Mısır… Dünya’nın en köklü medeniyetlerine beşiklik yapmış, Nil Vadisi’nde, Nil’in gür akan suyunun yeşillendirdiği geri kalan topraklarının kuraklık içinde kavrulduğu memleket…
Hz. Musa’nın Firavun ile mücadelesine şahit olan topraklar.
Üç asırdan fazla Osmanlı himayesi altında kalan topraklar.
Osmanlı Devleti kan kaybederken, Mısır’da da yavaş yavaş etkinliği kaybetmeye başladı. Önce Memlük beylerinin, sonra Fransızların daha sonra İngilizlerin etkinliği bu topraklar da görünmeye başlandı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile egemenliği geri alan Osmanlı, Kavalalı’nın isyanı ile kendi valisine yenilerek Mısır’ın hâkimiyetinden iyice uzaklaştı. İngilizler Mısır’ı içten yönetmeye başladığında, Osmanlı, Mısır’ın sadece görünürde hâkimiydi ve Mısır meşruti bir rejim ile yönetilmeye başlandı.1922’de Kral Fuad bağımsız Mısır Krallığı’nı kurdu. İngiltere bu dönemde de Mısır üzerindeki etkin tavrını korudu ve bu etkinliğini hiç kaybetmek istemedi. Daha doğrusu Mısır’ın hep gizli yöneticisi oldu İngiltere. Kral ve parlamento arasındaki anlaşmazlıklar ve sürtüşmeler nedeniyle ülkede siyasal bir istikrarsızlık hâkimdi. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve müttefik ordularının Mısır’a girmesi ile savaşın ülkeye sıçraması bu istikrarsızlığı bir kaosa çevirdi. Son damla; 1948’de I. İsrail – Arap Savaşı’ndaki mağlubiyet oldu. Milliyetçilik akımı Mısır’da da siyasi durumu değiştirdi. Milliyetçi ve reform yanlısı bir grup subay yönetimi ele geçirerek 1953’te cumhuriyeti ilan ettiler. Cumhuriyetin ilanından sonra Mısır’ın ABD – İsrail, SSCB ve Arap-İslam dünyası arasında gidip gelen uluslararası siyasetine şahit olmaktayız.
Mısır’ın politik tavrını üç dönemde ele alabiliriz. Bu üç dönem üç büyük lideri; Cemal Nasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemleridir.
Cemal Nasır döneminde Mısır'ın siyasi rejimi henüz yeni kurulmuştu. Ülkenin ihtiyaçları vardı; silah ve ekonomik destek gibi. İlk önce bu destek için ABD ve İngiltere’ye yaklaşıldı; fakat umulan Batı’da bulunamadı. Bunun üzerine Soğuk Savaş'ın diğer kutbu olan SSCB 'nin kapısı çalındı. SSCB, Varsova Paktı ülkelerinden Çekoslovakya' nın Mısır'ın silah ihtiyacını gidermesini sağladı. SSCB ile bir yakınlaşma başlamıştı artık. Batı'nın yardım talebi reddine ise Nasır Süveyş Kanalı'nı millileştirerek tepki göstermiştir. Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve İsrail Sina Bölgesi'ni işgal etmiş, bu işgale karşı Mısır büyük bir mücadele göstermiştir. Anlaşılacağı üzere Nasır döneminde ülke çıkarları doğrultusunda hareket edilmiş, çıkar yol SSCB'de bulunmuş ve SSCB etkisinde anti-Amerikancı bir politika izlenmiştir. Ayrıca Arap dünyası sosyalist fikirlerle bu dönemde tanışmıştır.
