CIA Kaşıkçı cinayetiyle alâkalı bir rapor hazırladı. Raporda doğrudan M. bin Selman’a atıflar var, mevzunun arkasında onun olduğu açıkça söyleniyor. Hatta cinayeti işleyenlerin Veliaht Prens Selman’ın kararlarına karşı gelememekten dolayı bunu yaptığı belirtiliyor. ABD tüm bunlara rağmen M. bin Selman’ı yaptırımların dışında tuttu, niçin böyle bir karar aldılar?

Demoklesin kılıcı gibi Suudi Arabistan’ın üzerinde dalgalandırıyorlar. ABD, Suudi Arabistan ile olan ilişkilerine yeni bir düzen getiriyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de buna vurgu yaptı; “İlişkilere yeni bir düzen vermek için bu rapor yayınlandı.” dedi. Bilindiği gibi Trump döneminde bu rapor sansürlenmişti, yayınlanmamıştı. Netice olarak “Ayağını denk al.” diyorlar Suudi Arabistan’a. Bununla birlikte M. bin Selman’a yaptırım kararının çıkmaması ne şiş yansın ne kebap durumu…

Buna gerek var mıydı? Suudi Arabistan zaten ABD’nin istediği yönde hareket eden bir devlet değil mi?

Dediğiniz doğru. Ama Suudi Arabistan’ın İran’a yönelik politikaları ABD’nin yahut Demokratların politikalarıyla tam mânâsıyla uyumlu değil. Yemen mevzusuyla alâkalı olarak Biden yönetimi Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesini onaylamıyor. Her konuda Suudi Arabistan ABD’yi dinliyor diyemeyiz, bazı farklılıklar var. Eski yönetim “Biz Suudi Arabistan’ın hamisiyiz.” diyordu. Yeni yönetim ise Suudi Arabistan’ın üzerindeki baskıyı farklı bir şekilde sürdürmek istiyor. Biden yönetimi Trump yönetiminden farklı bir üslup kullanıyor Suudi Arabistan üzerinde. Biden yönetimi Trump yönetimi gibi dostane bir yaklaşım sergilemek yerine araya mesafe koyuyor ve o mesafe için de tehdit unsuru oluşturmak istiyor. Şimdilik Prens Selman’a bir ceza kesmiyorlar. Esasen bir numarayı işaretlemiş oluyorlar. Bu olaylarda bir numara kim? M. bin Selman! Böylece işin siyasî boyutu da ortaya çıkmış oluyor. Daha önce infazcılar gündemdeydi, kimse M. bin Selman’a yönelmemişti. Ama raporda doğrudan M. bin Selman ve idaresinin ismi geçiyor. M. bin Selman kral olmak istiyorsa çok taviz vermek zorunda. Üzerinde böyle bir cinayet gölgesi var. Bu raporun yayınlanmasına şantaj da diyebiliriz. İş işten geçtikten sonra bu raporu yayınlamanın ve yayınladıktan sonra yaptırım kararları vermenin sebebi ne olabilir? Raporun yayınlanmasının amacı bu.

Fas’ta Suudi Arabistan muhalifleri var, geçtiğimiz günlerde Fas elçiliğinden istendi ve Fas rejimi de onları tutukladı. Suudi Arabistan cinayet işlemese bile muhalifleri bir şekilde hapishanede tutuyor. Prens Selman muhalifleriyle alâkalı yahut benzerleriyle alâkalı ABD’den bir şey duyduk mu? Esasında onların amacı Cemal Kaşıkçı değil, ABD’nin vesayetini bir şekilde sürdürmekti. Cemal Kaşıkçı’yı öldürdüler; ama onun gibi bir sürü muhalif özellikle dindar insan var içeride. Onlarla ilgili tek bir kelam etmiyorlar, İslâmcı oldukları için mi, bilemiyoruz. Luceyn el-Hezlul isimli genç bir kadın içeri alınmıştı, kendi dünya görüşü çerçevesinde muhalefet yapıyordu, hapse girdi. Bin gün sonra serbest bırakıldı. Ama dediğimiz gibi Suudi Arabistan yönetimi muhalif avcılığına devam ediyor. Değişen bir şey yok. M. bin Selman tekrar böyle bir acemilik yapmaz. Açık bir şekilde başkasının sahasında, ülkesinde insan katletmez ama sinsi sinsi alışkanlıklarını sürdürecektir.

Cemal Kaşıkçı da CIA ile ilişkileri olan birisiydi. Bunu “Ben bir politika değişikliğine gidiyorum. Seni Trump’ın gördüğü gibi görmeyeceğim. Sen de sesini çıkartma ve bu tasmayı tak.” Mânâsında mı görmeliyiz yani?

