Bedahetler apaçık hakikatlerdir. Güneş gibi pırıl pırıl ve sımsıcak, kendilerini ispatsız bir şekilde belli ederler. Bedahetler kabul edilmesi zorunlu duygu ve düşünce tortusudurlar. Bedahetler olmadan insan adım bile atamaz. Bedahetler izaha gelmeden kendini izah ederler. Tıpkı ruhun ruhla sezilişi gibi. Bedahetleri izah ettiğin an elinden kaçar ve izah edilemez bir yerde otağ kurar. Aynaya bakıyorum ve kendimi görüyorum. Kendimin aynaya baktığı ve var olduğum gerçeği bir bedahet. Aynada bakıp da gördüğün suretin bana ait olduğunu ispat derdi manasız. Eğer bu manasızlık üzerine gidip ispat derdine düştün mü yandın gittin... Her ispat, her izah, yeni bir ispat ve izah ister... O zaman sonsuza doğru bir akışta dağılarak gider, ipin ucunu kaçırırsın. Bu kaçırış sonunda kendini reddetmeye kadar uzayıp gider. Küfür hakikati gizleyen-örten olarak bedahetlere karşı gelen hastalıktır...

En açık şekilde yaratıcı hakikatine karşı gelerek kendilerini izhar ederler. Âlimlerin dediği gibi sonradan olan her varlığın yaratıcısının olması zorunlu hakikat. Hiçbir şey kendiliğinden varolamaz. Küfür ehlinden biri kendi eserini gösterip başkasına karşı “Bunu ben yaptım.” deyip kendine işaret gösterirken, bir bakıma başkasına karşı kendi varlık cehdini ve şuurunu tasdik ettirmek istemekte, kendi yeteneğine taktir ve ilgi beklemektedir. Özün özü, hayat varlıkların kendini bildirme ve varolma mücadelesi... Evet, böyleyken dünyaya bir vesileyle gelen ve kendi iradesi dışında hazır olan bir mekânda hayatını idame ettiren insan nasıl da bir yaratıcıya inanmaz?.. İnanmaz çünkü inanma her şeyden önce bir nasip meselesi. İnanma, Rabb’imizin hidayetine mazhar olma nailiyeti. Kendi yaptıkları her şeyin kendine sunulan bir mekânda oluştuğunu baş gözüyle gören insanın, yaptıklarına hayran hayran bakarak aklının mükemmelliği inancında daha büyük bir aklın olduğunu görmemesi ne sefillik. 

Peygamber Efendimiz’in haktan getirdiği her şey, insana dünya ve ahiret huzuru sunan birer bedahet ölçüler manzumesi. Allah ve Resûlü’nün ölçüleri -mutlak hakikat- apaçık hakikat olarak insana kendini empoze eder... Akıl, akıl olunca selim hakikat çerçevesinde gideceği ve gidemeyeceği alanları bilir ve ona göre hareket ederse güneş gibi bu hakikatler insanın duygu ve düşünce havuzunda tebellür eder.

1966 yılında doğan bendeniz yetmişli yıllardan beri çevremde oluşan hâdiselere tanıklık etmiş ve bütün bunları şuur süzgecinden geçirmiş bulunmaktayım. Kendi neslimle beraber babalarımın ve dedelerimin yaşadığı hayat serüvenini bazen bizzat onlardan görerek, bazen de onların bana aktardıklarıyla müşahede ettim. Dedemle ve babamla birlikte kendi akranlarının hayat mücadelesine tanıklıkta bulundum. Hepsi de namuslarına, sabahın tan vaktiyle beraber güneşin ılık nefesiyle çalışma hayatına atılan çocuklarına ve torunlarına düşkün insanlardı. Konuya komşuya saygı duyarlar yedirmeyi içirmeyi bilirler, misafir ağırlamayı nimet gözüyle görürlerdi. Televizyonda bir filmde ayıp bir şey gördüklerinde yüzlerini çevirip hayasızlıktan kaçınırlardı. Velhasıl benim dedem ve babam ve benim yaşımdaki arkadaşlarımın dede ve babaları dağ gibi insanlardı. Bu insanlar sadece kendi yaptıkları menfi şeylerden değil başkasının yaptığı menfi şeylerden de yüzleri kızarırdı. Kimse benim ceddime sapık ithamında bulunamazdı.

