demokrasinin, insan haklarının ve her türlü ulvî değerin menbaı olan Batı’nın bu vasıfları, “sırtlan yüzü”nü kapatmaya matuf maskeden başka bir şey de değildir.

***

Malûm ABD’de, George Floyd isimli zencinin bir polis tarafından öldürüldüğü görüntüler tüm dünyada dehşetle seyredildi. Bu görüntülerde, Batı medeniyetinin mücessem hâlini polis kılığında gördük. İnfiale sebep olan bu hadisenin ardından dünyanın son hegemon gücü ABD alev alev yanmaya başladı. Hadisenin yaşanmasından bir kaç gün sonra tesadüf ettiğim bir habere göre;

New York kenti belediye meclis üyeleri önemli bir karara imza attı. Belediye meclisi aldığı bir kararla, yabancı (alien) ve 'yasa dışı göçmen' (illegal immigrant, illegal migrant) kelimelerinin şehrin yasal belgelerinde kullanılmasının yasaklandığını açıkladı. Bunların yerine 'vatandaş olmayan' (noncitizen) kelimesinin kullanılması kararlaştırıldı. Oy çokluğuyla kabul edilen kararın ardından yetkililer, bu kelimelerin çağ dışı olduğunu, insanları küçük düşürdüğünü ve toplumu böldüğünü belirtti.

Üstüne, Meclis Üyelerinden Francisco Moya, “Kelimeler önemli. Kullanmayı seçtiğimiz kelimelerin etkileri ve sonuçları var. Şehir olarak, kelimelerimizi insanları canavarlaştırmak ve toplumu bölmek yerine herkesi ‘insan’ olarak kabul edecek şekilde seçmeliyiz.” diyerek söylediklerimizin sağlamasını da yapmış; Batı medeniyetinin kendisinden başkasını insan yerine koymayan ötekileştirici bir anlayışa sahip olduğu itirafında bulunmuş oldu.

Bu haber bana “nigger” kelimesinin ihtiva ettiği müstehcen ve aşağılayıcı mânâ sebebiyle bu kelimenin yerine “the N-word” (N-kelimesi) kavramının üretilmesini de hatırlattı.

O kelime yahut kavramın ihtiva ettiği mânâ sizin idrakinizde mahfuz olduğu müddetçe, yani anlayışınız aynı olduğu sürece adına ne derseniz deyin sosyolojik akisini değiştiremezsiniz. Batı insanı için yüzyıllardır kendisine telkin edilen “dünyayı kurtarmaya namzet üstün insan” anlayışının yıkılması da o kadar kolay değildir; kendisini ve o anlayışı hedef alan, travmaya sebep olabilecek çapta hadiselerin yaşanması gerekir.

***

“Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.” sözünü son dönemlerde sıkça duyar olduk. Bilhassa korona virüsü pandemisinin yol açacağı neticeler ve sebep olacağı değişim çerçevesinde, can çekişen eskinin yerine yeninin ikame edileceği döneme atıfla bu söz kullanıldı. Biz de korona virüsü pandemisinin “uçurumun kenarındaki dünya düzenine son tekmeyi vurup, uçurumdan aşağı yuvarladığını” dile getirmiştik. Elbette eskinin yerine hemen yeni bir nizamın tesis edilmesi mümkün değil; bütün müesseseler çöküp de paldır küldür yerine yenileri inşa edilmeyecek. Yaşanan siyasî, iktisadî ve içtimaî buhranın bir takım yansımaları olacak-oluyor. Bugüne kadar kurdukları maddî refah düzeniyle bir arada kalmayı başaran Batı ülkelerinde refahını, işini, gelirini ve onla beraber ümidini kaybeden insanlar, şiddete yönelecek-yöneliyor. Bu şiddetin taşıyıcı gücü de bugüne kadar dünyanın çivisini çıkaran emperyal kapitalizme ve onu inşa eden anlayışa olacak-oluyor. Batı merkezli dünya düzeninin ilahi kudreti beşeriye indirerek müesseseleştirdiği “Tanrı Devlet”ler ile “vatandaş”ları arasındaki bağ hızla kopuyor.

G. Floyd’un öldürülmesinin ardından yaşanan “zenci protesto ve isyanları” sadece ABD ile sınırlı kalmadı. ABD’nin atası olan kıta Avrupası ve İngiltere’de de yayıldı. Ataları, beyaz ırkın ataları tarafından köleleştirilen, kendileri ise değişen dünya şartları içerisinde “modern köle” olarak “kullanılan” insanlar, vatandaşı oldukları devletlere, o devletleri inşa eden anlayışa, o anlayışın tarihine isyan ediyor.