Görebiliriz. Trump ile Biden’in tarzları farklı. Trump silah anlaşmalarıyla vs. yoluna devam ediyordu. 2017’in Mayıs ayında Trump Riyad’a gitmişti ve cümbür cemaat bir kutlama yapmışlardı. Trump orada Suud yönetimine ayar çekti, onlar da Trump ne dediyse yaptılar. Şimdi ilişkiler öyle değil, daha serinkanlı gidiyor; ama ABD elindeki kozu iyi kullanıyor. Suudi Arabistan da kolay kolay ABD’nin kontrolünden çıkamaz. Zira, Suud yönetimi son dönemlerde Rusya ve Çin’e dönük olarak hamleler yapıyordu.

Rus basınında da bir haber çıktı, Suudi Arabistan’ın S-400 alımı için teşebbüste bulunduğuna dair.

Olabilir. Suud yönetimi son dönemlerde Rusya ile ilişkilerini geliştirdi. Tabii ki, petrol satan ülkeler arasında olmaları hasebiyle çıkarları da uyuşuyor. Onun ötesinde bakış açıları da son yıllarda müşterek hale geldi, Libya’dan tutun Suriye’ye kadar. Suudi Arabistan politikalarını değiştirdi, revize etti. Moskova’nın politikalarına yönelik olarak ciddi bir sorunu kalmadığını söyleyebiliriz. Moskova da onları sallamaya çalışıyor, aynı şeyi Çin için de söyleyebiliriz. Çin en çok petrol alan ülkelerden biri… Suudi Arabistan’ın yaklaşımı da, “Çin ile ABD’yi dengeleyelim.” şeklinde. Bu raporda esasında “Ayağınızı denk alın. Çin ve Rusya ile oynamaya kalkmayın.” mânâsı da var. “Yoksa M. bin. Selman kral olamaz.” diyorlar. Hem açık kapı bırakıyorlar hem de başlarının üstünde kılıcı sallıyorlar.

Suudi Arabistan’ın petrol arzını azaltması bu denklemde nereye oturur? ABD, Suudi Arabistan vasıtasıyla petrol üreten diğer ülkeler üzerinde baskı oluşturup, operasyon çekebiliyordu. Rusya’yı örnek verebiliriz. Petrol arzını yükselttirip fiyatlarını düşürerek Rus ekonomisine büyük zararlar verebiliyordu. Suudi Arabistan’ın petrol arzını azaltması ve ABD’nin son dönemlerde Suudi Arabistan üzerindeki baskıyı arttırması bununla alâkalı olabilir mi?

ABD artık petrol ihraç eden ülkeler grubuna girdi. ABD’nin Suudi Arabistan petrolleri üzerindeki politikası, petrol satışını kontrol şeklinde. Dolaylı çıkarlar şeklinde olur. Yoksa ABD doğrudan Venezüella ve Suudi Arabistan’dan en çok petrol alan ülkelerden bir tanesi. Şu anda ise kendi petrol rezervlerini dışarıya çıkarmaya ve aynı Rusya gibi küresel anlamda petrol politikası uygulamaya başladı. Petrol tedarikçisi ülkelerin kime petrol satıp satmayacağı çok önemli. Bu da Suudi Arabistan’ı önemli bir konuma getiriyor. Dolayısıyla ABD, Suudi Arabistan’ın eğilimlerini kontrol ediyor. ABD’nin Suudi Arabistan’ın eğilimlerini kontrol etmesi demek uluslararası piyasalarda kendi çıkarlarını korumak ve petrol satış ve alım politikalarının da kontrol edilmesi anlamına geliyor. ABD’nin petrol alıp almaması önemli değil, önemli olan küresel bazda petrol politikalarının bir şekilde ABD tarafından dizayn edilmesi ve yönlendirilmesi. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın petrolleri çok önemli. Tüm bunlara baktığımız zaman Suudi Arabistan’ın Rusya ile içli dışlı olmasını tabiî olarak ABD istemez. Rusya’nın AB ile sıcak ilişkiler içinde olması, doğalgaz ve petrol ihracatıyla da alâkalı. ABD, Rusya’nın petrol ihracatını ve petrol politikalarını Suudi Arabistan petrolleri üzerinden kontrol etmek istiyor. Sadece petrol üretmek yahut Suud petrollerini kontrol etmek yeterli değil, küresel petrol fiyatlarının belirlenmesi de ABD açısından önemli. Bu da Suudi Arabistan’ı ABD açısından çok ehemmiyetli bir konuma getiriyor.

Yazarımız Çakal Carlos hemen hemen her yazısında Suud’un ihanetinden bahsederken mukaddes beldelerin güvenliğinin dahi İsrailli Siyonist bir şirkete verildiğinden, dolayısıyla mukaddes toprakların ABD ve İsrail işgali altında olduğundan bahsediyor. Buraların ivedilikle kurtarılması gerektiğini vurguluyor. Bu husustaki görüşlerinizi alabilir miyim?

