Üstad Necib Fazıl’ın üç Ramazan gecesi boyunca verdiği konferans-eseri. Bu eseri, “İdeolocya Örgüsü’ne bağlı olarak en başa alınması gereken verimlerimden biri” diye takdim ediyor Üstad. “İdeolocya Örgüsü”ne bağlı olarak…

Bilenler bilir, “bu eseri yazmak için yaratıldım” der Üstad “İdeolocya Örgüsü” için. “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” eseri de o hizada demektir bu, o kadar hayatî, o kadar mühim… Ekliyor Üstad:

- “Bu eser, zâtiyle ne olursa olsun, muhtaç olduğumuz tefekkür cehdine mihenk teşkil etmesi bakımından kıymetlendirilse yeridir.”
Salih Mirzabeyoğlu’nun, “İslâma Muhatap Anlayış”, “İbda Diyalektiği” gibi eserlerini hatırlayın. İbda fikriyatının temel eserlerini… Mütefekkir, Üstad’ın “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” isimli eserine “aksülamel” hâlinde, sanki o eserde yazan her satırı “hükme getirici” bir “fikirler zinciri” kurmuş, her halka birbirine sımsıkı bağlı, her halka bir diğerini gerekli kılmıştır. Anlıyoruz ki, “muhtaç olduğumuz tefekkür cehdi” olan “İBDA”, bu eserin “mihenk” olduğu eserleri, yani İBDA fikriyatının temel eserlerini ortaya koymuştur.

Üstad’ın “çifte kanat” metaforunu Salih Mirzabeyoğlu şöyle formüle etmiştir:
- “İslâm Tasavvufu” ve “Batı Tefekkürü” arasında kanatlarını açan İBDA, birincisinde imânın hakikatini ve ikincisinin de bir “arınma kurnası” hâline getirdiği gizli imânını selamlarken, “ana gövde” dilinde, yâni işin kemmiyet örgüsüne memur zarurî bir âlet mevkiindeki BÜYÜK DOĞU dilinde tecelli eden mânânın muhasebecisi, iç ve dış hikmetlerin bu gövdeye maledicisidir. (İbda Diyalektiği -Kurtuluş Yolu-, İbda Yay., 3. Basım, İstanbul 1995, s. 17)

Necib Fazıl, malûmdur, Batı’yı şu şekilde hülasa eder: “Yunan Aklı, Roma Nizâmı, Hristiyan Ahlâkı”… Bu eserde Batı Tefekkürü’nü Antik Yunan’dan başlayarak Bergson’a, Heidegger’a, Sartre’a, Russell’a kadar getirir. Felsefeyi hem tenkid hem tahlil eder. Hemen söyleyelim, bu tür bir felsefî tahlili hiçbir felsefe kitabında bulamazsınız.

Meselâ, Batı Felsefesi’nde “ilk vahdanî görüş”ün Platon tarafından ortaya koyulduğunun altını çizer. “Eflatun-u İlahî” der Müslümanlar ona. İlk idealist felsefenin kurucusudur. Sokrat’ın “nasıl”ı, Eflatun’un “niçin”i getiren kafa olduğunu söyler. “Nasıl” metoddur, ilk eşiktir. Sonra “niçin” gelir. Sokrat, Platon ve Aristo o kadar tesir etmiştir ki Batı’ya, onlardan sonra ortaya çıkan tüm akımları yine onlardan birine bağlamak mümkündür.

Bunları tek tek izah eder Necib Fazıl eserinde. Ders anlatır gibi. Yanlış anlayışları veya anlaşılanları düzeltir. Hakikate yanaşır gibi olanları işaretler. “Batı Tefekkürünü, İslâm Tasavvufu önünde hesaba çekme”nin nasılını ortaya koyar.

“Batı’ya aklı getiren ama nihai erişin sırrını veremeyen” Yunan’dan sonra Roma’yı, Roma nizâmını, cemiyet dehasını işaretler. Elbette tahrif edilmemiş İsevîliği, tahrif edilmiş Hristiyanlığı anlatır, Ortaçağ ve Rönesans devirlerine geçiş yapar: “Aklın kiliseden intikamı.” Materyalist ve mistik görüşleri ile topyekûn Batı tefekkürünü elekten geçirdikten sonra hükmünü verir:

- “Batı tefekkürü, maddeye aksetmiş akılla harikalar doğurduğu, aynı akılla da aklı kıracak kadar ileri gittiği halde ruh feyzine, yani nura çıkamayan, eşya ve hadiselere insan ruhunda tahakküm ölçüsünü kuramayan, neticede ruhu öksüz bırakan ve bu eksiğini daima hissedip keşiflerinin oyuncaklarıyla teselliye eremeyen, muazzam bir madde bonmarşesi ve plastik inşadan ibaret. İçinde sultanı olmayan saray…” (Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, 2. Basım, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1984, s. 100)

Aslında, eseri okuyan herkesin kolayca idrak edeceği bir şeydir “İslâma Muhatab Anlayış” davasının gerekliliği. Bunca yıl Necib Fazıl okuyan, Büyük Doğu okuyanların, oradan İbda’ya yol bulamamaları “mucize” gibi bir şey. “Tersine mucize”. Bütün işaretleri vermiş Necib Fazıl, bütün yolları çizmiş, Büyük Doğu’dan çıkan bütün yolların İbda’ya varacağını bir bedahet halinde anlatmış aslında. İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu “anlayışsızlığı” da şöyle dile getirmiş zaten Necib Fazıl:
- “Bugün İslamiyeti içeride müdafaa etmek dışarıda müdafaa etmekten zor hâle gelmiştir. Ben bu davayı eğer Avrupa’da, Amerika’da, Afrika’da, hattâ kutuplarda müdafaa etmiş olaydım belki bir anlayış istidadı, bir “acaba?” merakı olsun bulabilirdim. Burada ise, her şeyin anlaşılmış olduğunu zannetmenin, sadece kabuktan ibaret kalmanın ve böylece her türlü nefs muhasebesinden mahrumluğun düzelmez akameti vardır.”

Her Büyük Doğu okurunun, Üstad’ın omuzlarına yüklediği yükten dolayı bir arayış ve çaba içine girmesi, en azından bir “acaba”ya varması, bir nefs muhasebesi ile kâinatı ve hâlini, hâlini ve kâinatı bütünleyen bir anlayış mihrakını araması gerekirken, bunca yıl, İbda’yı görmezden gelip, Necib Fazıl’ı şairlerden bir şair ilan eden “Büyük Doğucular”(!), en hafifinden tertemiz bir gençliğin hakkına girmişlerdir.

“Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır”; nitekim, Büyük Doğu-İBDA çağındayız. Bu çağın gençleri, Üstad’ın aşağıda çerçevesini çizdiği “yaşanmaya değer hayat”ın peşinde olacaklardır:

- “Batının bütün eserlerini sıfıra indirici eksiği ruh, asl olarak Doğu’da, ahiretin tarlası olan dünya fethine memur akıl Batı’da…
Bu iki kutbu birleştirip bir ark lambası parlayışına vücut vermeden, yaşanmaya değer hayatın sırrı da ele geçirilemeyecektir.” (Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 224)

“Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu arasında kanatlarını açan” İBDA, İslâm’ın hâkimiyeti davasını, ilimde, fikirde, sanatta, siyasette bütün cepheleri ile ortaya koyucu olduğuna göre; bize düşen vazife de, kendi hâlimizi O’nda tevil ve tabir ederek, bu misyon ve mükellefiyet çerçevesinde nefsimize düşen payı edâ etme gayreti içerisinde olmaktır.

Baran Dergisi 535. Sayı