Nasır'dan sonra Enver Sedat iktidara gelince Mısır'ın ekseninde bir değişme meydana gelmiştir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik problemler nedeniyle bazı Arap ülkelerinin maddi yardım alan Sedat daha sonra ABD'nin kapısını çalmıştır. ABD ile yakınlaşmaya başlamış ve müttefik konumuna gelmiştir. Akabinde de SSCB ile bağlarını bir bir koparmıştır. Sedat her ne kadar iktidara geldiğinde İsrail'e karşı kaybedilen toprakları 6 Ekim 1973'teki bir saldırıyla geri almak istese de ibreler zamanla tersine döndü. Bu saldırının üzerine ABD arabuluculuğuna sıcak bakan Sedat, 1974'de İsrail ile Sina Anlaşması'nı imzalamıştır. Ardından 1977'de İsrail ziyareti ve 1979'da imzalanan Camp David Anlaşması Mısır'ın dış siyasetinde dönüm noktasıdır ve o tarihten sonraki siyasetinin temelleri bu olmuştur. Sedat ziyareti sırasında, İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmada Filistin meselesinin ele alınmadığı bir Arap - İsrail barışının olamayacağını dile getirmiş, bunun üzerine ABD tanıklığında imzalanan ve Kudüs'ten söz dahi edilmeyen Camp David Anlaşmaları Arap Dünyası'nın tepkisini çekmiştir. Ayrıca anlaşmaların maddeleri oldukça esnektir. Bu yüzden asla uygulamaya geçemeyecektir. Zira Mısır, anlaşmada Filistin halkının "meşru hakları" diyerek bağımsızlığı kastederken; İsrail buna itiraz etmiştir. Mısır bu dönemde sadece SSCB’nin değil, Müslüman Arap ülkelerinden de yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştır. Sedat'ın ABD ile yakınlaşması ve bir takım anlaşmalar yapması, Ortadoğu'nun da geleceğini büyük ölçüde etkilemiştir. Bu antlaşmalar ile birlikte ABD, Arap Dünyası üzerinde belirli bir nüfuz kazanmaya başlamıştır ve Ortadoğu politikaların daha rahat müdahale edebilecektir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında üzerine politikalar tasarladığı, geleceğini üzerinde çizdiği bölgeye Mısır yoluyla da yakın olacaktır. Sedat'ın 1981'de bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra, Mısır'da iktidara hâlihazırdaki cumhurbaşkanı olan Hüsnü Mübarek geçecektir. Mübarek, Sedat'ın politikalarını hemen hemen aynı çizgide takip etmiştir. En yakın müttefiki yine ABD'dir. En çok malî desteği ABD ve İsrail'den almıştır. Bugüne kadarki iktidarı döneminde halk desteğinden hep mahrum kalmıştır. Ne İsrail'den sonra en çok malî desteği aldığı ABD'yi kaybetmek istemiş; ne de ABD'yi bu desteğin kesilmesi hâlinde İslâmî hareketin iktidara geleceğiyle tehdit etmekten çekinmiştir. Aynı zamanda bir parçası olduğu ve gaflet içerisindeki tavırlarla uzaklaştıkları Arap dünyasından kopmamak istemiştir. Mübarek önceki yönetimin tavırları sonucu kopmuş oldukları İslâm Konferansı Örgütü'ne ve Arap Birliği'ne Mısır'ı tekrar üye yapmayı başarmıştır. Fakat Mübarek döneminde Filistin sorunu aşırı derece göz ardı edilmiş, İsrail işgali altındaki topraklarda Yahudi yerleşimci sayısı sürekli artmıştır. Filistin meselesine bütün Arapların meselesi deyip de; sahip çıkmamış olması sürekli tepki çekmiştir.
Mısır yönetimleri bazı zamanlarda öyle gaflete düşmüşlerdir ki; İsrail ile 1979'da Washington'da imzaladıkları anlaşmaya "aralarındaki sınırın, Filistin ile Mısır arasındaki milletlerarası sınır" olduğu maddesinin girmesine göz yumarak, Filistin'i tamamen hiçe saymış ve İsrail toprağı olarak kabul etmiştir.
Günümüzde Gazze ablukası konusundaki tavrı da tepki çekmektedir. İsrail'in Gazze'de yapmış olduğu katliama sınır kapıları açmayarak göz yumduğu gibi, dönem dönem gönderilen uluslararası yardımları da geri çevirmiştir. Bahanesi de "sınırın açılması ile Gazze'nin, Mısır'ın bir uzantısı hâline geleceği ve bu durumun İsrail'in ekmeğine yağ süreceğidir. Tıpkı Arap ülkelerinin Filistinli göçmenlere vatandaşlık vermeyi, Filistin nüfusunun eriyeceğine sebep olacağından dolayı reddetmesi gibi...