Doğru. 1930’lu yıllardan itibaren, 1945’e kadar Suudi Arabistan İngiltere’ye tabi bir ülkeydi. İngiltere neden doğrudan işgal altına almadı. Esasında orada bir kandırmaca, oyun var. Suudi Arabistan onların uydusu, dolaylı yoldan Suudi Arabistan’ın İngiliz hakimiyetinde olduğunu söyleyebiliriz. İngilizler neden Hicaz’ı Vehhâbîlerin kontrolüne verdi? Vehhâbîler tarihi ve İslâm dünyasında uzantıları olmayan bir hareket. Aslında İran ve Suudi Arabistan aynı pozisyona sahipler. İngiltere o dönemde Suudi Arabistan’ı kontrol altına alarak önünü açtı. Bugün de aynı şekilde, aynı film devam ediyor. M. bin Selman’a 2015 veya sonrasında bir soru soruldu; “Neden Vehhâbîliği yayıyorsunuz?” M. bin Selman cevap olarak, “Bizden istenen buydu, biz onu yaptık.” dedi. Yani “Patronlarımız bunu istedi.” dedi. Selman’ın bu cevabından da anlaşılacağı üzere Mescid-i Haremeyn müstakil mi yoksa dolaylı yoldan işgal altında mı sorusunun cevabını veriyor. Vehhâbîlik hareketi kendinden kaynaklı bir hareket değil, “Üçüncü Suudi Arabistan” dediğimiz Suudi Arabistan’ın kuruluşu ve gelişmesi önce İngiltere’ye, sonrasında ise ABD’ye bağlı olarak devam etmiştir. Suudi Arabistan için “Bağımsız bir ülke.” demek zor.

Hem İran hem de Suudi Arabistan İslâm coğrafyasında Batı’nın emellerine hizmet edecek iki önemli aktör.

Suudi Arabistan ile İran olmasaydı onlar tarafından bu iki devletin icat edilmesi gerekirdi. Çünkü, Müslümanları meşgul edecek başka bir unsur yok. Dünyayı fellik fellik dolaşıp arasalar bu iki ülkeden daha yararlı, işlevsel bir rejim bulamazlar.

Söz İran’a gelmişken, İran’ın Kuzey Irak’ta Türkiye’ye karşı sergilemiş olduğu düşmanca bir tutum var. İran böyle bir çıkışı neden yaptı?

İran Türkiye’den rahatsız. PKK’yı Türkiye’ye karşı müttefik olarak görüyor. Zaman zaman bunu belgeleyen konuşmalar yapıyorlar. Alaaddin Burucerdi; “Karayılan’ı yakaladık.” demişti, daha sonra ise “Murat isminde birisini yakaladık ama o değilmiş.” diyerek lafı çarpıttı, bundan on yıl evvel. Bu adamlar Türkiye düşmanıdır. Kendileri Irak’ı, Husiler üzerinden Yemen’i işgal altında tutuyorlar, Suriye ile Lübnan’ı da işgal altında tutuyorlar. Suriye’ye Rusya’yı onlar getirdi. ABD’yi Irak ve Afganistan’a onlar getirdi. Türkiye’nin orada PKK unsurlarına operasyon yapmasını içişlerine müdahale olarak görüyorlar. Halbuki, Irak onların kucağında oturuyor, ne müdahalesi? Irak’ın hamisi mi onlar, ne konuşuyorlar? Hangi gerekçeyle, neye dayanarak bunu söylüyorlar? Siz kimsiniz Irak kim? Türkiye’nin bu konuda pasif kalmaması gerekiyor. Azerbaycan’daki ve buradaki elçilerini Tahran’a kadar kovalamak lâzım. Irec Mescidi dediğin adam Amerikan işbirlikçisi. Hatta Haşdi Şabi son dönemde Sincar’da PKK ile birlikte hareket ediyor. “Gerekirse Türkiye ile savaşırız.” diye açıklamalar yapıyorlar. Haşdi Şabi’nin Sincar’da PKK ile ortak olması ne demek? Ortaklığın arkasında İran var demek, başka bir anlamı yok bunun. Türkiye olarak daha ciddi olmamız lâzım bunlara karşı. Türkiye dış politikada biraz yalnız kalıp ekonomik sıkıntılar yaşadığı için, İranlılar bu sefer daha üst perdeden konuşuyorlar. Halbuki, İran ve Irak’ın ekonomik durumu bizden çok daha kötü. İran ve Irak iflas etmiş ülkeler. Fikriyat’taki yazımda da bu konudan bahsetmiştim, “Üçü bir arada, Humeyni, Hamaney ve Papa Francis” şeklinde. Papa’yı coşkulu bir şekilde karşılıyorlar, ondan sonra Müslümanlık adına Türkiye’ye posta koymaya çalışıyorlar. İran Devrimi’nden sonra Türkiye’yi hedef yaptılar. Daha sonra ise Irak ile sürtüştüler. Sonuç itibariyle sekiz yıllık bir savaşa imza attılar. İranlılar çok kışkırtıcı, her tarafta suikast uyguluyorlar. Afganistan’dan Lübnan’a kadar kendileriyle arası iyi olmayan Şiileri öldürüyorlar. Kahpe bir rejimden bahsediyoruz.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.