Hukuk, o kadar mânâsından uzaklaştı ki, sahip olanın elinde sopa, karşısındakine sallayıp duruyor.
“Keser döner, sap döner, Gün olur hesap döner” özdeyişi de unutuldu. Nasıl olsa gücü yeten yetene devri!
Hukuk mu?
Hak getire!
Her şeyin üstünde olması gereken hukuk, maalesef eline geçirene hizmet ediyor; asker de böyle, polis de. İlk düğmeyi nasıl iliklersen diğerleri de ona uyuyor. Nasıl olsa iş baştan bozuk.
Dün, İBDA mensuplarına türlü türlü hukuksuzluk sergileyen ve İBDA Mimarına idam cezası veren ve hukuku acımasız bir silah gibi kullananlar, bugün haktan-hukuktan bahseder oldular. Batı uğruna halkına, halkın değerlerine düşman olanlar, Batı tarafından itilip kakılmakta, tasfiye edilmekteler. Batı’yı arkasına alıp tetikçilik yapanların hazin sonu.
Dün, hukuk mağduru olan bazıları ise, kendilerine göre hukuk tesis etme niyetindeler. Seleflerinin yolundan gitmekteler. Yine Batı’yı arkalarına alarak, dışımızdakilere dayanarak bunu yapmaktalar. Nerede millîlik, nerede bağımsızlık?
80 küsur yıldır ithal hukukla bu noktaya geldik.
Medenî Kanunu İsviçre’den, Borçlar Kanunu Fransa’dan, Ceza Kanunu İtalya’dan alman ve Lozan’ın dayatmasıyla ve Batılıların gözetiminde ithal hukuk devrimi (!) yapan ülke. Nasıl devrimse, her şey ithal. Ortada millî bir şey yok ama millî bir devletten bahsediliyor. Çarpıcı bir misal: Latin alfabesine Türk alfabesi deniyor ve bu yanlış, kanıksanmış vaziyette. Yabancıların kurdurduğu milli (!) devletler gibi.
Büyük hukukçularımızın (!) televizyonlarda âkil adam pozlarında aklımızı karıştırdığı ülke.
İşine geldiği gibi hukuku eğip büken, ön yargılarına göre toplayıp çıkaran, bir dediği bir dediğini tutmayan, hukuksuz hukukçuların ve siyasetçilerin bolca olduğu ülke.
Bu ortamda, miadı dolmuş, kevgire dönmüş ve deli gömleği haline gelmiş 1982 Anayasası değiştirilecek. Bu kadro ile mi? Bu kafa yapısı ile mi?
Müsbet değişimden yanayız tabiî ki.
Adalet mülkün (devletin) temelidir.
İktidarı elinde bulunduranlar ise devletin temelini dinamitleyip duruyorlar ve bayrak yarışı hâlinde bir diğerine devredip gidiyorlar. Buna da “demokrasi, seçimler” falan deniyor.
Hukukun uzanamadığı yerde yaşayanlar, kanunları halk için vazediyor ve “altta kalanın canı çıksın” diyordu; ama şimdi bumerang gibi kendi kuralları onları da vuruyor. Hukuku silah olarak kullananlara hukuk silah olarak geri dönüyor.
Bütün bunlara rağmen “hukuk haysiyeti”, “hukukun üstünlüğü” davasının güdüldüğü görülmüyor, herkes kendi çıkarına göre ve kuyruğuna basıldığı kadarıyla sesini çıkarıyor.
Bütün bu hukuksuzluğu, “hukuk devrimi” palavrasıyla Avrupa bizim başımıza sardı ve köklerinden, kimliğinden, duygularından, hafızasından koparılmış bir “ulus” yarattı. Herkesin birbirine düşman edildiği ve problemli olduğu bir ülke. Batı’nın hedefi bu idi ve bu olmaya devam edecektir.
Hürriyeti, Batılı gemilerden çıkacak bir nesne zannedip limanlarda bekleyen Osmanlı Meşrutiyet dönemi gibi, Batılıdan bize gelecek çözümler kurtarıcı değildir.
Hem Batı’nın, hem Doğu’nun, hem kendimizin muhasebesini yapmadan bize kurtuluş yoktur
Anlaşılan odur ki, birbirimizi yemeye devam edeceğiz!
Hem iç, hem dış şartlar artık Türkiye’ye büyük bir değişimi dayatırken, Türkiye’ye dar gelen ve çağdışı kalan “devrimler” üzerine yakın tarihimizden birkaç not aktaralım:
Lozan’da İtilaf Devletlerine söz verdik. Gümrük vergilerini yükseltmeyeceğiz diye. 1915 itibariyle o zamanki gümrük tarifesi aynen korunacak diye. Bu şartı I. Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere istedi; istediği malları bize rahat satsın diye. Bunun için Türkiye’de 1930’lara kadar yerli sanayi gelişemedi. Paşabahçe’nin kalitesiz mallarını Avrupa’dan 5 kat pahalı tüketmemize rağmen yerli sanayi gelişemedi, Batı ile rekabet edecek seviyeye ulaşamadı veya ulaştırılmadı.
Yakın tarihle ilgili bir not daha:
TC. Osmanlı’nın borçlarını üstlendi, Misak-ı Millî sınırlarına düşen pay kadar. 1950’ye kadar da tıkır tıkır ödedik, Misak-ı Millî dışındaki Osmanlı coğrafyası ise, (Yunanistan, Irak, Suriye vb.) onlara düşen borcu ödemedi ve kimse “niye ödemiyorsun?” dahi demedi.
Batı’nın kerizi biz miyiz? diye soruyor ve ekliyoruz.
Batı ve Avrupa Birliği bizim hayrımıza bir kuruluş mu?
Batı ve Avrupa Birliği bizi kalkındırmak için mi bu kadar bize müdahale ediyor?
Batı ve Avrupa Birliği niçin hukukumuza, siyasetimize ve ordumuza çeki düzen veriyor, uyarılarda bulunuyor?
Baran Dergisi 123. Sayı
21 Mayıs 2009