Mübarek, Filistin meselesinin bir bütün olarak ele alınmasını savunmaktadır. Acaba Gazze'deki olaylara kayıtsız kalmalarının sebebi gerçekten bu mudur; yoksa en büyük malî desteği aldığı İsrail ile arasının açılmasını istememesi midir?
Kısacası Mısır'da, Hüsnü Mübarek dönemi, Batı ile ittifak halinde ve Amerikan'ın Ortadoğu'daki en önemli bölgesel müttefiki olarak kapanmak üzeredir. Mısır artık dördüncü liderini aramaktadır. 2011 yılında genel seçimler yapılacaktır ve Hüsnü Mübarek yaşından dolayı aday olamayacağını açıklamıştır. Bir devlet başkan yardımcısına hiç bir zaman gerek duymayan Mübarek, bu sebeple yerine geçebilecek bir halefi de atamamıştır.
Hüsnü Mübarek'in başkanlığa yeniden aday olamayacağını açıklamasının ardından gözler oğlu Cemal Mübarek'e çevrilmiş durumda. Adaylığını koyması için imza kampanyaları yürütüldü ve geçtiğimiz Nisan ayında Cemal Mübarek aday olacağını açıkladı. Cemal Mübarek'in en büyük destekçisi tabiî ki babası Hüsnü Mübarek oldu.
Devletlerarası platformda, Mısır seçimleri tabii olarak, en çok Mısır'ı en önemli bölgesel müttefiki olarak gören Amerika'yı ilgilendirmektedir. Çünkü Mısır'da bağımsız bir şekilde yönetimin değişmesi, Amerika-Mısır ilişkilerinin yeniden gözden geçirilmesine yol açabilir.
Amerika, Mısır'ın iktidar çizgisinin değişmesini istememektedir. Özellikle İslami çizgide bir Mısır yönetimine, Amerikan yönetimi tabii ve kati olarak karşıdır. Cemal Mübarek adaylığını açıklamadan önce, 2009 Mart ayında Washington'a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarette Cemal Mübarek seçimlerde aday olmak için destek aramıştır. Amerikan yönetimi de (görünürde!); seçimlerin şeffaf olması, Mısır'da yıllarca süren insan hakları ihlallerinin sona ermesi ve daha demokratik bir ortam oluşturulması şartları ile destek vereceğini açıklamıştır.
Acaba Amerika'nın adaletsiz yönetime karşı ciğeri(!) sızladı da, birden Müslüman Kardeşler Hareketi’ni (Mısır'da yönetime alternatif olarak gösterilen hareket) göz önünde tutarak Cemal Mübarek'ten bunlar talep edildi?
Konjonktürel yapı bellidir: Amerika'nın saldırgan dış politikası artık işe yaramamaktadır. Obama'nın başkan seçilmesiyle birlikte sözde barış söylemleri de bu sebeple artmıştır. Mısır'da da İslâmî bir iktidarın olması Amerika'nın işine gelmeyecek olmasından ötürü bir doz haşhaş niyetine, bir doz demokrasi paranoyasıyla ivme yakalayan İslâmî hareketin uyuşturulması amaçlanmaktadır. Yıllarca diktatoryal bir rejim ile yönetilen Mısır’da seçimlerde nisbeten demokratik bir ortam oluşması ve seçimlerden sonra yenilik niteliğinde bir dizi değişiklik yapılması hiç de sürpriz olmayacaktır. Hatta Amerika'nın isteği ile yeni bir anayasa hazırlanması bile...
Elbette Amerika en önemli Arap müttefikini kaybetmek istememektedir. Amerika’nın Mısır’a biçmiş olduğu “Arap dünyası liderlik misyonu”nu diriltip diriltemeyeceğini seçimlerden sonra göreceğiz.