Tanzimat’tan beri batılılaşma derdiyle çırpınıp duruyoruz. Kah anayasalar düzenliyor, kah darbeler yapıyor kah partiler kapatıp duruyoruz. Her derdimiz batıya çevrili yönümüzün istikametinin bozulmaması. Batıdan şifa bulma niyetine bakın, şifa niyetine yaptıklarımız da ortada. Aileler küçüldü ve parçalanmakta. Karı-koca arasındaki ilişkiler kopmuş, mekanik bir havaya bürünmüş durumda. Boşanma sayısı evlilik sayısını geçmiş bulunmakta. Kimse kimseye tahammül edemiyor. Kimse kimseye yurtluk yapamıyor. Tam bir değerler karmaşası içindeyiz. Komşuluk ilişkileri son bulmakta herkes kendi çocuğunu tapınacak seviyeye getirmiş bir vaziyette. Gençler uyuşturucu ve fuhuş batağına batmakta, iğrenç müzikle iğrenç mecralarda zamanını tüketmekte.

Nerede bizden önceki nesil, nerde şimdiki nesil. Biri edep ve haya madeni diğeri utanmayı pısırıklık addeden ukalalığı özgüven olarak yutturan. Bu söylediklerim bu zaman sürecinde yaşayan çoğu insanın bedahet çapında gördükleri ve yaşadıkları şeyler. Bu yaşadıklarım vicdani ilim nisbetli sosyologların altına imza atacakları tarihi gerçekler.

Benim ceddim ve cedlerim sorun kaç yaşında evlenmiş, kaç yaşında evin direği mesabesine gelmişler. Tek tek sorun ana ve ninelerimiz on beşli yaşlarda kınalı ellerle gelin olurken dedelerimiz de yirmili yaşlara ermeden eşiyle beraber evin direği olmuşlar. Tüketim canavarına kendilerine kaptırmadan üçer dörder evlat yetiştirip öf bile demeden anne ve babalarına da bir çoğu bakmış. Şimdiki nesil çoğu okumuş, meslek ve maaşlı olanlar ise anne ve babalarını huzur evine teslim etmekten gocunmayan, tüketim canavarına kapılmış bir çocuğa bakmaktan bezmiş bir nesil. Evet, bu nesil sağlıklı ceddimizse sapık. Şimdiki nesil çocuk yaşta flörtü yaşarken, ceddimiz ise erken yaşta evlenmişler. Çocuk yaşta evlenme olur mu?

Ceddimizi bu nesil geri ve sapık görürken nikahlı evlenmelerini uygun görmezken, kendilerini çocuk yaşta cinsellik yaşamayı doğal karşılamakta, çağdaşlık ve batı değerleri adına ne yaptığını bilmez bir anlayış sahibi olmaktalar. Evet, cumhuriyetin çocukları kendi tarihlerini karalayıp reddi mirasta bulunduktan sonra içinde kendi anne ve babaları ile nine ve dedelerinin de bulundukları insanları sapık konumuna koymakta bir beis görmemekte. Tarihte böylesi bir hamakat dönemi olmuş mudur? Olmuştur o da bu dönem.

Korona vesilesiyle bir af kanunu çıktı. Bu kanundan kimler yararlandı kimler... Bir tek anam ve babamla aynı yaşta evlenmiş, dedemle ninemle aynı yaşta hayata atılmış insanlar çıkmadı. Bunlara tarihin en büyük kötülük damgası vuruldu. Bu insanlar yavrularından ayrı zindanda gün saymakta tarihin en edepsiz suçlamasıyla nefes alıp vermekteler. Bu insanlar yarın çıktıklarında çocuklarına neden cezaevine girdiklerinin hesabını verirken hangi cümleyi kuracaklar? Bu insanlar çocuklarının eş ve kendilerinin yaralarını hangi ilaçlarla iyileştirecekler. Bir yanda “evlenin, üç-dört çocuk yapın ve aileyi koruyun!” diye bakanlık kurduran bir devlet iradesi. Bir yanda da evlenmiş, çocukları olmuş ve evlerini geçindirirken bir anda dünyaları kararmış insanlar yumağı. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Evet, af kanunu çıktı. Kimler çıktı kimler... İti, çakalı, vurguncusu, şusu, busu. Son zamanlarda millî ve antiemperyalist duruşunu takdir ettiğimiz Devlet Bahçeli’nin özen gösterdiği Alaattin Çakıcı çıktı. Alaattin Çakıcı, kendi eşini âleme ibret olsun diye herkesin önünde öldürten biriydi; vakti zamanında kirli sermaye sahipleri ismini duyduklarında titrerlerdi. Sayın Devlet Bahçeli gerçekten bu durum adalete uygun mu? Sizi böylesi bir adaletsizliği tamir etmeye canıgönülden davet ediyoruz. Sevgili Başkan Tayyip Erdoğan “çağdaş” ve lâiklerin baskılarına bugüne kadar verilen ödün yetmez mi? Unutmayalım mazlumların ahı ki bu mazlumların içinde çocuklar da var sizin-bizim, hepimizin başına belalar açar. Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan milletinizin bedahetlerine sahip çıkın. Çıkışımız ve kurtuluşumuz burada..


Baran Dergisi 694.Sayı