Üstelik tüm bu kaos, kültürel bakımdan en muhkem yapıya sahip olarak görülen ülkelerde dahî yayılıyor.

***

Stefan Zweig “Üç Büyük Usta” eserinde “Donmuş bir çöle benzemez, konuk sevmez ya da soğuk değildir, âdeta sıcacık bir ocak alevi gibi, yumuşacık konforuyla insanları kendine çeker, ama aynı zamanda onlara ahlâkî sınırlar koyar, hareket alanlarını kısıtlar ve düzene sokar, kurallar koyar...” diye tarif ettiği İngiliz kültürünün dünyanın en güçlü geleneği olduğunu söylemektedir.

İngiltere’nin büyük şehirlerinden biri olan Bristol’de “Colston” adında bir meydan bulunuyor. Bu meydana açılan “Colston Caddesi”nden yürüdüğünüzde “Colston Konser Salonu” ile karşılaşıyorsunuz. Şehrin muhtelif yerlerinde “Colston enstitüsüne-okuluna-spor kulübüne-örgütüne-derneğine” hülasası “Colston” adını taşıyan envai çeşit müesseseye rastlamak mümkün. Bir de Colston Meydanı’nda, neredeyse Bristol şehrindeki her şeye adını veren Edward Colston’un bir heykeline rastlıyordunuz, ta ki geçtiğimiz haftaya kadar... Heykelin kaidesindeki yazıtta ise “Bu heykel, Bristol halkı tarafından kentlerinin en faziletli, en bilge evlatlarından birinin anısına dikilmiştir.” ifadeleri yer alıyordu.

Bristol şehrinin en faziletli ve en bilge evlatlarından olan Colston’a bu namı kazandıran ise köle ticaretinden başka bir şey değildi. Bristol şehrinde ismi saygıyla anılan, kiliselerde adına ayinler düzenlenen Colston da, 1672-1689 yılları arasında 80 bin Afrikalı erkek, kadın ve çocuğu Amerika’ya köle olarak götüren, kurduğu Royal African Company ile köle ticaretinde tekelleşen bir yamyamdan başkası değil.

“Yabancı” olanları “öteki”leştirmeyen ve İngiliz kültür-anlayışı potasında eriten muhkem İngiliz geleneği, kendilerinin “üstün” diğerlerinin ise “aşağı” tabaka olduğunu unutturmamış, tüm “hoşgörülü” tavrına mukabil alttan alta zihinlere bunu yerleştirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan Colston heykeli, Batı merkezci anlayışın onlarca sembolünden biriydi. Müesses nizamın çöküşünün arifesinde, yaşanan içtimaî değişimin bir neticesi olarak, geçtiğimiz hafta bu heykel, protestocular tarafından halatlarla kaidesinden koparılıp, suların dibini boyladı. Çünkü “refah” aldatmacası ortadan kalkınca yüzyıldır sömürülen insanların öfkesi de önü alınmaz bir sele dönüştü.

Esasında bir sembol olması bakımından suların dibini boylayan sadece Colston heykeli değil, müesses nizamın hamisi Batı’nın, medeniyetin beşiği olduğu ön kabulü, tahayyüllere dayalı tarih anlayışı ve de inşa ettiği emperyal kapitalist düzenin tâ kendisiydi.

Not:

*Zenci kelimesi bugün İngilizcedeki “nigger”ın karşılığı gibi gösterilse de öyle değildir. Dolayısıyla “afro”, “siyahî” filan gibi kelimeleri kullanmaya gerek yok. Farsçada “zangi”, Arapçada “zanci” olan kelimenin Türkçeleşmiş hâli “zenci”dir. Mânâsı “kara derili, Afrikalı”dır. Bir aşağılama içermez. Bizde ırkçılık olmadığından “nigger” gibi siyah ırkı aşağılayıcı bir kelimenin karşılığı da yoktur. Bu sebeple zor durumda kalan “tercümanlar” “nigger” kelimesi geçince direkt “zenci kelimesini yapıştırdıkları için bu kelimenin aşağılayıcı bir niteliği olduğu algısı yerleşmiştir. Kelime mânâsındaki bu değişim de Batılı idrakin bünyemize sirayetine dâir bir misal olarak okunmalıdır.

Baran Dergisi 700.Sayı